Şiddetin Önlenmesi Çalıştayı
TİHEK Başkanı Süleyman Arslan: 'Şiddetin önlenmesi için gerekli düzenlemeleri yapamayan bir yasama erki, iktidarı ve muhalefetiyle birlikte sorumludur. Bu konuda gerekli önlemleri alamayan kolluk kuvvetleri ve yürütme gücü, etkin soruşturma yapamayan ve adil cezalar veremeyen yargı sorumludur' 'Masum ailesini gözyaşları içerisinde bırakıp topluma şiddet olarak dönen teröristten, annelerin çocuklarını kaçırıp terör örgütlerine katanlardan ve destekçilerinden veya tasvip edenlerden insan hakları savunucusu olamaz'
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) Başkanı Süleyman Arslan, "Şiddetin önlenmesi için gerekli düzenlemeleri yapamayan bir yasama erki, iktidarı ve muhalefetiyle birlikte sorumludur. Bu konuda gerekli önlemleri alamayan kolluk kuvvetleri ve yürütme gücü, etkin soruşturma yapamayan ve adil cezalar veremeyen yargı sorumludur." dedi.
Arslan, kurum tarafından "Şiddet Toplumundan Merhamet Toplumuna" başlığıyla düzenlenen Şiddetin Önlenmesi Çalıştayı'nın açılışında yaptığı konuşmada, şiddetin her durum ve şartta, insanlar, kültürler, toplumlar, değerler ve inançlar arasında kavga, sürtüşme ve çatışma ortamı oluşturarak etki alanını genişlettiğini söyledi.
Yeni Zelanda'da camileri ve Müslümanları hedef alan saldırıyı anımsatan Arslan, son yıllarda özellikle batı dünyasında giderek yükselen İslam karşıtlığının gerekli önlemler alınmadığı için hızla bir nefret hareketine ve şiddet davranışlarına dönüştüğüne dikkati çekti.
Arslan, yaşam hakkı başta olmak üzere bütün temel hakların korunmasından öncelikle devletin sorumlu olduğuna işaret ederek şöyle konuştu:
"Bir ülkede kişiler, birbirinin hayatına son veriyorsa veya diğer haklarını ihlal ediyor, şiddet uyguluyor, onurlarını zedeliyorsa başkalarının haklarına saygıyı öğretemeyen aileler sorumludur. Haklara saygıyı öğretemeyen, şiddeti bir sonraki nesle aktaran ve şiddet üreten bir eğitim sistemi sorumludur. Şiddetin önlenmesi için gerekli düzenlemeleri yapamayan bir yasama erki, iktidarı ve muhalefetiyle birlikte sorumludur. Bu konuda gerekli önlemleri alamayan kolluk kuvvetleri ve yürütme gücü sorumludur. Etkin soruşturma yapamayan ve adil cezalar veremeyen yargı sorumludur. Şiddetin yayılmasına sebep olan medya ve toplum sorumludur. Şiddetin en önemli kaynaklarından biri olan terör örgütlerini gizli veya açık destekleyen, yaptıklarına ihmal suretiyle de olsa destek veren organizasyonlar ve devletler sorumludur. Toplumu ahlaki dejenerasyona sürükleyip toplumun en temel birimi aileyi parçalamaya, bireyi acziyete düşürmeye çalışan adı ne olursa olsun tüm yapı ve organizasyonlar sorumludur."
Başarılı bir şekilde uygulanamasa da barış içinde yaşanılmasını sağlamaya yönelik uluslararası sözleşmeler ve ulusal kanunların şiddeti önlemeye yönelik önemli kazanımlar sağladığını ifade eden Arslan, ancak yaşanan gerçeklerin mevcut düzenlemelerin ve uygulamaların yeterli olmadığını, olumsuz yan etkilerinin bulunduğunu, yeni düzenlemelerin ve uygulamaların yürürlüğe konulması gerekliliğini ortaya koyduğunu söyledi.
Şiddetin her alanda arttığına dikkati çeken Arslan, sadece erkeklerin değil, kadınların da şiddete yöneldiğini, gençlerin de artan oranda şiddete başvurduğunu anlattı. Suça sürüklenen çocuk sayısının arttığını dile getiren Arslan, "Ülkemizde şiddet istatistiklerinin önemli bir oranda artışı söz konusudur. Ancak ülkemiz birçok ülkeye kıyasla iyi durumdadır. Birçok ülke şiddet istatistiklerini vermemekte, şiddet istatistikleri sağlıklı bir şekilde alınamamaktadır." dedi.
- Kadına yönelik şiddet
Kadın cinayetlerine de değinen Arslan, "Ülkemizde yüzlerce kadın cinayeti olduğu bir gerçektir. Ancak binlerce erkek cinayeti olduğu da bir gerçektir. Erkek cinayetlerinin önemli bir kısmı da aile meselelerine ilişkindir. Yüzlerce kadının cinayetini önemserken, binlerce erkeğin cinayeti karşısında aynı duyarlılığı göstermemek ve gerekli tedbirleri almamak eşitlik anlayışına sığmaz." değerlendirmesinde bulundu.
Kadına yönelik şiddet ve boşanma rakamları hakkında bilgi veren Arslan, "Ailenin Korunması Hakkındaki Kanun niçin aileyi koruyamamaktadır? Niçin kişiler evlenmeye teşebbüs etmemekte veya evliliği sürdürememektedir? Neden aileyi sevgi, merhamet ve dayanışmayla sürdürebilecek nesiller azalmaktadır?" sorularını yöneltti.
Türkiye'de 2005'te 55 bin 870 olan tutuklu ve hükümlü sayısının, 2019'da 280 bine yaklaştığını aktaran Arslan, cezaevlerindeki kadın nüfus oranının yüzde 4,3'e ulaştığını belirtti.
- En çok işlenen suçlar
Hüküm giyenler tarafından en çok işlenen suçların "hırsızlık, yaralama, icra iflas kanununa muhalefet, uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti, yağma, sahtecilik, tehdit ve öldürme suçları" olduğuna işaret eden Arslan, şiddetin önlenmesi için sadece münferit olayların üzerine gidilerek veya cezalar artırılarak bir sonuca ulaşılamadığını vurguladı.
Kadın cinayetlerinde faillerin yüzde 16'sının cinayetten sonra intihar ettiğini belirten Arslan, bu kişileri bu cinayetlere sevk eden saiklerin doğru belirlenmesi ve değerlendirilmesi gerektiğini ifade etti.
Kendisini öldürmeyi göze alacak kadar travma yaşayan bir kişiyi hiçbir ağır cezanın cinayetten döndüremeyeceğinin açık olduğunu kaydeden Arslan, şiddet olgusunun acilen bütün yönleriyle ele alınması, şiddete yol açan olgu ve etkenlerin ortadan kaldırılması için kapsamlı çalışmalar yapılması gerektiğini anlattı.
Arslan, mevcut sözleşmeler ve kanunların gözden geçirilmesi, uygulama hatalarının ortadan kaldırılması, şiddeti üreten kaynakların kurutulması gerektiğini dile getirdi.
- "İnsan hakları eğitim yoluyla uygulanabilir kılınmalıdır"
Çözümü sadece kanunda aramak yerine diğer normatif disiplinlerin de devreye sokulması, manevi değerlerden istifade edilmesi gerektiğini vurgulayan Arslan, şiddet araştırmaları yapılırken mağdur odaklı çalışılmadığı, fail odaklı çalışmanın eksik bırakıldığını ifade etti. Arslan, şöyle devam etti:
"İnsan haklarının bir ahlak olduğu, bu bilinç içinde içselleştirilmesi gerektiği öğretilmeli ve insan hakları eğitim yoluyla bireysel yaşamda da uygulanabilir kılınmalıdır. Aksi takdirde insan haklarının korunup geliştirilmesi ve şiddetin önlenmesi amacı bir hayal olmaktan öteye geçemeyecektir. Kadın veya erkek fark etmez, eşinin, annesinin ve babasının, engellilerin hakkını gözetmeyenlerden, çalışanının hakkını vermeyen işverenden insan hakları savunucusu olamaz.Masum ailesini gözyaşları içerisinde bırakıp topluma şiddet olarak dönen teröristten insan hakları savunucusu olamaz. Annelerin çocuklarını kaçırıp terör örgütlerine katanlardan ve destekçilerinden veya tasvip edenlerden insan hakları savunucusu olamaz. Teröristleri destekleyen veya koruyan devlet ve organizasyonlar insan haklarını koruyamaz ve bu iddiaları kabul edilemez."
- "Tüm canlılara yönelik şiddete 'hayır' diyoruz"
Arslan, kurum olarak insan onurunu ve merhameti esas aldıklarını, bir bütün olarak insana yönelik şiddete karşı çıktıklarını belirterek şu değerlendirmeyi yaptı:
"Tüm canlılara, doğaya ve çevreye yönelik şiddete 'hayır' diyoruz. Kime yönelik olursa olsun şiddetin her türlüsüne karşı çıkıyoruz. Cinsiyeti, ırkı, rengi, etnik kökeni, dili, dini, inancı, mezhebi, felsefi veya siyasi görüşü, medeni hali, yaşı, doğum durumu, sağlığı veya engellilik durumu ne olursa olsun her insan, onur bakımından eşit doğar. Bu nedenle, şiddette cinsiyet ayrımcılığına da 'hayır' diyoruz. Erkeğin kadına yönelik şiddetini de, kadının erkeğe yönelik şiddetini de, erkeğin erkeğe yönelik şiddetini de, kadının kadına yönelik şiddetini de reddediyoruz. Kadına veya erkeğe yönelik şiddet tanımlamalarıyla kadın veya erkekler arasında düşmanlığın oluşturulmasına, ailelerin parçalanmasına yol açılmasına, cinsiyet husumetlerinin arttırılarak cinsiyet ayrımcılığının tırmandırılmasının yanlışlığına dikkat çekmek istiyoruz."
- "Yeni nesiller dünyayı merhametle doldurmalıdır"
Arslan, merhamet olmadan adil olunamayacağını, toplumdaki düzenin sadece merhametten yoksun sert yasalarla sağlanamayacağını, şiddetin merhametsiz önlenemeyeceğini vurgulayarak "Bir an önce tüm dikkatimizi insan onurunun korunduğu, sevgi ve merhametin hakim olduğu ilişkiler ve merhametli nesiller için çabalamaya hasretmemiz şarttır. Örgün ve yaygın eğitim sistemimiz Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre ve Mevlana gönüllü insanları yetiştirecek şekilde yeniden yapılandırılmalı, yeni nesillerimiz dünyayı şiddet yerine sevgi ve merhamet ile doldurmalıdır." dedi.
"Uluslararası İlişkiler, Psikoloji ve Din Boyutuyla Şiddet Olgusu", "İstatistiklerle Şiddet Olgusu" ve "Aile İçi Şiddetin Önlenmesinde Öncül Tedbirler" oturumlarının yapılacağı çalıştay, yarın sona erecek.
Kaynak: AA
Arslan, kurum tarafından "Şiddet Toplumundan Merhamet Toplumuna" başlığıyla düzenlenen Şiddetin Önlenmesi Çalıştayı'nın açılışında yaptığı konuşmada, şiddetin her durum ve şartta, insanlar, kültürler, toplumlar, değerler ve inançlar arasında kavga, sürtüşme ve çatışma ortamı oluşturarak etki alanını genişlettiğini söyledi.
Yeni Zelanda'da camileri ve Müslümanları hedef alan saldırıyı anımsatan Arslan, son yıllarda özellikle batı dünyasında giderek yükselen İslam karşıtlığının gerekli önlemler alınmadığı için hızla bir nefret hareketine ve şiddet davranışlarına dönüştüğüne dikkati çekti.
Arslan, yaşam hakkı başta olmak üzere bütün temel hakların korunmasından öncelikle devletin sorumlu olduğuna işaret ederek şöyle konuştu:
"Bir ülkede kişiler, birbirinin hayatına son veriyorsa veya diğer haklarını ihlal ediyor, şiddet uyguluyor, onurlarını zedeliyorsa başkalarının haklarına saygıyı öğretemeyen aileler sorumludur. Haklara saygıyı öğretemeyen, şiddeti bir sonraki nesle aktaran ve şiddet üreten bir eğitim sistemi sorumludur. Şiddetin önlenmesi için gerekli düzenlemeleri yapamayan bir yasama erki, iktidarı ve muhalefetiyle birlikte sorumludur. Bu konuda gerekli önlemleri alamayan kolluk kuvvetleri ve yürütme gücü sorumludur. Etkin soruşturma yapamayan ve adil cezalar veremeyen yargı sorumludur. Şiddetin yayılmasına sebep olan medya ve toplum sorumludur. Şiddetin en önemli kaynaklarından biri olan terör örgütlerini gizli veya açık destekleyen, yaptıklarına ihmal suretiyle de olsa destek veren organizasyonlar ve devletler sorumludur. Toplumu ahlaki dejenerasyona sürükleyip toplumun en temel birimi aileyi parçalamaya, bireyi acziyete düşürmeye çalışan adı ne olursa olsun tüm yapı ve organizasyonlar sorumludur."
Başarılı bir şekilde uygulanamasa da barış içinde yaşanılmasını sağlamaya yönelik uluslararası sözleşmeler ve ulusal kanunların şiddeti önlemeye yönelik önemli kazanımlar sağladığını ifade eden Arslan, ancak yaşanan gerçeklerin mevcut düzenlemelerin ve uygulamaların yeterli olmadığını, olumsuz yan etkilerinin bulunduğunu, yeni düzenlemelerin ve uygulamaların yürürlüğe konulması gerekliliğini ortaya koyduğunu söyledi.
Şiddetin her alanda arttığına dikkati çeken Arslan, sadece erkeklerin değil, kadınların da şiddete yöneldiğini, gençlerin de artan oranda şiddete başvurduğunu anlattı. Suça sürüklenen çocuk sayısının arttığını dile getiren Arslan, "Ülkemizde şiddet istatistiklerinin önemli bir oranda artışı söz konusudur. Ancak ülkemiz birçok ülkeye kıyasla iyi durumdadır. Birçok ülke şiddet istatistiklerini vermemekte, şiddet istatistikleri sağlıklı bir şekilde alınamamaktadır." dedi.
- Kadına yönelik şiddet
Kadın cinayetlerine de değinen Arslan, "Ülkemizde yüzlerce kadın cinayeti olduğu bir gerçektir. Ancak binlerce erkek cinayeti olduğu da bir gerçektir. Erkek cinayetlerinin önemli bir kısmı da aile meselelerine ilişkindir. Yüzlerce kadının cinayetini önemserken, binlerce erkeğin cinayeti karşısında aynı duyarlılığı göstermemek ve gerekli tedbirleri almamak eşitlik anlayışına sığmaz." değerlendirmesinde bulundu.
Kadına yönelik şiddet ve boşanma rakamları hakkında bilgi veren Arslan, "Ailenin Korunması Hakkındaki Kanun niçin aileyi koruyamamaktadır? Niçin kişiler evlenmeye teşebbüs etmemekte veya evliliği sürdürememektedir? Neden aileyi sevgi, merhamet ve dayanışmayla sürdürebilecek nesiller azalmaktadır?" sorularını yöneltti.
Türkiye'de 2005'te 55 bin 870 olan tutuklu ve hükümlü sayısının, 2019'da 280 bine yaklaştığını aktaran Arslan, cezaevlerindeki kadın nüfus oranının yüzde 4,3'e ulaştığını belirtti.
- En çok işlenen suçlar
Hüküm giyenler tarafından en çok işlenen suçların "hırsızlık, yaralama, icra iflas kanununa muhalefet, uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti, yağma, sahtecilik, tehdit ve öldürme suçları" olduğuna işaret eden Arslan, şiddetin önlenmesi için sadece münferit olayların üzerine gidilerek veya cezalar artırılarak bir sonuca ulaşılamadığını vurguladı.
Kadın cinayetlerinde faillerin yüzde 16'sının cinayetten sonra intihar ettiğini belirten Arslan, bu kişileri bu cinayetlere sevk eden saiklerin doğru belirlenmesi ve değerlendirilmesi gerektiğini ifade etti.
Kendisini öldürmeyi göze alacak kadar travma yaşayan bir kişiyi hiçbir ağır cezanın cinayetten döndüremeyeceğinin açık olduğunu kaydeden Arslan, şiddet olgusunun acilen bütün yönleriyle ele alınması, şiddete yol açan olgu ve etkenlerin ortadan kaldırılması için kapsamlı çalışmalar yapılması gerektiğini anlattı.
Arslan, mevcut sözleşmeler ve kanunların gözden geçirilmesi, uygulama hatalarının ortadan kaldırılması, şiddeti üreten kaynakların kurutulması gerektiğini dile getirdi.
- "İnsan hakları eğitim yoluyla uygulanabilir kılınmalıdır"
Çözümü sadece kanunda aramak yerine diğer normatif disiplinlerin de devreye sokulması, manevi değerlerden istifade edilmesi gerektiğini vurgulayan Arslan, şiddet araştırmaları yapılırken mağdur odaklı çalışılmadığı, fail odaklı çalışmanın eksik bırakıldığını ifade etti. Arslan, şöyle devam etti:
"İnsan haklarının bir ahlak olduğu, bu bilinç içinde içselleştirilmesi gerektiği öğretilmeli ve insan hakları eğitim yoluyla bireysel yaşamda da uygulanabilir kılınmalıdır. Aksi takdirde insan haklarının korunup geliştirilmesi ve şiddetin önlenmesi amacı bir hayal olmaktan öteye geçemeyecektir. Kadın veya erkek fark etmez, eşinin, annesinin ve babasının, engellilerin hakkını gözetmeyenlerden, çalışanının hakkını vermeyen işverenden insan hakları savunucusu olamaz.Masum ailesini gözyaşları içerisinde bırakıp topluma şiddet olarak dönen teröristten insan hakları savunucusu olamaz. Annelerin çocuklarını kaçırıp terör örgütlerine katanlardan ve destekçilerinden veya tasvip edenlerden insan hakları savunucusu olamaz. Teröristleri destekleyen veya koruyan devlet ve organizasyonlar insan haklarını koruyamaz ve bu iddiaları kabul edilemez."
- "Tüm canlılara yönelik şiddete 'hayır' diyoruz"
Arslan, kurum olarak insan onurunu ve merhameti esas aldıklarını, bir bütün olarak insana yönelik şiddete karşı çıktıklarını belirterek şu değerlendirmeyi yaptı:
"Tüm canlılara, doğaya ve çevreye yönelik şiddete 'hayır' diyoruz. Kime yönelik olursa olsun şiddetin her türlüsüne karşı çıkıyoruz. Cinsiyeti, ırkı, rengi, etnik kökeni, dili, dini, inancı, mezhebi, felsefi veya siyasi görüşü, medeni hali, yaşı, doğum durumu, sağlığı veya engellilik durumu ne olursa olsun her insan, onur bakımından eşit doğar. Bu nedenle, şiddette cinsiyet ayrımcılığına da 'hayır' diyoruz. Erkeğin kadına yönelik şiddetini de, kadının erkeğe yönelik şiddetini de, erkeğin erkeğe yönelik şiddetini de, kadının kadına yönelik şiddetini de reddediyoruz. Kadına veya erkeğe yönelik şiddet tanımlamalarıyla kadın veya erkekler arasında düşmanlığın oluşturulmasına, ailelerin parçalanmasına yol açılmasına, cinsiyet husumetlerinin arttırılarak cinsiyet ayrımcılığının tırmandırılmasının yanlışlığına dikkat çekmek istiyoruz."
- "Yeni nesiller dünyayı merhametle doldurmalıdır"
Arslan, merhamet olmadan adil olunamayacağını, toplumdaki düzenin sadece merhametten yoksun sert yasalarla sağlanamayacağını, şiddetin merhametsiz önlenemeyeceğini vurgulayarak "Bir an önce tüm dikkatimizi insan onurunun korunduğu, sevgi ve merhametin hakim olduğu ilişkiler ve merhametli nesiller için çabalamaya hasretmemiz şarttır. Örgün ve yaygın eğitim sistemimiz Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre ve Mevlana gönüllü insanları yetiştirecek şekilde yeniden yapılandırılmalı, yeni nesillerimiz dünyayı şiddet yerine sevgi ve merhamet ile doldurmalıdır." dedi.
"Uluslararası İlişkiler, Psikoloji ve Din Boyutuyla Şiddet Olgusu", "İstatistiklerle Şiddet Olgusu" ve "Aile İçi Şiddetin Önlenmesinde Öncül Tedbirler" oturumlarının yapılacağı çalıştay, yarın sona erecek.