'İslam Medeniyeti'nde Çatışma Çıkarmak İstiyorlar'

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, geçmişte medeniyetler çatışması üzerinden İslam ve Batı Medeniyeti'ni karşı karşıya getirmek isteyenlerin, bugün İslam Medeniyeti içinde çatışma çıkarmaya çalıştıklarını söyledi.

'İslam Medeniyeti'nde Çatışma Çıkarmak İstiyorlar'
Türk Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) ve Marmara Üniversitesi tarafından ortaklaşa düzenlenen ‘Arap Uyanışı ve Ortadoğu’da Barış: Müslüman ve Hristiyan Perspektifler’ konulu konferansın açılışı yapıldı. Açılışa Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanı sıra Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İSAM Başkanı Prof. Dr. M. Akif Aydın, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Mısır Başmüftüsü Şeyh Ali Cuma, Küdüs Rum Ortodoks Patriği III. Theofilos, Kataib Partisi Lideri Lübnan Eski Cumhurbaşkanı Emen Cemayel ve çok sayıda davetli katıldı.

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, konuşmasına Kur’an-ı Kerim, İncil ve Tevrat’tan bazı kısımlar okuyarak başladı.

Mehmet Görmez, yapılan toplantının daha önce alışık olunan birbirlerini tanımak ve güzel temennilerde bulunmak için bir araya gelinin diyalog toplantılarından birisi olmadığını ifade etti.

Toplantının ilahiyat üzerine önemli dini figürler üzerinden, rahat koltuklardan yapılan felsefi ve teolojik tartışmalar yapılan toplantılardan olmadığını vurgulayan Görmez, “Burada, sadece bizim dinlerimizi değil ama bütün dinleri doğrudan, özünden ilgilendiren bir konu için hak ve hukukun, adaletin ikame edilmesi ve yüceltilmesi için birbirimiz için daha güvenli hayat alanları oluşturmak için toplanmış olursak, anlamlı bir toplantı yapmış olacağız. Yine bölgemizin, toplum ve cemaatlerimizin zor günler geçirdiği şu günlerde onların gerçek sorunlarıyla yüz yüze gelmek için toplanmış olursak, bölgemize bir katkı sağlamış olacağız.” dedi.

Geçmişten bu güne kadar aynı medeniyet havzasında var olmuş toplulukların mensupları olduklarını ifade eden Görmez, modern zamanlara kadar barış içinde yaşayan bu coğrafyanın, farklı dinlerin bir arada huzur içinde yaşadığı bir darül’selam yani barışın yurdu olduğunu ifade etti.

“Hiç şüphesiz bizim zihinsel algımıza göre İslam Medeniyeti'nin inşası sadece Müslümanların beşeri tecrübesini yansıtmaz. Bu tecrübe, bu coğrafyadaki dini, mezhebi ve etnik tüm unsurların birlikteliklerinin sonucudur.” diyen Görmez, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bu bölgede çok farklı tezahür eden dini ve mezhebi unsurlar modern zamanlara kadar asla kitlesel bir çatışmanın ve birbirini ötekileştirmenin konusu olmadığı gibi, medeniyetin inşası için dayanışma içinde olmuşlardır. Bugün, biz toplum önderlerine, din adamlarına, aydınlara ve siyasetçilere düşen görev entelektüel anlamda dün var olan bu birlikteliğin hikmetini bugüne neden taşıyamadığımızı aramak olmalıdır.” şeklinde konuştu.

Geçmişin huzur ve hikmetini yitiren medeniyet havzasının mirasçıları olarak, her yeni gün siyasal karmaşa ve toplumsal kargaşanın getirdiği sahnelere şahit olmak zorunda olduklarını aktaran Görmez, “Bunda alimlerimizin, din adamlarımızın ve dini kurumlarımızın tarihin akışına katkı yapmak yerine, sadece tarihe tanıklık ederek olanlar karşısında seyirci kalmalarının payı yok mudur?” diye sordu.Sovyet Rusya’nın yıkılmasıyla kutuplaşma arayışının medeniyetler çatışması üzerine inşaa edilmeye çalışıldığını ve batı ile İslam medeniyetinin karşıya getirilmeye çalışıldığını kaydeden Görmez, bu çatışma senaryolarının ferasetli duruşlar sayesinde başarılı olamadığını belirtti.

İslamafobiyanın bu çerçevede batıda çatışma alanı için kullanılmaya çalışıldığını bildiren Görmez, en büyük temennilerinin ise Müslümanların bu tuzağa düşmemesi olduğunu belirtti.

İslam Medeniyeti havzasında bulunun unsurlar arasında yeni bir fitne ateşi yakılarak medeniyet içi çatışma istendiğini bildiren Prof. Dr. Mehmet Görmez, “Müslüman coğrafyasında dine, mezhebe ve etnisiteye dayalı farklılıklar derinleştirilmekte ve çatışmalar körüklenmektedir. Bir taraftan kan ve gözyaşı akarken, diğer taraftan barutun kokusu bu coğrafyada yaşayan bütün farklılıkları korkuya sevk etmektedir. Umuyor ve diliyorum ki bu medeniyet havzasının tüm unsurları bir taraftan yitirdikleri hikmeti bulma çabasını gösterirken, diğer taraftan basiretleriyle bu fitne ateşini söndüreceklerdir.” şeklinde konuştu.

İslam Medeniyet havzası altındaki doğal zenginliklere göz dikerek ayrılıkları kaşıyan aktörlerin var olduğuna işaret eden Görmez sözlerine şöyle devam etti: “ Bu toprakların üzerinde var olan dini, mezhebi ve etnik farklılıkların varlığı, bu toprakları bereketli kılmaktadır. Farklılıkları rahmet olarak gören bir anlayışın mensubu olanların kendilerini bu rahmetten yoksun bırakmaları söz konusu olamaz. Bütün ilahi dinlere göre mazlumun da dinine bakılmaz, zalimin de dinine bakılmaz. Her nerede olursa olsun mazlum ve mağdura dini ve mezhebi sorulmaksızın kucak açılır. Ve her kim olursa olsun dinine bakılmaksızın zalime karşı olmak vicdan ahlakının gereğidir.
Zulme, sömürüye, işgale, savaşa, baskıya, menfaate, korsanlığa, silaha ve güce dayalı egemen uygarlıktan kurtularak adalete, dayanışmaya, bağımsızlığa, barışa, özgürlüğe, dostluğa, bilgeliğe, hukuka ve ahlaka dayalı evrensel değerlerin medeniyetini oluşturma gayesi insanlığın vecibesi olmalıdır.”Dini kurumlar ve din adamlarının son yüzyıllarda sekülerizmin etkin gücü ile zayıfladığını belirten Görmez, siyasetin dini kurumların ve toplumların güç kaygısının bir aracı olarak görmekten geri durmadığını belirtti.

Görmez, din adamları olarak dinlerin gücünü siyasetin yanlış emellerine vermemeleri gerektiği uyarısında bulundu. Görmez şunları söyledi: “Bizler buradan dünyaya seslenmeli ve demeliyiz ki; ‘Hiçbir siyasi mühendislik çalışmaları tarih boyunca yaşadığımız beraberliğimize halel getiremez. Bu birlikteliğimizi bozma çabası üzerine yapılacak her türlü girişimler ve oluşumların bizlerden destek alması mümkün olmayacağı gibi bütün bunlar kadim dini geleneklerimiz tarafından etkisiz hale getirilecektir.’ Bizler insanlığın vicdanına seslenmeli ve demeliyiz ki; ‘Bir tarafta çılgınca aşırı tüketimin, israfın, hızın ve hazzın yaşandığı mutlu azınlığın oluşturduğu dünya, diğer tarafta açlık sınırının, sokağa terk edilmişliğin, zulüm karşısında yurtlarını terk edenlerin ve gelecek endişesi taşıyan ve bütünüyle çaresizliği yaşayan kimsesiz ve sessiz çoğunluğun oluşturduğu bir dünya var ise insanlığın vicdanı nerededir? Kuran’ın ifadesiyle ‘feeyne tezhebün’ demeli ve bu gidişata karşı dur demek için, durup düşünmeliyiz.”