Geleceğin Bilimi Forumu 2018
AA İstanbul Haberleri Editörü Altınalan: 'Anadolu Ajansı'nın 2011'de farklı dillerde yapılanmaya gitmesiyle bir dönüm noktası oluştu. Anadolu Ajansı, Arap Baharı sürecinde, İsrail'in Gazze saldırısı, Myanmar problemi, Irak ve Suriye'deki gelişmeleri izlerken, mağdur ve mazlumdan yana olan yayın politikasıyla ezber bozdu' Dr. Sanger: 'Almanya'da basın mülteciler konusunda bir sol, bir de sağ basın olarak ayrılıyor. Sol basın kendine özgü bir şeyleri yansıtıyor, sağ basının da kendine özgü mültecilere olan bakış açısını yansıttığını görüyoruz. Elbette bu basının negatif sunumları, Alman halkını da çok etkiledi. Bunlar sonucunda ister istemez mültecilere karşı bir tepki, ön yargı meydana geldi'
Anadolu Ajansı İstanbul Haberleri Editörü Hüseyin Altınalan, AA'nın 2011'de farklı dillerde yapılanmaya gitmesiyle bir dönüm noktası oluştuğunu belirterek, "Anadolu Ajansı, Arap Baharı sürecinde, İsrail'in Gazze saldırısı, Myanmar problemi, Irak ve Suriye'deki gelişmeleri izlerken, mağdur ve mazlumdan yana olan yayın politikasıyla ezber bozdu." dedi.
Medipol Üniversitesi öğrencileri tarafından düzenlenen "Geleceğin Bilimi Forumu" kapsamında üniversitenin öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Faik Tanrıkulu'nun moderatörlüğünde "Savaş ve Göç" başlıklı oturum gerçekleştirildi.
Oturumda konuşan Altınalan, göç, göçmen, mülteci, iltica konularda devletlerin üzerine düşen sorumluluklar kadar sivil toplumun, medyanın da ciddi sorumlulukları bulunduğunu ifade etti.
Altınalan, toplumları yönlendirme konusunda medyanın son derece etkili bir araç olduğunu aktararak, medya yapılanmasına ilişkin bilgi verdi.
Hüseyin Altınalan, "Günümüzde haber akışını sağlayan ajanslara baktığımızda uluslararası düzeyde haber tekeli başta ABD olmak üzere batılı ülkelerin elindedir. Dünyadaki medya organlarının, dış haberlerinin yüzde 80'i bu batılı ajanslar tarafından servis ediliyor. Bu durum dünyanın bilgilenme kaynağını ortaya koyuyor. Yani üçüncü dünya ülkeleri, dünya haberlerini ancak başka ülkelerin gözü ve tercihiyle izleyebiliyor." diye konuştu.
Türkiye'deki dış haberlerde de ciddi bir dış haber üretme kapasitesi olmadığı için bunun genelde batılı ajanslara bağımlı olarak yapıldığını vurgulayan Altınalan, şunları kaydetti:
"Böyle olunca da bizim gazete ve televizyonlarımız dünyadaki gelişmeleri batılı yaklaşımla, onların oluştuğu algıyla paralel biçimde yürütüyordu. Batı ajansları Orta Doğu'daki krizleri kendi pencerelerinden gördüğü için de maalesef bunlardan beslenen dünya medyası onların gösterdiği kadar duyarlı, onların yaklaştığı kadar vicdani merkezli bir bakış açısıyla olaylara yaklaşıyordu.
2010'a kadar Türkiye'deki medyanın çoğunlukla mülteci sorununa ve İslam dünyasının kadim problemlerine yaklaşımı Batı'dan empoze edilen ve beslenen haberler nedeniyle çok da pozitif ve de bu meseleye bu toprakların nazarıyla yaklaşan bir tarzda değildi. Burada, Anadolu Ajansı'nın 2011'de farklı dillerde yapılanmaya gitmesiyle bir dönüm noktası oluştu. Anadolu Ajansı, Arap Baharı sürecinde, İsrail'in Gazze saldırısı, Myanmar problemi, Irak ve Suriye'deki gelişmeleri izlerken, mağdur ve mazlumdan yana olan yayın politikasıyla ezber bozdu. Anadolu Ajansı, mülteci sorunu başta olmak üzere birçok soruna gerçekçi ve vicdani boyutta yaklaşınca batılı ajansların bu tür meselelere yaklaşımı çok net bir biçimde ortaya çıktı, deşifre edilmiş oldu. Önce El Cezire, daha sonra da en önemli olarak Anadolu Ajansı'nın Arapça başta olmak üzere diğer dünya dillerinde yayın yapması ve bu olayların olduğu bölgelerde bir haberci ağının oluşturulması, bu yöndeki kadim ezberi bozmuştur."
- "İslamofobi sıradan vatandaşın ortaya çıkardığı bir kavram değil"
Gazeteci ve sunucu Büşra Akın Dinçer de Amerika'ya gidişine ilişkin, "Ben Batı'ya, 2002'de ülkemdeki İslamofobik bir kanununun beni okutmaması nedeniyle gitmiştim. Amerika'ya gidişimin nedeni, o dönemde Türkiye'deki başörtüsü yasağıydı." dedi.
Dinçer, "Batı'da İslamofobik saldırılara maruz kaldınız mı?" şeklindeki sorunun fazlaca sorulduğunu aktararak, şöyle devam etti:
"Bu sorulardan anlıyorum ki İslamofobi bizler için halk arasında olan bir terim olarak geçerlilik buluyor ama İslamofobi sıradan vatandaşın ortaya çıkardığı bir kavram değil. Avrupa'da islamofobi siyasiler, eğitimli insanlar, elit tabaka diyebileceğimiz üst kesimin ortaya çıkardığı ve halka empoze ettiği bir kavramdır. Peki biz İslamofobiyi son dönemde niye bu kadar çok duyuyoruz? Son dönemle birlikte göçün kendisinin ne demek olduğunu anladık. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki en büyük göç kavramından bahsediyoruz Suriye derken. Ne yazık ki bu göç kavramıyla hayatımızda daha fazla yer alan, Avrupa'da ivme kazanan İslamofobi aslında bizler için yeni bir kavram olsa da Avrupalı liderler tarafından sadece yeni bir malzeme olarak görülüyordu. Şu anda İslamofobinin aslında medyadaki algılarla yönetilen 'Göçmenler ülkeyi istila edecek' gibi kavramlar üzerinden ortaya çıkmadığını, halkın bu şekilde galeyana getirilmediğini anlıyoruz. Bu siyasal ve ekonomik olarak halka daha önceleri empoze edilmiş ve bilinç altına yerleştirilmiş bir kavram."
- "Yabancının az olduğu yerde yabancıya karşı tepki var"
Almanya'da "Mültecileri Topluma Kazandır Projeleri"nin yürütücüsü olan Dr. Ralf Sanger ise 1960'dan sonra ülkeye bir göç rüzgarı olduğunu, bu insanlara yönelik, Almanya'nın davet etmesine rağmen çeşitli ön yargılar olduğunu aktardı.
Sanger, Almanya'ya gelen insanların nasıl adlandırılacağı konusunda çeşitli kavramların ortaya çıktığını dile getirerek, "Bu göç dalgasından sonra gelen kişileri önce misafir işçi diye adlandırdık, daha sonrasında yabancı kökenli diye adlandırdık, şimdi de önümüzde duran başka bir kavram var mülteci... Özellikle 2015'te birçok mültecinin Avrupa'ya gelmiş olması bizi ne yapacağımızı bilmez bir duruma sürükledi. Her ne kadar Almanya son 20 yılda biraz daha göçmenler konusunda tecrübe kazanmış olsa dahi.
Almanya'da basın mülteciler konusunda bir sol, bir de sağ basın olarak ayrılıyor. Sol basın kendine özgü bir şeyleri yansıtıyor, sağ basının da kendine özgü mültecilere olan bakış açısını yansıttığını görüyoruz. Elbette bu basının negatif sunumları, Alman halkını da çok etkiledi. Bunlar sonucunda ister istemez mültecilere karşı bir tepki, ön yargı meydana geldi." değerlendirmesinde bulundu.
Almanya'da 18 milyon yabancının yaşadığını aktaran Sanger, şöyle devam etti:
"Bu da demektir ki genel Alman nüfusunun 5'te biri yabancı. Almanya iki bölüme ayrılmış önceden. Batı Almanya'da yabancıların oranı yüzde 20 iken Doğu Almanya'daki yabancı oranı yüzde 2 ya da 3'tü. Doğu Almanya'daki rakam düşük olmasına rağmen, en büyük hareketlenmeler Doğu şehirlerden gelen hareketler. Bu da bizim gibi bilim adamlarına şöyle bir gerçeği ortaya çıkarıyor, yabancının az olduğu yerde yabancıya karşı tepki var. Son 30-40 yılda Almanya göç konusunda bir şeyler öğrendi. Özellikle şunu öğrendi; gelenlerin uzun süre kalacakları gerçeğinden yola çıkarak program ve projeler üretilmesi gerekiyor."
Yrd. Doç. Dr. Faik Tanrıkulu da sığınmacı konusunun Türkiye'de yeni yeni tartışılır hale geldiğini dile getirerek, ülkenin birçok dönemde göç aldığını ancak bu kadar büyük bir kitlesel göçün ilk defa Suriye'deki iç savaşla gerçekleştiğini söyledi.
Şu anda sığınmacıların yanında farklı ülkelerden gelen kişilerin de olduğunu, bu kişilerin hala "geçici", "misafir" şeklinde algılandığını aktaran Tanrıkulu, "Halbuki istatistikler ve araştırmalar onların gideceğini değil, kalıcı olacaklarını gösteriyor. Bu yönüyle bu olguyu iyi bilmemiz lazım. Bütün dünyadaki göçmenlerin geriye dönüşlerine baktığımızda yüzde 80'i dönmüyor." diye konuştu.
Tanrıkulu, konuya bu yönüyle de bakılması gerektiğini sözlerine ekledi.
Alman-Türk Bilim, Ekonomi ve Kültürler Arası İlişkiler Akademisi Başkanı Salim Özdemir'in de sunum yaptığı program, fotoğraf çekiminin ardından sona erdi.
Kaynak: AA
Medipol Üniversitesi öğrencileri tarafından düzenlenen "Geleceğin Bilimi Forumu" kapsamında üniversitenin öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Faik Tanrıkulu'nun moderatörlüğünde "Savaş ve Göç" başlıklı oturum gerçekleştirildi.
Oturumda konuşan Altınalan, göç, göçmen, mülteci, iltica konularda devletlerin üzerine düşen sorumluluklar kadar sivil toplumun, medyanın da ciddi sorumlulukları bulunduğunu ifade etti.
Altınalan, toplumları yönlendirme konusunda medyanın son derece etkili bir araç olduğunu aktararak, medya yapılanmasına ilişkin bilgi verdi.
Hüseyin Altınalan, "Günümüzde haber akışını sağlayan ajanslara baktığımızda uluslararası düzeyde haber tekeli başta ABD olmak üzere batılı ülkelerin elindedir. Dünyadaki medya organlarının, dış haberlerinin yüzde 80'i bu batılı ajanslar tarafından servis ediliyor. Bu durum dünyanın bilgilenme kaynağını ortaya koyuyor. Yani üçüncü dünya ülkeleri, dünya haberlerini ancak başka ülkelerin gözü ve tercihiyle izleyebiliyor." diye konuştu.
Türkiye'deki dış haberlerde de ciddi bir dış haber üretme kapasitesi olmadığı için bunun genelde batılı ajanslara bağımlı olarak yapıldığını vurgulayan Altınalan, şunları kaydetti:
"Böyle olunca da bizim gazete ve televizyonlarımız dünyadaki gelişmeleri batılı yaklaşımla, onların oluştuğu algıyla paralel biçimde yürütüyordu. Batı ajansları Orta Doğu'daki krizleri kendi pencerelerinden gördüğü için de maalesef bunlardan beslenen dünya medyası onların gösterdiği kadar duyarlı, onların yaklaştığı kadar vicdani merkezli bir bakış açısıyla olaylara yaklaşıyordu.
2010'a kadar Türkiye'deki medyanın çoğunlukla mülteci sorununa ve İslam dünyasının kadim problemlerine yaklaşımı Batı'dan empoze edilen ve beslenen haberler nedeniyle çok da pozitif ve de bu meseleye bu toprakların nazarıyla yaklaşan bir tarzda değildi. Burada, Anadolu Ajansı'nın 2011'de farklı dillerde yapılanmaya gitmesiyle bir dönüm noktası oluştu. Anadolu Ajansı, Arap Baharı sürecinde, İsrail'in Gazze saldırısı, Myanmar problemi, Irak ve Suriye'deki gelişmeleri izlerken, mağdur ve mazlumdan yana olan yayın politikasıyla ezber bozdu. Anadolu Ajansı, mülteci sorunu başta olmak üzere birçok soruna gerçekçi ve vicdani boyutta yaklaşınca batılı ajansların bu tür meselelere yaklaşımı çok net bir biçimde ortaya çıktı, deşifre edilmiş oldu. Önce El Cezire, daha sonra da en önemli olarak Anadolu Ajansı'nın Arapça başta olmak üzere diğer dünya dillerinde yayın yapması ve bu olayların olduğu bölgelerde bir haberci ağının oluşturulması, bu yöndeki kadim ezberi bozmuştur."
- "İslamofobi sıradan vatandaşın ortaya çıkardığı bir kavram değil"
Gazeteci ve sunucu Büşra Akın Dinçer de Amerika'ya gidişine ilişkin, "Ben Batı'ya, 2002'de ülkemdeki İslamofobik bir kanununun beni okutmaması nedeniyle gitmiştim. Amerika'ya gidişimin nedeni, o dönemde Türkiye'deki başörtüsü yasağıydı." dedi.
Dinçer, "Batı'da İslamofobik saldırılara maruz kaldınız mı?" şeklindeki sorunun fazlaca sorulduğunu aktararak, şöyle devam etti:
"Bu sorulardan anlıyorum ki İslamofobi bizler için halk arasında olan bir terim olarak geçerlilik buluyor ama İslamofobi sıradan vatandaşın ortaya çıkardığı bir kavram değil. Avrupa'da islamofobi siyasiler, eğitimli insanlar, elit tabaka diyebileceğimiz üst kesimin ortaya çıkardığı ve halka empoze ettiği bir kavramdır. Peki biz İslamofobiyi son dönemde niye bu kadar çok duyuyoruz? Son dönemle birlikte göçün kendisinin ne demek olduğunu anladık. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki en büyük göç kavramından bahsediyoruz Suriye derken. Ne yazık ki bu göç kavramıyla hayatımızda daha fazla yer alan, Avrupa'da ivme kazanan İslamofobi aslında bizler için yeni bir kavram olsa da Avrupalı liderler tarafından sadece yeni bir malzeme olarak görülüyordu. Şu anda İslamofobinin aslında medyadaki algılarla yönetilen 'Göçmenler ülkeyi istila edecek' gibi kavramlar üzerinden ortaya çıkmadığını, halkın bu şekilde galeyana getirilmediğini anlıyoruz. Bu siyasal ve ekonomik olarak halka daha önceleri empoze edilmiş ve bilinç altına yerleştirilmiş bir kavram."
- "Yabancının az olduğu yerde yabancıya karşı tepki var"
Almanya'da "Mültecileri Topluma Kazandır Projeleri"nin yürütücüsü olan Dr. Ralf Sanger ise 1960'dan sonra ülkeye bir göç rüzgarı olduğunu, bu insanlara yönelik, Almanya'nın davet etmesine rağmen çeşitli ön yargılar olduğunu aktardı.
Sanger, Almanya'ya gelen insanların nasıl adlandırılacağı konusunda çeşitli kavramların ortaya çıktığını dile getirerek, "Bu göç dalgasından sonra gelen kişileri önce misafir işçi diye adlandırdık, daha sonrasında yabancı kökenli diye adlandırdık, şimdi de önümüzde duran başka bir kavram var mülteci... Özellikle 2015'te birçok mültecinin Avrupa'ya gelmiş olması bizi ne yapacağımızı bilmez bir duruma sürükledi. Her ne kadar Almanya son 20 yılda biraz daha göçmenler konusunda tecrübe kazanmış olsa dahi.
Almanya'da basın mülteciler konusunda bir sol, bir de sağ basın olarak ayrılıyor. Sol basın kendine özgü bir şeyleri yansıtıyor, sağ basının da kendine özgü mültecilere olan bakış açısını yansıttığını görüyoruz. Elbette bu basının negatif sunumları, Alman halkını da çok etkiledi. Bunlar sonucunda ister istemez mültecilere karşı bir tepki, ön yargı meydana geldi." değerlendirmesinde bulundu.
Almanya'da 18 milyon yabancının yaşadığını aktaran Sanger, şöyle devam etti:
"Bu da demektir ki genel Alman nüfusunun 5'te biri yabancı. Almanya iki bölüme ayrılmış önceden. Batı Almanya'da yabancıların oranı yüzde 20 iken Doğu Almanya'daki yabancı oranı yüzde 2 ya da 3'tü. Doğu Almanya'daki rakam düşük olmasına rağmen, en büyük hareketlenmeler Doğu şehirlerden gelen hareketler. Bu da bizim gibi bilim adamlarına şöyle bir gerçeği ortaya çıkarıyor, yabancının az olduğu yerde yabancıya karşı tepki var. Son 30-40 yılda Almanya göç konusunda bir şeyler öğrendi. Özellikle şunu öğrendi; gelenlerin uzun süre kalacakları gerçeğinden yola çıkarak program ve projeler üretilmesi gerekiyor."
Yrd. Doç. Dr. Faik Tanrıkulu da sığınmacı konusunun Türkiye'de yeni yeni tartışılır hale geldiğini dile getirerek, ülkenin birçok dönemde göç aldığını ancak bu kadar büyük bir kitlesel göçün ilk defa Suriye'deki iç savaşla gerçekleştiğini söyledi.
Şu anda sığınmacıların yanında farklı ülkelerden gelen kişilerin de olduğunu, bu kişilerin hala "geçici", "misafir" şeklinde algılandığını aktaran Tanrıkulu, "Halbuki istatistikler ve araştırmalar onların gideceğini değil, kalıcı olacaklarını gösteriyor. Bu yönüyle bu olguyu iyi bilmemiz lazım. Bütün dünyadaki göçmenlerin geriye dönüşlerine baktığımızda yüzde 80'i dönmüyor." diye konuştu.
Tanrıkulu, konuya bu yönüyle de bakılması gerektiğini sözlerine ekledi.
Alman-Türk Bilim, Ekonomi ve Kültürler Arası İlişkiler Akademisi Başkanı Salim Özdemir'in de sunum yaptığı program, fotoğraf çekiminin ardından sona erdi.