'Bölgenin İhtiyaçlarına Göre İş Birliği Platformları Oluşturulmalı'

Polis Akademisi Başkanlığı tarafından 'Doğu Akdeniz'den Basra'ya Krizler ve Düzen' raporu hazırlandı Raporda, Orta Doğu'da yaşanan krizlerin çözümü konusunda bölgesel aktörlerin bölgenin ihtiyaçlarına göre iş birliği platformları oluşturması gerektiği vurgulandı Doktor Öğretim Üyesi Buğra Sarı: 'ABD liderliğindeki uluslararası koalisyon bugün Türkiye'nin güney sınırlarında PKK, PYD, YPG olarak adlandırdığımız ya da daha üst bir yapılanma olarak gördükleri Suriye Demokratik Güçlerini desteklemekte ve palazlandırmakta. Bu, Türkiye'nin karşısına ulusal güvenlik riski olarak çıkıyor' 'Türkiye başta olmak üzere diğer bölgesel aktörlerin temel olarak bölgenin ihtiyaçlarına göre iş birliği platformları oluşturmalarının gerekliliği ön plana çıkıyor'

SERTAÇ BULUR - ORHAN ONUR GEMİCİ - Polis Akademisince hazırlanan bir raporda, Orta Doğu'da yaşanan krizlerin çözümü konusunda bölgesel aktörlerin bölgenin ihtiyaçlarına göre iş birliği platformları oluşturması gerektiğine dikkat çekildi.

Polis Akademisi Başkanlığı tarafından "Doğu Akdeniz'den Basra'ya Krizler ve Düzen" başlıklı rapor hazırlandı.

Akademi Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Çolak ile öğretim üyelerinden Prof. Dr. Mehmet Şahin, Dr. Öğr. Üyesi Buğra Sarı ve Dr. Öğr. Üyesi Murat Tınas'ın hazırladığı rapor, 23-25 Kasım 2018'de Antalya'da düzenlenen 3. Uluslararası Güvenlik Sempozyumu'nda tartışılan konuları içeriyor.

Raporda, Doğu Akdeniz ile Basra arasında "Orta Doğu" olarak adlandırılan bölgede yaşanan sorunlar ve bunlara ilişkin çözüm önerileri yer alıyor.

- Bölgedeki sorunlar tarihsel bakışla ele alındı

AA muhabirine raporla ilgili açıklamalarda bulunan Dr. Öğr. Üyesi Buğra Sarı, Orta Doğu'daki sorunları ele aldıklarını ve bunlara çözüm önerileri getirme gayretinde olduklarını söyledi.

ABD, Rusya ve Çin'in birbirleriyle çatışan politikalarının bölgeye çatışma ve kaos getirdiğini aktaran Sarı, bu üç ülkenin bölge politikalarına ilişkin şu ifadeleri kullandı:

"ABD'nin Atlantik projesi, küresel hegemonyasının devamlılığına hizmet ediyor. Orta Doğu bu bağlamda Amerikan küresel hegemonyasının ihtiyacı olan enerji arzının devamlılığı noktasında önemli. ABD bu şekilde bölgeye yaklaşırken Basra Körfezi, Hürmüz Boğazı, Süveyş Kanalı ve Doğu Akdeniz sahillerindeki (Levant) hakimiyetini önemsiyor. ABD'nin kendisine en büyük rakip olarak gördüğü aktörler tabii ki Rusya ve Çin olarak karşımıza çıkıyor."

Çin'in ise "Tek Kuşak-Tek Yol" projesi yürüttüğünü aktaran Sarı, şöyle devam etti:

"Çin, bu projeyle bölgeye ticari olarak giriş yapmakta. Çin'in canlandırmak istediği İpek Yolu üzerinde Türkiye ve İran temel geçiş noktaları. Çin bölgeye henüz angaje olmuş değil, ancak bölgedeki ülkelerin istikrarını bozacak durumlardan kaçınmak istiyor. Çin'in bölgedeki temel pozisyonuna baktığımızda özellikle Suriye iç savaşında Türkistan bölgesinden Suriye iç savaşına müdahil olan terörist savaşçıların yeniden Türkistan'a dönüşünü engellemek istiyor. Türkistanlı bu terörist savaşçılar ülkelerine döndüklerinde istikrarsızlaştıracağı bölge, tam İpek Yolu projesinin kalbinde yatan bölge."

- "Vekalet savaşları din ve stratejik çıkar temelli"

Orta Doğu'nun bir "vekalet savaşı laboratuvarı" durumunda olduğunu söyleyen Sarı, bölgedeki vekalet savaşlarının gerek dini gerekse stratejik çıkar temelinde yapıldığını kaydetti.

Dini temelli vekalet savaşlarına bakıldığında İran ve Şii milis grupları ya da Hizbullah arasındaki ilişkinin örnek verilebildiğine değinen Sarı, "Stratejik temelli vekillik/müvekkillik ilişkisine baktığımızda ABD ve onun Suriye'de desteklemiş, palazlandırmış olduğu PKK, PYD, YPG ya da Suriye Demokratik Güçleri olarak adlandırdığımız SDF terör örgütü karşımıza çıkmakta. Ne yazık ki bu durum, bölgedeki ülkelerin toprak bütünlüğüne zarar vermekte ve terör koridorları oluşmasına ön açmakta. Böyle olunca bölgede istikrarsızlık ortamı hüküm sürerek kaos ve çatışma derinleşiyor." diye konuştu.

Bölgede Şiilik ve Selefilik temelli çatışmalar olduğunu aktaran Sarı, Irak, Suriye ve Yemen'de bunu gözlemleyebildiklerine değindi.

Mezhep çatışmalarının ortaya çıkmasında büyük güçlerin müdahalesini söylemenin mümkün olduğunu dile getiren Sarı, şöyle devam etti:

"Bu noktada 1916 yılından sonra Osmanlı İmparatorluğunun bölgeden çekilmesi ve bölgenin büyük güçler Fransa ve İngiltere tarafından suni bir şekilde paylaşılmasının ardından ortaya çıkan durumun etkili olduğunu söyleyebiliriz. Bu emperyalist güçlerin bölgedeki politikalarına baktığımızda temel olarak kendilerine karşı oluşabilecek toplumsal mobilizasyonu engelleme çabasında olduklarını belirtmek mümkün.

Bu açıdan toplum içindeki hizipleri kaşıma ve toplum içerisinde ayrılıklar oluşturmak büyük güçlerin temel amaçları olmuş. Mezhepçilik bu noktada önemli kullanılan bir araç olarak karşımıza çıkıyor. Bölgedeki mezhep çatışmalarında İslam dininin doğasından değil, özellikle post-kolonyal dönemde Avrupa emperyalist güçlerin politikaları ve bugünde bu politikaların eş güdümü olan büyük güçlerin bölgeye müdahalesinin etkili olduğunu söyleyebiliriz."

Sarı, bölgedeki sorunların göçe neden olduğunu, ekonomi ve nüfus yapısını bozduğunu belirterek, sadece Suriye'den 6 milyon kişinin ülkesini terketmek zorunda kaldığını ifade etti.

Sorunların çözümü noktasında Türkiye özelinde çalışmalar yürüttüklerini bildiren Sarı, ulusal güç kapasitesi bakımından Orta Doğu'da çok büyük bir ülke olan Türkiye'nin alacağı tavrın, hangi aktörlerin ya da hangi bölgesel projeksiyonların başarıya ulaşacağı konusunda ipuçları verdiğini söyledi.

- "Müttefiklerinin bölge politikaları, Türkiye'ye güvenlik tehdidi oluşturuyor"

Türkiye'nin karşısındaki mevcut durumda problemli noktalar olduğuna işaret eden Sarı, şu değerlendirmede bulundu:

"Türkiye, NATO üyesi aynı zamanda geleneksel olarak Batı kampında yer alan bir ülke. Ancak Türkiye'nin geleneksel müttefiklerinin bölge politikalarının, Türkiye'ye güvenlik tehdidi oluşturduğunu görüyoruz. Bildiğimiz gibi ABD liderliğindeki uluslararası koalisyon bugün Türkiye'nin güney sınırlarında PKK, PYD, YPG olarak adlandırdığımız ya da daha üst bir yapılanma olarak gördükleri Suriye Demokratik Güçlerini desteklemekte ve palazlandırmakta. Bu, Türkiye'nin karşısına ulusal güvenlik riski olarak çıkıyor. Türkiye, güvenlik risklerinden dolayı yeni diplomatik arayışlar içerisine girmiş durumda."

Sarı, Türkiye'nin, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla Suriye'nin kuzeybatısında terörden temizlediği alanlarda inşa ettiği düzenin örnek teşkil ettiğini belirterek, bu bölgede hayatın normalleşmesiyle mülteci durumundaki yüz binlerce insanın topraklarına döndüğünü aktardı.

- "İş birliği platformları oluşturulmalı"

Sarı, Türkiye'nin inisiyatif alarak tek taraflı biçimde bölge halklarının ihtiyaçlarına yönelik politikalar izlediğine dikkati çekerek, "Türkiye başta olmak üzere diğer bölgesel aktörlerin temel olarak bölgenin ihtiyaçlarına göre iş birliği platformları oluşturmalarının gerekliliği ön plana çıkıyor. Çünkü bu aktörler, birbirleriyle çatıştıklarında, aralarında hizipleşmeler başladığında bölge dış müdahalelere açık hale geliyor." ifadelerini kullandı.

Aksi halde Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda İngiliz ve Fransız diplomatlar Sykes ve Picot'un çizdiği sınırlarla karşı karşıya kalınabileceği uyarısında bulunan Sarı, bu durumda bölge halklarının ihtiyaçlarından ziyade büyük güçlerin çıkar ve gayelerine hizmet eden yeni bir Orta Doğu düzeninin oluşacağını sözlerine ekledi.
Kaynak: AA