ABD-Küba İlişkilerindeki Seyir Haleflerin Tutumuna Bağlı

ABD ile Küba arasında yarım asırdır yaşanan çekişmeyi sonlandıracak normalleşme sürecinin seyrini ABD'de yapılacak 2016 başkanlık seçimlerinin sonucu ve 2018'de görev süresini dolduracak olan Raul Castro'nun yerine gelecek isim belirleyecek.

Değişim vaadiyle 2008'de başkanlık koltuğuna oturan Barack Obama ikinci dönemi sona ermeden önce uzun süredir çözüm bekleyen dış politika konularında cesur adımlar atmaya devam ediyor.

İran'la yürütülen nükleer müzakereler kadar dünya kamuoyunun gündeminde olmasa da ABD-Küba ilişkilerinde ciddi değişimler yaşanıyor. Nisan ayında Panama'da yapılan Amerika Ülkeleri Zirvesi'nde Küba Lideri Raul Castro ve Obama'nın el sıkışması Küba'daki devrimle başlayan ve yarım asırdır devam eden soğuk savaş çekişmesinin sonuna gelindiğinin açık işaretiydi. Atılan en önemli adım ise 20 Temmuz'da elçiliklerin karşılıklı olarak yeniden açılması ve diplomatik ilişkilerin yeniden tesisi kararı oldu.

Normalleşme sürecinin yaşanmasında, Sovyetler Birliği'nin desteğinden mahrum kalan Küba'nın askeri gücünün giderek gerilemesi ve artık sembolik bir hal almış olması, ABD iç siyasetindeki normalleşme karşıtı seslerin giderek zayıflaması, Raul Castro'nun göreve gelmesi Küba'da yaşanan değişimde etkili oldu.

- Anlaşmazlığın kaynağı

İki ülke arasındaki anlaşmazlığın kökeni sömürge dönemlerine kadar uzanıyor. Karayiplerin en büyük adası olan Küba, devrim öncesi dönemde ABD'nin uydusu konumundaydı ve önemli ölçüde arazileri ABD'lilere aitti. Devrimle birlikte bu arazilerin devletleştirilmesi ABD tarafından tepkiyle karşılandı. Buna bir de soğuk savaş döneminin tehdit algısı eklenince iki ülke arasındaki ilişkiler iyice gerildi. Washington, ilk olarak Küba'nın Amerikan Devletleri Örgütü'ne (ADÖ) üyeliğini askıya alınarak Küba'ya fiili ambargoya başladı.

ABD yönetiminin ambargo kararı Küba'ya geri adım attırmakta yetersiz kalırken, Washington yönetiminde çare olarak Fidel Castro'nun yönetimden uzaklaştırılması görüşü ağırlık kazandı. CIA tarafından organize edilen suikast ve darbe girişimleri Castro'yu uzaklaştırmakta başarısız oldu.

ABD'nin Türkiye'de konuşlandırdığı Jüpiter füzelerine karşılık Rusya'nın gizlice Küba'da füze sistemi kurması ilişkilerdeki gerilimi zirveye çıkardı. Buna Küba'nın Latin Amerika ve Afrika ülkelerindeki sosyalist ve marksist hareketlere verdiği destek de eklenince birbirine komşu durumundaki iki ülkenin arası giderek açıldı.

ABD'nin Küba politikası konusunda Küba'dan ABD'ye göç etmek zorunda kalan Kübalıların da etkisi büyüktü. 1960'tan 1976'ya kadar 750 bin kişi ABD'ye göç etti. ABD yönetiminde, Küba rejimini ekonomik ve siyasi baskılarla yalnızlaştırılmasını ve nihayetinde çökertilmesini savunan kesim, mali ve siyasi imkanları da kullanarak yumuşama yanlısı bütün çabalara şiddetle karşı çıktı.

- Gerilimin düşüşü

Sovyetler Birliği'nin çökmesi ve soğuk savaşın sona ermesi ABD-Küba ilişkileri açısından bir dönüm noktası oldu. Küba'nın Rusya ile kurduğu stratejik ortaklık komünizmin çökmesi ve soğuk savaşın sona ermesiyle büyük yara aldı. Küba, ABD dış politikasındaki önemini giderek yitirdi. Rusya'nın ekonomik ve teknik desteğinden mahrum kalan Küba ordusu küçülerek yerel bir unsur halini aldı ve Küba askeri açıdan da ABD için tehdit olmaktan çıktı.

Değişen siyasi ortamın sonucu olarak Fidel Castro, 1992'de ABD'li akademisyenlerle üç gün süren görüşmeler sonrasında Küba'nın dışarıdaki devrimci hareketleri desteklemeyeceğini açıkladı.

Diğer taraftan ABD'deki Küba toplumunda yaşanan demografik değişim de yumuşamaya karşı çıkan siyasi tavrın kırılmasında etkili oldu. 1980 sonrası dönemde 125 bin Kübalı ABD'ye göç etti.

ABD Başkanı Bill Clinton, Küba'dan gelen göçmen akınını önlemek üzere yasa çıkardı ancak bu adım ABD'deki Kübalılar tarafından tepki gördü. Başkan Clinton, tepkileri azaltmanın çaresini Küba'ya uygulanan ambargoları sıkılaştırmakta buldu.

- Normalleşme arayışı

Önceki dönemdeki siyasi sürgünlerin aksine, daha çok ekonomik nedenlerden ABD'ye gelen bu grup anavatanla daha sıkı ilişki halindeydi ve iki ülke arasındaki ilişkilerin yumuşatılmasından yanaydı. 1990'larda Küba'da ortaya çıkan ekonomik krizde ABD'deki Kübalıların gönderdiği yardımlar devletler arasındaki gerilimden bağımsız olarak halkları birbirine yaklaştırdı.

2000'lere gelindiğinde ise normalleşme yanlısı sesler iki tarafta da giderek daha da yükselmeye başladı. 2001'deki Michelle fırtınası sonrasında ABD 40 yıl aradan sonra ilk kez Küba'ya gıda ve ilaç yardımında bulundu.

2002'de George W. Bush yönetimi Küba'yı biyolojik silah yapmaya çalışmakla suçladı. Eski ABD başkanlarından Jimmy Carter'ın adaya düzenlediği iyi niyet ziyaretinde biyolojik silah yapıldığı iddia edilen laboratuvarları gezmesi iddiaların asılsız olduğunu ortaya çıkardı. İlişkilerin yeniden gerildiği bu dönemde karşılıklı propaganda savaşları devam ederken sağlık durumu kötüleşen Fidel Castro 2008'de görevi kardeşi Raul Castro'ya devretti. Çin ve Vietnam'ın tecrübelerinden ilham alan yeni bir sosyalist piyasa modeli ortaya koyma gayreti içerisinde olan Raul Castro, ABD ile ilişkileri yumuşatma sinyalleri verdi. Castro, özel mülkiyetin önünü açacak adımlar attı, araç, emlak, bilgisayar ve telefon satışını ülkede yasal hale getirdi.

2008'deki başkanlık yarışının en güçlü iki adayı Hillary Clinton ve John McCain süre gelen Küba politikasını savunurken, Barack Obama farklı bir strateji izleyerek Küba'ya yönelik seyahat ve para transferi yasağını gevşetme sözü verdi. Katı cumhuriyetçi kimliği ile bilinen Florida'daki Kübalı Amerikan toplumunun oylarının yüzde 35'ini alan Obama, 2012'deki seçimde desteğini daha da artırarak yüzde 49'a çıkardı.

Ambargolar nedeniyle Küba ciddi ekonomik sıkıntıyla boğuşurken, Latin Amerika ülkeleri ABD'nin yalnızlaştırıcı politikalarına muhalefet etmeye başladı. Venezuela, Bolivya, Ekvador, Şili, El Salvador ve Brezilya'da yönetime gelen sol hükümetler, Küba'ya uygulanan ambargoların kaldırılmasını ve Küba'nın yeniden AUÖ'ye alınması gerektiğini savundu. Bu tutum ABD ile Küba arasında normalleşmenin sağlanması için gizli görüşmelere başlanmasında etkili oldu. Raul Castro'nun kardinal Jaime Ortega ile kurduğu ilişki ABD ile normalleşme sürecinde kilisenin 2010'daki görüşmelerde arabulucu rolü oynamasında etkili oldu.

Yapılan anlaşma sonucunda Küba, casusluk yaptığı gerekçesiyle hapse konan Alan Gross'u, ABD ise aynı nedenden mahkum olan ve Küba 5'lisi olarak anılan Rene Gonzalez ve Fernando Gonzalez'i serbest bıraktı, Gerardo Hernandez, Antonio Guerrero, Ramon Labanino'yu ülkesine iade etti.

Aralık 2014'te Obama ve Castro diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmesi yönündeki karar aldı. Söz konusu karar ABD Kongresinden muhalefet görse de hayata geçti ve 20 Temmuz'da karşılıklı büyükelçilikler açılarak, yarım asırlık aradan sonra diplomatik ilişkiler yeniden tesis edildi. Başkan Obama'nın kararı üzerine Küba Mayıs 2015'te terörizme destek veren ülkeler listesinden çıkarıldı.

Yumuşama süreci ABD-Küba ilişkilerinde yeni bir sayfanın açılmasıyla sonuçlandı ama taraflar henüz yolun çok başındalar. Diplomatik ilişkilerin tesisi ile önemli bir eşik aşılmış olsa da Küba'ya uygulanan ekonomik ambargolar hala yürürlükte. Yatırım ve ticaret karşılıklı olarak yasak. ABD yönetimi, eğitim maksadıyla Küba'ya gidilmesine izin vererek seyahat sınırlamasına kısmi esneklik getirse de hala ABD'lilerin Küba'ya gitmesi yasak.

- Normalleşmenin akıbeti liderlerin elinde

Ayrıca ABD Kongre'sindeki çoğunluğun geleneksel Küba politikasını savunan Cumhuriyetçilerin elinde olması, normalleşme sürecini imkansız kılmasa da önünde önemli bir engel olarak duruyor. ABD'nin devletleştirilen mallarla ilgili olarak Küba'dan tazminat talep edebileceği dile getiriliyor ancak Küba'nın da buna karşılık CIA'in gizli faaliyetleri ve yarım yüzyıldır süren ambargonun ortaya çıkardığı zararını tazmin etmek isteyebileceği belirtiliyor.

Normalleşme sürecinin seyrini kuşkusuz ABD'de yapılacak 2017 başkanlık seçimlerinin sonucu ve 2018'de görev süresini dolduracak olan Raul Castro'nun yerine hangi ismin geleceği belirleyecek.

Kaynak: AA