Erzurum Milletvekili Dr. Yavilioğlun’dan Önemli Değerlendirmeler
AK Parti Erzurum Milletvekili Cengiz Yavilioğlu, Ortadoğu’da gelişen olayların analizini yaptı.
IŞID kaynaklı olayların perde arkasını irdeleyen Yavilioğlu, “Irak'ta IŞİD kaynaklı sürdürülebilir kaos ortamının beklenen sonuçlarından birisi, Türkiye'nin ekonomik gelişmesinin önüne geçmektir.” vurgusunu yaptı.
HEDEFLERİ İSTİKRARSIZ BİR TÜRKİYE
Yavilioğlu, Irak ve Suriye'de IŞİD üzerinden yapılan operasyonla R. Tayyip Erdoğan ve AK Parti iktidarının yönetimden uzaklaştırma teşebbüslerine devam edildiğini belirterek, “ Yani Gezi ve 17-25 Aralık darbe girişimleri ile elde edilemeyen sonuçlar bu sefer IŞİD ile elde edilmeye çalışılmaktadır. Zira Orta Doğu'da dengelerin eski haliyle korunabilmesi için Türkiye'nin 'istikrarsız ve her durumda yönlendirilebilir' olması gerekmektedir.” kaydını düştü.
YAVİLİOĞLU ANALİZİ
Ulusal bir Gazetede yayımlanan makalesinde Dünya ve Türkiye’nin gündemine oturan “IŞİD Meselesini” Küresel gerçekler ve bölgesel hesaplar açısından analiz eden AK Parti Erzurum Milletvekili Dr. Cengiz Yavilioğlu, “Sorunlarını çözmüş bir Türkiye'nin bölgesel her krizi 'fırsata', bölge dışından planlanan ve fırsat olarak düşünülen her krizi de 'bölge içi barışa' dönüştürebilecek tarihi ve siyasi 'stratejik derinliği' bulunmaktadır. “ dedi.
KÜRESEL GERÇEKLER
Erzurum Milletvekili Yavilioğlu ‘Küresel Gerçekler Ve Bölgesel Hesaplar Arasında Türkiye Ve IŞİD’ başlıklı yazısında şunları kaydetti:
Sorunlarını çözmüş bir Türkiye'nin bölgesel her krizi 'fırsata', bölge dışından planlanan ve fırsat olarak düşünülen her krizi de 'bölge içi barışa' dönüştürebilecek tarihi ve siyasi 'stratejik derinliği' bulunmaktadır. Bölgede sadece Türkiye 'dışımızda olan içimizde, içimizde olan dışımızdadır' yasasının muhatabıdır.
BÖLGESEL SORUNLAR VE ANALİZ YAKLAŞIMI
Bölgesel sorunlar ancak global perspektif ve veriler ışığında analiz edilebilir. Aksi takdirde 'ne ağaçlardan ormanı; ne de ormandan ağaçları göremeyiz'. Dolayısıyla Irak'ta meydana gelen hadiselerin nedenleri ve muhtemel sonuçları küresel ölçekte değişen güç eksenleri de dikkate alındığında daha doğru anlaşılabilir.
IMF'nin ve Dünya Bankası'nın son 20-25 yıllık ekonomik verilerine göre; Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler (GOÜ), ABD, AB Ülkeleri ve Japonya gibi gelişmiş ülkelerden (GÜ) daha hızlı büyümektedir. GÜ'in 1989 yılında yüzde 4.1 olan ortalama büyüme oranları, 2013'e gelindiğinde yüzde 1.3'e gerilemiş buna karşın GOÜ'in aynı dönemdeki ortalama büyüme oranları ise yüzde 3.1'den yüzde 4.7'ye yükselmiştir. Bu gelişmeye paralel olarak, GOÜ'in Dünya GSMH'sından daha büyük pay almaya başladıkları gözlenmektedir. Örneğin, GÜ 1989 yılında Dünya GSMH'sından yüzde 69.3 pay alırken 2013 yılına gelindiğinde bu oran yüzde 49.6'ya gerilemiş, GOÜ'in aynı yıllardaki ortalama payları ise yüzde 30.7'den yüzde 50.4'e yükselmiştir. Benzer bir trend de borç stoklarında görülmektedir. GÜ'in 2002 yılında yüzde 72.4 olan 'borç stoklarının GSMH'ya oranı', 2013 yılında yüzde 106.3'e yükselirken GOÜ'in aynı yıllardaki borç stoklarının GSMH'ya oranı ise yüzde 51.5'ten yüzde 34.5'e gerilemiştir.
Ekonomide global ölçekte meydana gelen bu değişikliklere paralel olarak, 2006'dan itibaren IMF'deki 'oy gücünde' GOÜ lehine yaşanan değişikliklerde olduğu gibi, yakın gelecekte BM başta olmak üzere diğer uluslararası örgütlerde de ağırlıklar, GOÜ lehine değişecektir. Dolayısıyla kaçınılmaz bir şekilde dünyaya yön veren, dünya için politika üreten merkezlerde kayma yaşanacaktır.
ORTADOĞU'YA MODEL OLABİLMENİN MALİYETİ
Şu an dünyanın en karışık bölgeleri; başta Ortadoğu olmak üzere Kuzey Afrika ve bazı Arap Ülkeleri, yani İslam Coğrafyası. Bütün gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin olduğu gibi, uluslar arası örgütlerin de 'uluslar arası politikaları' bu sorunlu bölgeler üzerinden belirginleşiyor. Değişen dünyada gelişmiş ülkeler, Ortadoğu ve K. Afrika üzerinden tutunmaya çalışıyorlar. ABD başta olmak üzere GÜ'in bu bölgede çıka(rıla)n problemlerin dışında kalmaları; hem çıkarları ve hem de azalan ekonomik güçleri itibariyle mümkün değil.
Orta Doğu, PETROL rezervleri dikkate alınarak Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonrasında Batılı ülkeler tarafından dizayn edildi. Bölge, büyük ölçüde BAAS zihniyetini taşıyan diktatörlerle kontrol altına alındı. Kontrolün devam etmesi amacıyla başlatılan Arap Baharı denemesi, istenmeyen partilerin iktidara gelme ihtimalini taşıdığı için, bir Arap Sonbaharı ile bastırıldı. Zira Arap Baharı ile değişecek iktidarlar; Batı'nın çıkarlarını tehdit edeceği gibi, bölgedeki bazı ülkelerin de hem çıkarlarını ve hem de iktidarlarını tehdit eder duruma gelecekti. Bu nedenle Mısır'da darbe yaptırıldı. Suriye ve kısmen de Libya kaosa terk edildi.
MÜDAHALE GEREKÇELERİ
Bölgeye müdahale etmenin belki de en önemli gerekçelerinden birisi de Gelişen Ülkeler içerisinde olan ve 2002'den itibaren birçok alanda ciddi gelişmeler gösteren Türkiye. AK Parti iktidarları ile Türkiye'nin Orta Doğu, Afrika ve Asya'da gösterdiği başarısı ve artan ağırlığı; Orta Doğu'nun pasif bir komşusu olmaktan çıkıp bölgenin 'etkin bir ortağı' durumuna gelmesi; Müslüman, demokrat, istikrarlı, refah seviyesi yüksek, hak ve özgürlükler kalitesini artırmış görünümüyle bölgede model olacak tek ülke olması, Batı çıkarlarına pek uymuyor gibi. Zaten 'model olabilme' potansiyeli nedeniyle Mısır'da darbe yaptırıldı. Türkiye'nin de model ülke olmaktan çıkarılması gerekti. Gezi Eylemlerinin uluslararası güçler tarafından desteklenmesinin, 17 ve 25 Aralık Darbe girişimlerine destek verilmesinin ana gerekçelerinden birisi de budur.
Meseleye bu şekilde bakıldığında görülmektedir ki, Irak ve Suriye'de IŞİD üzerinden yapılan operasyonla R. Tayyip Erdoğan ve AK Parti iktidarını yönetimden uzaklaştırma teşebbüslerine devam edilmektedir. Yani Gezi ve 17-25 Aralık darbe girişimleri ile elde edilemeyen sonuçlar bu sefer IŞİD ile elde edilmeye çalışılmaktadır. Zira Orta Doğu'da dengelerin eski haliyle korunabilmesi için Türkiye'nin 'istikrarsız ve her durumda yönlendirilebilir' olması gerekmektedir.
IŞİD OPERASYONUYLA TÜRKİYE'NİN İSTİKRARI DA HEDEF ALINDI
Bilindiği gibi Türkiye, K. Irak petrolünün piyasalara satılmasında önemli bir 'hat' durumundadır. Son dönemlerde yapılan görüşmeler neticesinde, K. Irak petrollerinin Türkiye üzerinden satılmasına ve petrolden elde edilen gelirlerin de Halk Bankası'nda tutulmasına ve Kerkük-Ceyhan Boru Hattı ve Yumurtalık tesislerinin kullanılmasına karar verildi.
ETNİK VE MEZHEP BAZLI ÇATIŞMA KURGUSU
ABD, K. Irak petrollerinin Irak Bölgesel Hükümeti tarafından satılmasına karşı çıkıyor. Bunun nedeni petrolden elde edilen paraların daha önceki gibi ABD bankalarında değil de Halk Bankası'nda tutulmasıdır. AB ise, Ukrayna probleminden dolayı bu satışı istiyor. Çünkü Rusya'dan başka ülkelerden petrol alma zorunlulukları ortaya çıktı. Bu yüzden AB için Irak petrolleri iyi bir alternatif.
K. Irak petrolü Türkiye için 'can suyu' özelliği taşıyor. Çünkü Türkiye'de 2013 yılında yaklaşık 152 milyar Dolar ihracata karşılık 252 milyar Dolarlık ithalat gerçekleştirildi.
İthalat miktarının 56 milyar Dolarlık kısmını ise enerji kalemi oluşturdu. Yani Türkiye'nin cari açığının önemli bir kısmı enerji ithalatından kaynaklanmaktadır. Türkiye 2011 yılından itibaren Irak'tan yaptığı ham petrol ithalatını artırmış durumda. Rafineri Lisansı sahiplerinin ham petrol ithalat miktarlarına göre; 2011 yılında Irak'ın payı toplam ithalat içerisinde yüzde 17 iken, 2013 yılında yüzde 32 düzeyine yükselmiş. Şu an en fazla petrol ithalatı Irak'tan yapılıyor. Yine ihracat yaptığımız ülkeler içerisinde, yüzde 7.5'lik bir pay ile en yüksek ikinci ülke Irak. Bu veriler de göstermektedir ki, Irak'ta IŞİD kaynaklı sürdürülebilir kaos ortamının beklenen sonuçlarından birisi, Türkiye'nin ekonomik gelişmesinin önüne geçmektir.
Türkiye açısından, IŞİD aracılığıyla hedeflenen önemli bir amaç da bölgede yaratılacak etnik (Türk-Kürt-Arap) ve mezhebi (Sünni-Şii) kavgaları derinleştirerek büyütmektir. Bu krizin kimlere yarayacağına dikkat etmek gerekir. Böyle bir etnik ve mezhebi krizin Türkiye'de bir karşılığının olması ve sorunun derinleşmesi beklenmektedir. Irak ve Suriye'de oluşturulan toplumsal (sosyolojik) karşıtlığın Türkiye'ye de aktarılması için gerekli olan altyapı çalışmalarının Kürt sorunu açısından yıllardır yapıldığını; Alevi meselesi açısından da Gezi, Okmeydanı, Reyhanlı benzeri olaylar ile oluşturulmaya çalışıldığını unutmamak gerekir. Sonuçta IŞİD üzerinden çıkarılan kaostan beklenen amaçlardan birisi de Türkiye'de Aleviler ve Kürtler üzerinden hem mezhebi ve hem de etnik problemler oluşturmak ve derinleştirmektir. Yani Türkiye'nin sosyal alanını yeniden çatışmalı hale sokmak ve bu sosyal alan sorunları üzerinden siyasal ve ekonomik krizler yaratarak ülkeyi tekrar kendilerinin yönetebilirliğine uygun hale getirmektir.
Diğer taraftan Musul, bir anlamda Türkiye'nin Orta Doğu'daki siyasi merkezi yani 'nüfuz üssü' konumundadır. Buradaki Konsolosluğumuza yapılan saldırı, son on yılda Türkiye'nin bölgede oluşturduğu siyasi nüfuzuna/gücüne yönelik bir saldırı olarak değerlendirilmelidir. Dolayısıyla IŞİD operasyonuyla aynı zamanda Türkiye'nin Orta Doğu'daki siyasi gücünün azaltılması ve nüfuz ve etkinlik derinliğinin zayıflatılması da hedeflenmiştir.
ORTADOĞU'YA GÜÇLÜ BİR TÜRKİYE ÇÖZÜM ÜRETEBİLİR
Konunun başına dönersek, Dünyada güç kaybeden GÜ'in karşısında dünya sistemini değiştirecek ölçekte güç kazanan GOÜ içerisinde bulunan Türkiye'nin, bölgede söz sahibi ve güçlü bir ülke olmasının önü alınmak/kesilmek istenmektedir. Türkiye, sadece ekonomik olarak gelişen bir ülke değil, aynı zamanda dünyaya medeniyet perspektifi kazandıracak birikime sahip de bir ülkedir. Bu nedenle gelişen ve büyüyen bir Türkiye'nin sadece kendisi büyümeyecek, kendi tarihsel ve kültürel coğrafyasını da büyütecek ve geliştirecektir.
Türkiye sorunlu birçok ülkede ve bölgede 'dışa dönük' çözümler üretti veya üretilen çözümlerin içerisinde oldu. Fakat bu probleme, 'dışa dönük' uluslar arası girişimlerden daha çok 'içe dönük' reformlarla daha kalıcı katkı yapma imkanı bulunmaktadır. Yani Türkiye, üzerinde yapılmaya çalışılan ekonomik ve siyasal operasyonları engellemek için içe dönük reformlara devam etmelidir. Bir başka deyişle, IŞİD sorunu ile Türkiye'ye aktarılması amaçlanan sosyal/siyasal/etnik problemleri önlemek için öncelikle ve ivedilikle Çözüm Süreci tamamlanmalı ve Alevi meselesi çözüme kavuşturulmalı; yerli üretime dayalı uluslar arası ihracat pazarlarının çeşitlendirmesi ve derinleştirmesi sürdürülerek ekonomik gelişmeye devam edilmeli; siyasal istikrar korunarak bölgesel güç olma yolunda ilerlenmelidir. Yani çözüm için çizilecek yol haritasını şekillendirirken, dışarıda ortaya çıka(rıla)n problemin özelliği nedeniyle; dışarıdan daha çok içeriye ağırlık verilmeye devam edilmesi, gerçekçi ve sorunlara iyi bir cevap niteliği taşıyacaktır. Biliyoruz ki Türkiye'de siyasi standartlar ileri demokrasi düzeyine yükseltilmeden ve ekonomik refah düzeyi artırılmadan, dışımızdaki olayları çözebilme kabiliyetimiz istediğimiz düzeyde olamayacaktır.
Sorunlarını çözmüş bir Türkiye'nin bölgesel her krizi 'fırsata', bölge dışından planlanan ve fırsat olarak düşünülen her krizi de 'bölge içi barışa' dönüştürebilecek tarihi ve siyasi 'stratejik derinliği' bulunmaktadır. Bölgede sadece Türkiye 'dışımızda olan içimizde, içimizde olan dışımızdadır' yasasının muhatabıdır. Türkiye'nin misyonu ve rotası, sorunlara sadece muhatap olmak değil aynı zamanda da çözüm için sorumluluk almaktır.
Kaynak: İHA
HEDEFLERİ İSTİKRARSIZ BİR TÜRKİYE
Yavilioğlu, Irak ve Suriye'de IŞİD üzerinden yapılan operasyonla R. Tayyip Erdoğan ve AK Parti iktidarının yönetimden uzaklaştırma teşebbüslerine devam edildiğini belirterek, “ Yani Gezi ve 17-25 Aralık darbe girişimleri ile elde edilemeyen sonuçlar bu sefer IŞİD ile elde edilmeye çalışılmaktadır. Zira Orta Doğu'da dengelerin eski haliyle korunabilmesi için Türkiye'nin 'istikrarsız ve her durumda yönlendirilebilir' olması gerekmektedir.” kaydını düştü.
YAVİLİOĞLU ANALİZİ
Ulusal bir Gazetede yayımlanan makalesinde Dünya ve Türkiye’nin gündemine oturan “IŞİD Meselesini” Küresel gerçekler ve bölgesel hesaplar açısından analiz eden AK Parti Erzurum Milletvekili Dr. Cengiz Yavilioğlu, “Sorunlarını çözmüş bir Türkiye'nin bölgesel her krizi 'fırsata', bölge dışından planlanan ve fırsat olarak düşünülen her krizi de 'bölge içi barışa' dönüştürebilecek tarihi ve siyasi 'stratejik derinliği' bulunmaktadır. “ dedi.
KÜRESEL GERÇEKLER
Erzurum Milletvekili Yavilioğlu ‘Küresel Gerçekler Ve Bölgesel Hesaplar Arasında Türkiye Ve IŞİD’ başlıklı yazısında şunları kaydetti:
Sorunlarını çözmüş bir Türkiye'nin bölgesel her krizi 'fırsata', bölge dışından planlanan ve fırsat olarak düşünülen her krizi de 'bölge içi barışa' dönüştürebilecek tarihi ve siyasi 'stratejik derinliği' bulunmaktadır. Bölgede sadece Türkiye 'dışımızda olan içimizde, içimizde olan dışımızdadır' yasasının muhatabıdır.
BÖLGESEL SORUNLAR VE ANALİZ YAKLAŞIMI
Bölgesel sorunlar ancak global perspektif ve veriler ışığında analiz edilebilir. Aksi takdirde 'ne ağaçlardan ormanı; ne de ormandan ağaçları göremeyiz'. Dolayısıyla Irak'ta meydana gelen hadiselerin nedenleri ve muhtemel sonuçları küresel ölçekte değişen güç eksenleri de dikkate alındığında daha doğru anlaşılabilir.
IMF'nin ve Dünya Bankası'nın son 20-25 yıllık ekonomik verilerine göre; Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler (GOÜ), ABD, AB Ülkeleri ve Japonya gibi gelişmiş ülkelerden (GÜ) daha hızlı büyümektedir. GÜ'in 1989 yılında yüzde 4.1 olan ortalama büyüme oranları, 2013'e gelindiğinde yüzde 1.3'e gerilemiş buna karşın GOÜ'in aynı dönemdeki ortalama büyüme oranları ise yüzde 3.1'den yüzde 4.7'ye yükselmiştir. Bu gelişmeye paralel olarak, GOÜ'in Dünya GSMH'sından daha büyük pay almaya başladıkları gözlenmektedir. Örneğin, GÜ 1989 yılında Dünya GSMH'sından yüzde 69.3 pay alırken 2013 yılına gelindiğinde bu oran yüzde 49.6'ya gerilemiş, GOÜ'in aynı yıllardaki ortalama payları ise yüzde 30.7'den yüzde 50.4'e yükselmiştir. Benzer bir trend de borç stoklarında görülmektedir. GÜ'in 2002 yılında yüzde 72.4 olan 'borç stoklarının GSMH'ya oranı', 2013 yılında yüzde 106.3'e yükselirken GOÜ'in aynı yıllardaki borç stoklarının GSMH'ya oranı ise yüzde 51.5'ten yüzde 34.5'e gerilemiştir.
Ekonomide global ölçekte meydana gelen bu değişikliklere paralel olarak, 2006'dan itibaren IMF'deki 'oy gücünde' GOÜ lehine yaşanan değişikliklerde olduğu gibi, yakın gelecekte BM başta olmak üzere diğer uluslararası örgütlerde de ağırlıklar, GOÜ lehine değişecektir. Dolayısıyla kaçınılmaz bir şekilde dünyaya yön veren, dünya için politika üreten merkezlerde kayma yaşanacaktır.
ORTADOĞU'YA MODEL OLABİLMENİN MALİYETİ
Şu an dünyanın en karışık bölgeleri; başta Ortadoğu olmak üzere Kuzey Afrika ve bazı Arap Ülkeleri, yani İslam Coğrafyası. Bütün gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin olduğu gibi, uluslar arası örgütlerin de 'uluslar arası politikaları' bu sorunlu bölgeler üzerinden belirginleşiyor. Değişen dünyada gelişmiş ülkeler, Ortadoğu ve K. Afrika üzerinden tutunmaya çalışıyorlar. ABD başta olmak üzere GÜ'in bu bölgede çıka(rıla)n problemlerin dışında kalmaları; hem çıkarları ve hem de azalan ekonomik güçleri itibariyle mümkün değil.
Orta Doğu, PETROL rezervleri dikkate alınarak Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonrasında Batılı ülkeler tarafından dizayn edildi. Bölge, büyük ölçüde BAAS zihniyetini taşıyan diktatörlerle kontrol altına alındı. Kontrolün devam etmesi amacıyla başlatılan Arap Baharı denemesi, istenmeyen partilerin iktidara gelme ihtimalini taşıdığı için, bir Arap Sonbaharı ile bastırıldı. Zira Arap Baharı ile değişecek iktidarlar; Batı'nın çıkarlarını tehdit edeceği gibi, bölgedeki bazı ülkelerin de hem çıkarlarını ve hem de iktidarlarını tehdit eder duruma gelecekti. Bu nedenle Mısır'da darbe yaptırıldı. Suriye ve kısmen de Libya kaosa terk edildi.
MÜDAHALE GEREKÇELERİ
Bölgeye müdahale etmenin belki de en önemli gerekçelerinden birisi de Gelişen Ülkeler içerisinde olan ve 2002'den itibaren birçok alanda ciddi gelişmeler gösteren Türkiye. AK Parti iktidarları ile Türkiye'nin Orta Doğu, Afrika ve Asya'da gösterdiği başarısı ve artan ağırlığı; Orta Doğu'nun pasif bir komşusu olmaktan çıkıp bölgenin 'etkin bir ortağı' durumuna gelmesi; Müslüman, demokrat, istikrarlı, refah seviyesi yüksek, hak ve özgürlükler kalitesini artırmış görünümüyle bölgede model olacak tek ülke olması, Batı çıkarlarına pek uymuyor gibi. Zaten 'model olabilme' potansiyeli nedeniyle Mısır'da darbe yaptırıldı. Türkiye'nin de model ülke olmaktan çıkarılması gerekti. Gezi Eylemlerinin uluslararası güçler tarafından desteklenmesinin, 17 ve 25 Aralık Darbe girişimlerine destek verilmesinin ana gerekçelerinden birisi de budur.
Meseleye bu şekilde bakıldığında görülmektedir ki, Irak ve Suriye'de IŞİD üzerinden yapılan operasyonla R. Tayyip Erdoğan ve AK Parti iktidarını yönetimden uzaklaştırma teşebbüslerine devam edilmektedir. Yani Gezi ve 17-25 Aralık darbe girişimleri ile elde edilemeyen sonuçlar bu sefer IŞİD ile elde edilmeye çalışılmaktadır. Zira Orta Doğu'da dengelerin eski haliyle korunabilmesi için Türkiye'nin 'istikrarsız ve her durumda yönlendirilebilir' olması gerekmektedir.
IŞİD OPERASYONUYLA TÜRKİYE'NİN İSTİKRARI DA HEDEF ALINDI
Bilindiği gibi Türkiye, K. Irak petrolünün piyasalara satılmasında önemli bir 'hat' durumundadır. Son dönemlerde yapılan görüşmeler neticesinde, K. Irak petrollerinin Türkiye üzerinden satılmasına ve petrolden elde edilen gelirlerin de Halk Bankası'nda tutulmasına ve Kerkük-Ceyhan Boru Hattı ve Yumurtalık tesislerinin kullanılmasına karar verildi.
ETNİK VE MEZHEP BAZLI ÇATIŞMA KURGUSU
ABD, K. Irak petrollerinin Irak Bölgesel Hükümeti tarafından satılmasına karşı çıkıyor. Bunun nedeni petrolden elde edilen paraların daha önceki gibi ABD bankalarında değil de Halk Bankası'nda tutulmasıdır. AB ise, Ukrayna probleminden dolayı bu satışı istiyor. Çünkü Rusya'dan başka ülkelerden petrol alma zorunlulukları ortaya çıktı. Bu yüzden AB için Irak petrolleri iyi bir alternatif.
K. Irak petrolü Türkiye için 'can suyu' özelliği taşıyor. Çünkü Türkiye'de 2013 yılında yaklaşık 152 milyar Dolar ihracata karşılık 252 milyar Dolarlık ithalat gerçekleştirildi.
İthalat miktarının 56 milyar Dolarlık kısmını ise enerji kalemi oluşturdu. Yani Türkiye'nin cari açığının önemli bir kısmı enerji ithalatından kaynaklanmaktadır. Türkiye 2011 yılından itibaren Irak'tan yaptığı ham petrol ithalatını artırmış durumda. Rafineri Lisansı sahiplerinin ham petrol ithalat miktarlarına göre; 2011 yılında Irak'ın payı toplam ithalat içerisinde yüzde 17 iken, 2013 yılında yüzde 32 düzeyine yükselmiş. Şu an en fazla petrol ithalatı Irak'tan yapılıyor. Yine ihracat yaptığımız ülkeler içerisinde, yüzde 7.5'lik bir pay ile en yüksek ikinci ülke Irak. Bu veriler de göstermektedir ki, Irak'ta IŞİD kaynaklı sürdürülebilir kaos ortamının beklenen sonuçlarından birisi, Türkiye'nin ekonomik gelişmesinin önüne geçmektir.
Türkiye açısından, IŞİD aracılığıyla hedeflenen önemli bir amaç da bölgede yaratılacak etnik (Türk-Kürt-Arap) ve mezhebi (Sünni-Şii) kavgaları derinleştirerek büyütmektir. Bu krizin kimlere yarayacağına dikkat etmek gerekir. Böyle bir etnik ve mezhebi krizin Türkiye'de bir karşılığının olması ve sorunun derinleşmesi beklenmektedir. Irak ve Suriye'de oluşturulan toplumsal (sosyolojik) karşıtlığın Türkiye'ye de aktarılması için gerekli olan altyapı çalışmalarının Kürt sorunu açısından yıllardır yapıldığını; Alevi meselesi açısından da Gezi, Okmeydanı, Reyhanlı benzeri olaylar ile oluşturulmaya çalışıldığını unutmamak gerekir. Sonuçta IŞİD üzerinden çıkarılan kaostan beklenen amaçlardan birisi de Türkiye'de Aleviler ve Kürtler üzerinden hem mezhebi ve hem de etnik problemler oluşturmak ve derinleştirmektir. Yani Türkiye'nin sosyal alanını yeniden çatışmalı hale sokmak ve bu sosyal alan sorunları üzerinden siyasal ve ekonomik krizler yaratarak ülkeyi tekrar kendilerinin yönetebilirliğine uygun hale getirmektir.
Diğer taraftan Musul, bir anlamda Türkiye'nin Orta Doğu'daki siyasi merkezi yani 'nüfuz üssü' konumundadır. Buradaki Konsolosluğumuza yapılan saldırı, son on yılda Türkiye'nin bölgede oluşturduğu siyasi nüfuzuna/gücüne yönelik bir saldırı olarak değerlendirilmelidir. Dolayısıyla IŞİD operasyonuyla aynı zamanda Türkiye'nin Orta Doğu'daki siyasi gücünün azaltılması ve nüfuz ve etkinlik derinliğinin zayıflatılması da hedeflenmiştir.
ORTADOĞU'YA GÜÇLÜ BİR TÜRKİYE ÇÖZÜM ÜRETEBİLİR
Konunun başına dönersek, Dünyada güç kaybeden GÜ'in karşısında dünya sistemini değiştirecek ölçekte güç kazanan GOÜ içerisinde bulunan Türkiye'nin, bölgede söz sahibi ve güçlü bir ülke olmasının önü alınmak/kesilmek istenmektedir. Türkiye, sadece ekonomik olarak gelişen bir ülke değil, aynı zamanda dünyaya medeniyet perspektifi kazandıracak birikime sahip de bir ülkedir. Bu nedenle gelişen ve büyüyen bir Türkiye'nin sadece kendisi büyümeyecek, kendi tarihsel ve kültürel coğrafyasını da büyütecek ve geliştirecektir.
Türkiye sorunlu birçok ülkede ve bölgede 'dışa dönük' çözümler üretti veya üretilen çözümlerin içerisinde oldu. Fakat bu probleme, 'dışa dönük' uluslar arası girişimlerden daha çok 'içe dönük' reformlarla daha kalıcı katkı yapma imkanı bulunmaktadır. Yani Türkiye, üzerinde yapılmaya çalışılan ekonomik ve siyasal operasyonları engellemek için içe dönük reformlara devam etmelidir. Bir başka deyişle, IŞİD sorunu ile Türkiye'ye aktarılması amaçlanan sosyal/siyasal/etnik problemleri önlemek için öncelikle ve ivedilikle Çözüm Süreci tamamlanmalı ve Alevi meselesi çözüme kavuşturulmalı; yerli üretime dayalı uluslar arası ihracat pazarlarının çeşitlendirmesi ve derinleştirmesi sürdürülerek ekonomik gelişmeye devam edilmeli; siyasal istikrar korunarak bölgesel güç olma yolunda ilerlenmelidir. Yani çözüm için çizilecek yol haritasını şekillendirirken, dışarıda ortaya çıka(rıla)n problemin özelliği nedeniyle; dışarıdan daha çok içeriye ağırlık verilmeye devam edilmesi, gerçekçi ve sorunlara iyi bir cevap niteliği taşıyacaktır. Biliyoruz ki Türkiye'de siyasi standartlar ileri demokrasi düzeyine yükseltilmeden ve ekonomik refah düzeyi artırılmadan, dışımızdaki olayları çözebilme kabiliyetimiz istediğimiz düzeyde olamayacaktır.
Sorunlarını çözmüş bir Türkiye'nin bölgesel her krizi 'fırsata', bölge dışından planlanan ve fırsat olarak düşünülen her krizi de 'bölge içi barışa' dönüştürebilecek tarihi ve siyasi 'stratejik derinliği' bulunmaktadır. Bölgede sadece Türkiye 'dışımızda olan içimizde, içimizde olan dışımızdadır' yasasının muhatabıdır. Türkiye'nin misyonu ve rotası, sorunlara sadece muhatap olmak değil aynı zamanda da çözüm için sorumluluk almaktır.