HAS Parti Lideri Kurtulmuş,Beyaz Gazete'ye anlattı...
Türk siyasetinin son dönemlerinde ileri görüşlülüğü ve güler yüzü ile öne çıkan Has Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, Beyaz Gazete’ye önemli açıklamalarda bulundu. 28 Şubat döneminden, dış politikadaki gelişmelere, siyasi hedeflerinden, yeni anayasa çalışmalarına kadar birçok konuda soruları yanıtlayan Kurtulmuş, “Hedefim Allah’ın rızasını ve halkın rahatını kazanmaktır” dedi.
Şu anda Türkiye 'de darbelerle yüzleşme akımı var. Hem 28 Şubat sürece hem 12 Eylül darbesi ile… Gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gelinen noktada tabii ki Türkiye 'de fevkalade olumlu adımlar atılmıştır. Bunlar milletin uzun süredir beklediği atılmasını zorunlu gördüğü adımlardı. Bildiğiniz gibi Has Parti olarak 16 Ocak 2012 'de, 28 Şubat 'ın soruşturması ile ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 'na suç duyurusunda bulunduk. Çünkü şimdiye kadar 28 Şubat 'la ilgili çok şey konuşuluyor ama bir türlü 28 Şubat 'ın üstündeki o kara örtü kaldırılamıyordu. Arkasından 28 Şubat günü Sincan 'da 'Tankın değil halkın sesi ' isimli bir yürüyüşle konuyu gündeme taşıdık. Yine defaatle yaptığımız basın toplantılarında meselenin sadece bir Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturması kapsamında ele alınmasının eksik olacağını aynı zamanda bir meclis araştırma komisyonunun kurulmasının da şart olduğunu ifade ettik. Çok şükür bunların hepsi çok kısa bir süre içerisinde gerçekleşmiş oldu. Bizim açımızdan da bu fevkalade sevindirici bir durumdur. Ancak 28 Şubat 'la hesaplaşmak demek sadece Çevik Bir Paşa sadece Batı Çalışma Grubu kapsamında ele alınacak bir iş değildir. Evet, asker topunu tüfeğini çıkardı tankıyla Bir 'in ifadesiyle “balans ayarları” yapıldı ama 28 Şubat çok kapsamlı bir projeydi ve çok başarılı olmuş bir projeydi. 28 Şubat 'ın başka ayakları da vardı.
28 ŞUBAT SONUCU SİVİL GENERALLERLE ALDI
Örneğin; 28 Şubat tanklar, tüfekler sokaklara çıkarıldı ama parlamento kapatılmadı. 1969 ihtilalinde olduğu gibi 1980 ihtilalinde olduğu gibi parlamento kapatılarak bir değişim yapılmadı. Maalesef parlamento içerisindeki sivil generaller eliyle siyasi sonuç alındı. Bir takım baskılarla, şantajlarla menfaat teminleriyle hükümet ortağı Doğru Yol Partisi 'nin 50 'ye yakın milletvekili istifa ettirilerek hükümetin çoğunluğu düşmüş oldu. Ve böylece hükümet iş başından uzaklaştırılmış oldu. Dolayısıyla 28 Şubat 'ın bir siyasi ayağı var. 28 Şubat 'ın siyasi ayağının da mutlaka incelenmesi lazım. O dönemde verilen brifinglerle ortaya konulan talimatlarla mesela 'Topyekun savaş ' manşetleri atacak kadar millete karşı hırslanmış gazeteciler, genel yayın yönetmenleri ve köşe yazarları vardı.
YAZARLARIN KALEMİNDEN KAN DAMLIYORDU
Her birisinin kaleminden kanlar damlıyordu. Dolayısıyla o dönemde 28 Şubat 'a alkış tutan medya mensupları, medya yöneticileri ve köşe yazarları var. Ayrıca o dönemde sivil toplum kuruluşları adı altında beşli çete diye, 28 Şubat 'ın şakşakçılığını yapan sivil toplum kuruluşları vardı. O zaman ki TİSK 'in Genel Başkanı Refik Baydur daha sonraki süreçte “Birileri tarafından kullanıldık” diye çok açık görüşlerini ifade etti. 28 Şubat 'ın bürokrasi ayağı vardı. Bürokraside insanları herhangi bir resmi dairedeki kapıcıya kadar odacıya kadar fişleyen bürokratlar vardı. Bunlar 28 Şubat 'a ciddi şekilde destek oldu. 28 Şubat 'ın üniversite ayağı vardı. Örneğin ikna odaları kurarak 17–18 yaşındaki gencecik kız çocuklarını psikolojik işkenceden üniversite rektörleri ve rektör yardımcıları vardı. Bütün bunlar olmamış gibi davranılamaz. Ayrıca bir de tekelci sermaye var. Bütün bu süreci destekleyen askeri de kullanan medyayı da kullanan tekelci sermaye var. Bunların hepsinin ortaya çıkartılması, yapanın yanına kar kalmaması lazım.
28 ŞUBAT 'TA ABD-İSRAİL İMASI
Ayrıca başka önemli bir husus daha var. Ben yine Türk kamuoyunda bunu üç hafta önce paylaştım. Bu işin bir de uluslar arası ayağı var. İsrail ve Amerika ayağı var. Mesela Sayın Çevik Bir 'in, Martin Sherman ile birlikte çift imzalı olarak kaleme aldığı 2002 'nin sonbahar sayısında bir siyaset bilimi dergisinde kaleme aldığı bir makale var. Makalenin başlığı şu 'Ortadoğu için Batı 'da istikrarın formülü Türkiye+İsrail '. Makalenin içerisinde şu söyleniyor; “Mevcut Refah-Yol hükümeti İsrail ile ilişkileri soğutuyordu. Halbuki İsrail ile Türkiye ne kadar yakın olursa, bu Amerika 'nın o kadar menfaatinedir. Dolayısıyla biz İsrail ile ilişkilerin uzaklaşmasından rahatsızlık duyduk. Milli Güvenlik Kurulu vasıtasıyla baskı yaparak 1997 yılının Haziran ayında hükümetin istifa etmesine kadar baskı yaparak bu ilişkilerin düzeltilmesine çalıştık” diyor.
Buna benzer onlarca makale uluslar arası medyada yer aldı. Dolayısıyla çok kapsamlı bir süreçtir. Bu süreçlerde kimin ne dâhili varsa, kimin ne rolü varsa bunların hepsi aydınlanması gerekir. Brifingler verildi. Bu brifingleri kim verdi, niçin verdi, kimler katıldı ve ne konuşuldu? Bunların hepsinin ortaya konulması lazım. Biz tüm bunları yaparken derdimiz Ahmet Bey, Mehmet Bey değildir. Falanca paşa, falanca köşe yazarı ve falanca üniversite hocası bizim derdimiz değildir. Bizim derdimiz Türkiye 'dir. Türkiye 'de ikide bir geçmişte ne oldu? 27 Mayıs 'ta ne oldu? 28 Şubat 'ta ne oldu? 12 Eylül 'de ne oldu? 27 Nisan 'da ne oldu? Diye geriye dönüp bakamaz. Türkiye arkasında ne kadar pis ve karanlık iş varsa bunların hepsini temizlemeli ki şöyle rahat bir şekilde arkasına yaslansın ve önünü - yönünü geleceğe doğru çevirsin.
KARANLIK NOKTALAR AYDINLANMALI
Şimdi bu kadar genç ve dinamik nesil varken ülkeye yazık oluyor. Bu kadar yıllık siyasi hayatta o kadar çok karanlık nokta var ki, bunların hepsi aydınlanmalı. Türkiye artık 1997 'yi, 2007 'yi, 1960 'ı, 1980 'i, 1971 'i konuşmasın. Türkiye 2050 'yi konuşsun, 2100 'ü konuşsun. Nasıl bir Türkiye 'yi inşa edeceğiz? Bunun için 28 Şubat 'la hesaplaşmak zorunludur. 12 Eylül 'le hesaplaşmak zorunludur. Ancak bunlarla hesaplaşmak demek sadece belli isimleri mahkeme önüne çıkarmak demek değildir. 12 Eylül 'ün ortaya koyduğu siyasal sistemin bütünüyle değiştirilmesini sağlamaktır. Neyi kastediyorum? Her anayasa bir sistem getirdi. 1982 anayasası da bir sistem getirdi. Bir sandık olacak ama bu millete güven olmaz bu millet davulcuya zurnacıya kaçar o yüzden sandığın önüne bir takım engeller koyalım daha doğrusu bir takım süzgeçler koyalım dediler. Nasıl koydular? Milli Güvenlik Kurumu 'nu, YAŞ 'ı, HSYK 'yı, Anayasa Mahkemesi 'ni, Cumhurbaşkanlığı 'nı, YÖK 'ü ve bir takım anayasal kuruluşları kurarak millet iradesini parçaladılar. Daha doğrusunu millet iradesini bay-pas ettiler. Şimdi bu sistem böyle durduğu sürece her zaman için Türkiye 'de bir ihtilal süreci, olağanüstü durum söz konusudur.
DARBE HER ZAMAN TEHDİT
Bugün hükümet sayısal olarak ve siyasal olarak çok güçlü. O yüzden bugün bir ihtilal yapma imkânı yok. Zaten olsaydı 2007 'de Balyoz milletin kafasında parçalanırdı. Yapamadıkları için uluslar arası konjonktür buna müsaade etmediği için yapamamışlar. Ama rahmetli Özal 'ın kısa şortla askerleri denetlediğini hatırlayın. Hepimiz o zaman dedik ki bu memlekette ihtilal olmaz. Ama Özal 'dan sonra iki kere daha ihtilal oldu. Dolayısıyla bunların ortadan kalkması için Türkiye 'deki bu anayasal düzenin mutlaka değişmesi gerekiyor. Sadece yerimizi arkamızı temizlemek yetmiyor. Önümüze güvenli bir şekilde bakabilmek için önce 12 Eylül 'ün getirdiği önce anayasanın topyekun değişmesi, siyasal parti yasasının, seçim yasasının, Meclis iç tüzüğünün değişmesi ve gerçekten milletin egemen olduğu bir sistemin kurulması şarttır. Bunların hepsinin ilk adımı olarak 28 Şubat 'la, 12 Eylül 'le hesaplaşmak doğrudur. Birkaç soruşturma yapıp iş bitti diye düşünürsek büyük yanılgının içerisinde oluruz. Türkiye geçmişinde tüm karanlık noktalarla bununla sadece ihtilalleri kastetmiyorum Muhsin Yazıcıoğlu suikastından, Turgut Özal 'ın vefatına kadar Recep Yazıcıoğlu 'nun trafik kazasından, Aydın Menderes 'in trafik kazasına kadar bir sürü soru işaretleri olan olaylar vardır. Türkiye 'de ayrıca Maraş olayları, Çorum olayları, Gazi olayları ve Sivas olayları gibi bir sürü toplumsal karanlık odanın kışkırttığı işler vardır. Bunların hepsinin hakikatinin ortaya çıkması lazım. Uğur Mumcu cinayetinden, Hrant Dink cinayetine kadar failleri yakalanmış ama asıl vurduranların hala şüphede olduğu cinayetler vardır. Bunların hepsini aydınlatmayan bir Türkiye nasıl geçmişinden emin olacak nasıl yarınlarına emin bir şekilde bakacak? Biz onun için önce bütün karanlık noktaların temizlenmesini şart olarak kabul ediyoruz. Bu ilk adımdır. İkinci adımda yeni anayasa ile birlikte Türkiye 'yi inşa etmektir.
Türkiye 'de ortak bir akılla yeni anayasa yapacak durumda mı sizce?
Biz en baştan şunu teklif ettik. Dedik ki Türkiye 'de gerçekten topyekun bir anayasa değişikliği yapılacaksa bunun en sağlam yolu bütün meşruiyet tartışmaları ortadan kaldıracak en meşru yol halk tarafından seçilmiş bir anayasa meclisi marifetiyle anayasayı yapmaktır. Biz bunu son üç senedir gündeme getiriyoruz. Bütün iller bir seferlik anayasa yapmak için anayasa meclis üyelerini seçecek ve bu insanlar bir araya gelecek. Tunceli alevi birisini gönderecek. Diyarbakır Kürt birisini gönderecek. Batman daha dindar bir Kürt gönderecek. Konya muhafazakâr birini gönderecek. İzmir daha seküler birisini gönderecek. Bütün Türkiye 'de kim varsa bir araya gelecek biz bunun yasasını da hazırladık. Hem 2010 'daki anayasa değişikliğinde teklif ettik hem bu süreçte Meclis başkanına da verdik. En doğru yol buydu. Ama maalesef bu yapılamadı. Ama sizi temin ederek söylerim ki önümüzdeki beş – altı yıl süre içerisindeki Türkiye anayasa meclisi marifetiyle yeni bir anayasa yapmak zorunda kalacaktır. Şu zamana kadar yapılmadı. Şuan ki siyasi şartlar buna müsaade etmedi. Parlamentoda siyasi çoğunluk böyle bir irade ortaya koymadı.
YENİ ANAYASA İÇİN HÜKÜMETİ İTİYORUZ
Ama olsun biz bu yapılmadı diye kenarda durmuyoruz ve sürekli olarak anayasanın yapılması için hükümeti arkadan itiyoruz, teşvik ediyoruz. STK 'ların devreye girmesini, üniversitelerin devreye girmesini istiyoruz. Dolayısıyla bir iklim oluşturma niyetindeyiz. Meclis başkanımız birkaç sefer söyledi “Anayasa yapma istemi yok” dedi. Bende şunu söylüyorum Türkiye 'de halkın nezdinde yeni bir anayasa yapma iklimi vardır. İklimi bozuk olan parlamentodur. Dolayısıyla parlamentonun yeni bir anayasa yapması için iklimi düzeltmesi lazım.
Ümit ederim ki dört partinin mutabakatıyla anayasa değişikliği olur. Bu memlekette kayıtsız şartsız milleti egemen kılacak özgürlükçü, katılımcı, eşitlikçi bir anayasa yapmak konusunda hükümet adım atarsa parlamento içerisinde istediği geniş mutabakatı bulamazsa sakın endişe etmesin dönsün milletle mutabakat yapsın. Herhangi bir şekilde bu millet kendi hayrına olacak her türlü anayasa değişikliğine büyük oranda 'evet ' diyecektir. Hükümet yeni anayasa yapma konusunda cesur adım atmalıdır. Mutabakat sağlamaya gayret etmelidir. Eğer istenilen mutabakat sağlanamazsa işi referanduma götürmelidir. 2010 'daki referandumdaki 'Evet 'den çok daha yüksek bir oranda, milliyetin hayrına olacak bir anayasa değişikliğine 'Evet ' diyecektir.
Merhum Necmettin Erbakan 'a yakın isimlerinden Saadet Partisi yöneticisi Oğuzhan Asiltürk 'ün, Ergenekon ile ilgili bazı açıklamaları oldu. Ergenekon operasyonunun ABD 'nin bir planı olduğunu ifade eden Asiltürk, ABD 'nin kendi karşıtı olan milliyetçi subayları tasfiye ederek İran 'a ve Suriye 'ye muhtemel bir harekat düzenlemek için zemin hazırladığını söyledi. Siz bu söylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başkasının nasıl değerlendiği beni çok ilgilendirmez. Siyasi hayatımızda çok fazla darbeler vardır. Bir sürü de darbe girişimleri vardır. Başarılı olanlar 28 Şubat 'ta hem siyasete hem sosyolojiye müdahale etmiştir. Bu memleketin önü hep darbelerle ve darbe teşebbüsleri ile kesilmiştir. Bu çok partili siyasi hayatımızdaki darbeler bize öğretti ki bu darbelerin tamamı ABD yanlısı darbelerdir. Darbe hazırlıkları yapanlarında tamamı da dışardan destek alarak darbe yapmak için mücadele etmişlerdir. Ergenekon 'u da, Balyoz 'u da, Ay Işığı 'da bilmem nesi de dışardan destekli darbe teşebbüsleridir.
Saadet Partisi Genel Başkanlık yaptığınız dönemde parti içerisinde Ergenekon davası ile ilgili herhangi bir bakış ile karşılaştınız mı? Sizin üzerinizde bir baskı uygulandı mı? Çünkü Has Parti ekibiyle partiden ayrıldı. Dışardan görünen gibi olmadı içerde neler oldu?
Benim ve arkadaşlarımın darbe konusundaki fikirlerimiz açıktır. Türkiye 'deki en kötü hükümeti en iyi darbeye tercih ederiz. Türkiye 'de iyi darbe diye bir şey olmaz Darbe demek ve darbenin alkışçılığını yapmak millete ihanet demektir. Darbe teşebbüsünü hoş görmeye çalışmak da millete ihanet demektir. Bizim zannediyorum o partinin içerisinde bir baskı olmadı ama bu fikirler söyleniyorsa çok temek bir fikir ayrılığı var demektir. Milli Görüş hareketinin de önü sürekli darbelerle kesilmedi mi? Milli Nizam Partisi, Mili Selamet Partisi ve Refah Partisi Amerikancı darbeciler tarafından kapatılmadı mı? Halkın helal oyları ile seçilmiş rahmetli Erbakan, Amerikancı darbeciler tarafından Başbakanlık 'tan indirilmedi mi? Bu kadar açık olan bir durumun zıddı görüş belirtmeyi açıkçası doğru bulmuyorum. Türkiye siyasi tarihinde de en çok darbelerden çeken rahmetli Erbakan 'dır.
28 Şubat sürecinde yaşadığınız kişisel bir anınız var mı?
28 Şubat döneminde ben üniversitedeydim. 28 Şubat sürecinden sonra aktif siyasete girdim. Allah biliyor ki belki 28 Şubat süreci olmasaydı ben aktif siyasetin içerisinde olmayacaktım. İstanbul Üniversitesi 'nde zulümler oluyor eşim üniversiteden başörtüsü nedeniyle atıldı. Bir sürü öğrencimiz birçok zorluklar içerisinde kaldı. Bir ceberut yönetim Türkiye 'de milletin çocuklarına kan kusturuyor. Biz üniversitenin içinde hizmet etmeye çalışıyoruz ama sonra bir baktık ki bu işler kötüye gidiyor. Acaba siyaset yoluyla müdahale edilebilir mi? Allah biliyor ki bu anti demokratik havanın değişmesine katkıda bulunmak için 28 Şubat sonrasında Fazilet Partisi ile aktif siyasete girdim. Siyasete girme nedenimiz buydu. 28 Şubat olmasaydı bu mücadelenin içerisinde partisel olarak olmayabilirdik.
Sizi 28 Şubat siyasete soktu diyelim o zaman?
Hayır, öyle demeyelim ama o baskıyı engellemek ve ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak için girdik. Rahmetli Erbakan Hoca 'ya şunu söylediğimi hatırlıyorum, herkesin kendini gizlediği veya kaçtığı bir dönemde “Biz buradayız, biz de varız biz de mücadelenin içindeyiz” deme cesaretini göstererek bu işin içine girdik. Millete karşı yapılan haksızlıklarında bir nebze olsun mücadele yoluyla hafiflemesi için katkıda bulunmak istedik.
Önümüzdeki seçimlerden beklentileriniz neler?
Biz Has Parti olarak neyin gitmesi gerektiğini değil neyin gelmesi gerektiğini de ortaya koyuyoruz. Fikir ve projelerimizi seçim beyannamemize koyduk. Yeni Türkiye 'yi nasıl inşa edeceğiz? Ekonomi alanında nasıl bir inşa edeceğiz? Siyaset alanında nasıl bir inşa edeceğiz? Toplumsal barışı nasıl sağlayacağız? Bunları sadece laf olarak değil en iyi noktalar halinde projeler olarak ortaya koyuyoruz. Bu projelerimiz hükümet tarafından ve muhalefet tarafından benimseniyor ve gündeme getiriliyor. Mesele seçimlerden önce cari açıklarla ilgili birçok şey söyledik. O zaman hükümetten gelen tepki de 'Ne güzel dışardan para geliyor borçlanıyoruz. Cari açıkta çok da önemli değildir ' şeklindeydi. Ama seçimden sonra cari açıktan sonra alınan tedbirlerin önemli bir kısmı bizim seçim beyannamemizde ortaya koyduğumuz fikirlerdi. Anayasa ile ilgili fikirlerimiz bugün Türkiye 'de çok geniş şekilde kamuoyunu etkiliyor. Bizim söylediğimiz şeyler başka partiler tarafından ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarından dile getiriliyor. Bunlar son derece sevindirici.
HAS PARTİ SİYASETİ FORMATLIYOR
2 Ağustos 2011 'den bu yana Suriye konusunda yaptığımız tespitlerde ne kadar haklı olduğumuzu bugünkü gelişmelerde görüyoruz. Has Parti siyaseten doğru şeyler söylüyor. Mesela ben bu yıl üniversitelerde konferanslar verdim. En son Çorum Hitit Üniversitesi 'nde 23. konferansımı verdim. Çok farklı kesimden gençlerle bir araya geldik. İnsanlar bizi dinliyorlar, katılıyorlar ve soru soruyorlar. Şunu gördük ki sözümüzün etkili olmasının temel nedenlerinden birisi biz mahşeri vicdanların yani ortalama akıl ve vicdan sahibi insanlarımızın kabul edebileceği görüşleri söylüyoruz. Dolayısıyla Has Parti Türkiye siyasetini yeniden formatlıyor, etkili oluyor. Halk bizi gittiğimiz yerlerde ilgi ile takip ediyor. Geçmiş seçimde oy vermedi ama inşallah önümüzdeki dönemde bu doğru fikirleri bu doğru projeleri, geniş kesimlerle buluşturmak için çabalıyoruz, gayret sarf ediyoruz. Nihayetinde bizim siyasetteki hedefimiz nedir derseniz şu cümle ile özetleyebilirim; Allah 'ın rızasını halkın rahatını kazanmaktır.
Ortadoğu 'da diktatörler teker teker yıkıldı. Bu kapsamda Türk dış politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Arap baharı diye adlandırılan bu gelişmeler tek bir sebepten kaynaklanmıyor bir çok nedeni var. Bunlardan bir tanesinin soğuk savaş döneminin politik yapıları bitti. Önce Doğu Avrupa şekillendi arkasından dünyanın başka ülkeleri şekillendi. Şimdi sıra Ortadoğu 'ya yöneldi. Ortadoğu 'da Amerika ve Rusya arasında o denge döneminde bazı ülkeler Amerika 'nın payına bazı ülkeler de Rusya 'nın payına düştü. Şimdi bu paylaşım bittiğine göre bu ülkelerdeki diktatörler ya Amerika tarafından yada Rusya tarafından desteklendi. Şimdi bu durum epeyce bölge ülkelerini taşıyamayan bir durumdu. Bu bölgelerdeki rejimlerin değişmesi eşyanın tabiatı gereği idi. Önce bir kere bu oluyor. İkincisi bu ülkelerin tamamında halk ile yönetim arasında nefret ilişkisi vardı. Yöneticiler otokratik, faşizan ve baskıcı bir şekilde halklarını eziyorlar. Halk da yönetimden gerçekten nefret ediyordu. Bu nefretin birkaç temel sebebi var. Birincisi işte bu baskı ikincisi bu diktatörlerin hepsinin etrafında yiyici, sömürücü, halkın zenginlerini talan eden azgın bir grup vardı. Tabi başka liderler olmak üzere… İşte Hüsnü Mübarek 70 milyar dolar parayı kaçırdığını söyleniyor. Kaddafi 'nin 30 küsür milyar dolar parası ve tonlarca altınını hala oğlunun elinde Afrika 'da bir yerlerde gizlendiği söyleniyor. Beşer Esad 'ın Batı bankalarında bir sürü hesaplarının olduğu ortaya çıkıyor. Buna mukabil halkları ise fukaralıktan zor ayakta duruyor. Bunun verdiği bir nefret var.
HALKLARINA DİKTATÖR İSRAİL 'E KEDİ
Bir üçüncü nefret ise özellikle İsrail 'in Gazze 'ye karşı yaptığı operasyondan sonra Arap dünyasında bu açıkça görüldü ki kendilerine karşı bir demir yumruk gibi kendilerinin başını ezen bu diktatörler aslında İsrail 'in karşısında uysal kedi gibi görünüyorlar. Bu da ayrı bir nefret dalgasını oluşturdu. Mesele Hüsnü Mübarek 'in gitmesindeki en temel nedenlerden birisi hatırlayacaksınız 'Free Gazze ' heyetenin Mısır 'daki limanı kullanarak Gazze 'ye geçmesini engellediler. Orada bizim partiden de arkadaşların bulunduğu heyete Mısır polisi saldırdı. Gaz bombası attı. Taş attı. Mısır istihbarat elemanları insanları copladılar. Bu Hüsnü Mübarek 'in girişinin nedeni olmuştur. Bu iç sosyolojik dengeler Arap baharını tetikledi. Tabiî ki buna mukabil dışarıdaki güçlerinde bu bölge için bir takım ekonomik faaliyetleri var. Örneğin Libya 'nın Seba ve Fizan bölgesi dünyanın en büyük güneş enerjisi toplama alanı. Burada 4.5 milyar dolarlık bir projeyle güneş pilleriyle güneş enerjisinin toplanması ve hatlarla Bingazi üzerinden Avrupa 'ya gönderilmesi projesi var. Yemen 'de, Cezayir 'de, Tunus 'ta mesela Tunus 'ta daha düne kadar petrol çıkmıyordu. Dış güçler bu ülkelerdeki yönetimin değişmesinin kendi menfaatlerine olacağını düşünmeleri Arap Baharı 'nı etkiledi. Gelelim Türkiye meselesine Türkiye bir de bölgede ayrıca 1990 'ların başından itibaren oluşturulmuş 1.Körfez savaşı ile birlikte yürürlüğe konan Büyük Ortadoğu Projesi var. Bazıları Büyük Ortadoğu Projesi bitti diyorlar. Doğru bitti. Sonra genişletilmiş Kuzey Afrika ve Büyük Ortadoğu Projesi haline döndü. Bugün başka bir aşamaya geçti. Bunun temeli iki temel sebebe dayanıyor. Bunlardan birisi bölgenin etnik farklılıklarıyla bir etnik çatışmaya sürüklenmesi. İkincisi mezhep kavgasının körüklenmesi. Bir tarafta İran, Suriye, Lübnan ve Bahreyn gibi körfez ülkelerinin oluşturduğu Şii kalkanı buna mukabilde Türkiye, Ürdün, Katar ve Suudi Arabistan 'ın oluşturduğu Sünni gücü.
OYUNA GELMEDİK, GELMEMELİYİZ
Çok şükür hem Türk hükümeti hem İran hükümeti bu oyuna 8 yıldır gelmedi. Ancak Suriye bu oyunun başlamasının fitilini ateşleyen bir alandır. Biz 2 Ağustos 'tan bu yana Suriye 'ye dış güçlerin müdahil olmayacağı Türkiye ve İran 'ın ortaklaşa bir şekilde oluşturacağı bir çözüm projesini ortaya koyuyoruz. Ama ne yazık ki Türkiye bir takım öngörü eksikleriyle bu anlamda eksik öngörüde bulundu Türkiye. Bunlardan birincisi batının kendisini sonuna kadar destekleyeceğini ve Suriye 'de Beşar Esad rejimini değiştireceğini zannetti. Hâlbuki bugün görüyoruz ki bir taraftan Arap birliği gözlemci heyeti bir taraftan da Kofi Annan 'la birlikte aslında Beşar Esad 'a zaman kazandırıyor.
Fransa en baştan beri Libya 'da olduğu gibi aynı rolü üstlendi. Son derece kötü bir ekonomiye sahip olan Fransa bu ekonomiye nefes aldırmak için dışarıda saldırgan bir politikayla hem kaynak elde etmek hem de dış politikada itibar elde etmek istiyor. Türkiye bu süreçte bölgenin akil bir ülkesi olarak hem mezhep ayrılığı çatışmalarının önüne geçebilir. Hem de dış güçlerin işin içerisine girmesini önleyecek bir hakem rolü izleyebilirdi. Ama ne yazık ki biraz önce dediğim gibi batının sonuna kadar destek vereceğini zannetti. İkincisi Beşar Esad rejiminin birkaç hafta içinde yıkılacağı zannedildi. Hâlbuki Suriye 'yi birazcık da olsa bilenler biliyor ki Suriye 'de insanları yok etme örgütleri diğer tarafta herkesi fişleme görevini yapan istihbarat örgütü diğer yandan bütün ekonomik gücü elinde bulunduran azınlık yönetiminin olduğu bir ülke Libya 'ya yada Mısır 'a benzemezdi. Buranın daha fazla direneceği tahmin edilmeliydi. Bu konuda büyük bir öngörü eksikliği oldu. Suriye ile ilgili bir problemi çözeceksiniz Rusya 'nın da işin içinde olması gerekir. Rusya 'nın da onayının alınması lazım. Rusya her zaman Suriye 'nin eli kanlı diktatörlüğünün arkasında durdu Birleşmiş Milletler 'de veto etti. Dolayısıyla Türkiye Suriye ilişkileri çok güzel gelişmişken şimdi yok edildi. Ümit ederiz ki bundan sonra sizin vasıtanızla bu seslenişi yapmayı vazife olarak kabul ediyorum. Türkiye inşallah bir fiili müdahalenin içinde olmaz ve bölgede kalıcı ve uzun süreli mezhep kavgasının fitilini ateşlemez. İran bir mezhep devleti şeklinde yaklaşıyor.
Biz Osmanlı 'nın mirası üzerine oturmuş bir ülke olarak biz mezhep refleksi ile hareket edemeyiz. Ya da bölgedeki mezhep reflekslerini en aza indirmemiz lazım. Mesela Irak merkezi hükümeti ile çok iyi ilişkiler geliştirilmişken biranda Irak merkezi hükümeti ile Türkiye 'nin ilişkileri kötü hale geldi. Füze kalkanını İran 'ın karşısına koyarak İran 'la ilişkiler gerginleştirildi. Ümit ediyorum bundan sonra kalıcı bir barış için Suriye 'de adımlar atılır. Türkiye, İran ve diğer bölge ülkeleri burada hızlı bir şekilde hakem rolünü üstlenirler. Mevcut yönetim halkın istediği bir yönetimle yer değiştirir. Suriye halkı kimi istiyorsa onu seçer ve rejimi öyle kurar.
BEYAZ GAZETE ÖZEL RÖPORTAJ
Oğuz Sinan DİŞLİ
Gelinen noktada tabii ki Türkiye 'de fevkalade olumlu adımlar atılmıştır. Bunlar milletin uzun süredir beklediği atılmasını zorunlu gördüğü adımlardı. Bildiğiniz gibi Has Parti olarak 16 Ocak 2012 'de, 28 Şubat 'ın soruşturması ile ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 'na suç duyurusunda bulunduk. Çünkü şimdiye kadar 28 Şubat 'la ilgili çok şey konuşuluyor ama bir türlü 28 Şubat 'ın üstündeki o kara örtü kaldırılamıyordu. Arkasından 28 Şubat günü Sincan 'da 'Tankın değil halkın sesi ' isimli bir yürüyüşle konuyu gündeme taşıdık. Yine defaatle yaptığımız basın toplantılarında meselenin sadece bir Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturması kapsamında ele alınmasının eksik olacağını aynı zamanda bir meclis araştırma komisyonunun kurulmasının da şart olduğunu ifade ettik. Çok şükür bunların hepsi çok kısa bir süre içerisinde gerçekleşmiş oldu. Bizim açımızdan da bu fevkalade sevindirici bir durumdur. Ancak 28 Şubat 'la hesaplaşmak demek sadece Çevik Bir Paşa sadece Batı Çalışma Grubu kapsamında ele alınacak bir iş değildir. Evet, asker topunu tüfeğini çıkardı tankıyla Bir 'in ifadesiyle “balans ayarları” yapıldı ama 28 Şubat çok kapsamlı bir projeydi ve çok başarılı olmuş bir projeydi. 28 Şubat 'ın başka ayakları da vardı.
28 ŞUBAT SONUCU SİVİL GENERALLERLE ALDI
Örneğin; 28 Şubat tanklar, tüfekler sokaklara çıkarıldı ama parlamento kapatılmadı. 1969 ihtilalinde olduğu gibi 1980 ihtilalinde olduğu gibi parlamento kapatılarak bir değişim yapılmadı. Maalesef parlamento içerisindeki sivil generaller eliyle siyasi sonuç alındı. Bir takım baskılarla, şantajlarla menfaat teminleriyle hükümet ortağı Doğru Yol Partisi 'nin 50 'ye yakın milletvekili istifa ettirilerek hükümetin çoğunluğu düşmüş oldu. Ve böylece hükümet iş başından uzaklaştırılmış oldu. Dolayısıyla 28 Şubat 'ın bir siyasi ayağı var. 28 Şubat 'ın siyasi ayağının da mutlaka incelenmesi lazım. O dönemde verilen brifinglerle ortaya konulan talimatlarla mesela 'Topyekun savaş ' manşetleri atacak kadar millete karşı hırslanmış gazeteciler, genel yayın yönetmenleri ve köşe yazarları vardı.
YAZARLARIN KALEMİNDEN KAN DAMLIYORDU
Her birisinin kaleminden kanlar damlıyordu. Dolayısıyla o dönemde 28 Şubat 'a alkış tutan medya mensupları, medya yöneticileri ve köşe yazarları var. Ayrıca o dönemde sivil toplum kuruluşları adı altında beşli çete diye, 28 Şubat 'ın şakşakçılığını yapan sivil toplum kuruluşları vardı. O zaman ki TİSK 'in Genel Başkanı Refik Baydur daha sonraki süreçte “Birileri tarafından kullanıldık” diye çok açık görüşlerini ifade etti. 28 Şubat 'ın bürokrasi ayağı vardı. Bürokraside insanları herhangi bir resmi dairedeki kapıcıya kadar odacıya kadar fişleyen bürokratlar vardı. Bunlar 28 Şubat 'a ciddi şekilde destek oldu. 28 Şubat 'ın üniversite ayağı vardı. Örneğin ikna odaları kurarak 17–18 yaşındaki gencecik kız çocuklarını psikolojik işkenceden üniversite rektörleri ve rektör yardımcıları vardı. Bütün bunlar olmamış gibi davranılamaz. Ayrıca bir de tekelci sermaye var. Bütün bu süreci destekleyen askeri de kullanan medyayı da kullanan tekelci sermaye var. Bunların hepsinin ortaya çıkartılması, yapanın yanına kar kalmaması lazım.
28 ŞUBAT 'TA ABD-İSRAİL İMASI
Ayrıca başka önemli bir husus daha var. Ben yine Türk kamuoyunda bunu üç hafta önce paylaştım. Bu işin bir de uluslar arası ayağı var. İsrail ve Amerika ayağı var. Mesela Sayın Çevik Bir 'in, Martin Sherman ile birlikte çift imzalı olarak kaleme aldığı 2002 'nin sonbahar sayısında bir siyaset bilimi dergisinde kaleme aldığı bir makale var. Makalenin başlığı şu 'Ortadoğu için Batı 'da istikrarın formülü Türkiye+İsrail '. Makalenin içerisinde şu söyleniyor; “Mevcut Refah-Yol hükümeti İsrail ile ilişkileri soğutuyordu. Halbuki İsrail ile Türkiye ne kadar yakın olursa, bu Amerika 'nın o kadar menfaatinedir. Dolayısıyla biz İsrail ile ilişkilerin uzaklaşmasından rahatsızlık duyduk. Milli Güvenlik Kurulu vasıtasıyla baskı yaparak 1997 yılının Haziran ayında hükümetin istifa etmesine kadar baskı yaparak bu ilişkilerin düzeltilmesine çalıştık” diyor.
Buna benzer onlarca makale uluslar arası medyada yer aldı. Dolayısıyla çok kapsamlı bir süreçtir. Bu süreçlerde kimin ne dâhili varsa, kimin ne rolü varsa bunların hepsi aydınlanması gerekir. Brifingler verildi. Bu brifingleri kim verdi, niçin verdi, kimler katıldı ve ne konuşuldu? Bunların hepsinin ortaya konulması lazım. Biz tüm bunları yaparken derdimiz Ahmet Bey, Mehmet Bey değildir. Falanca paşa, falanca köşe yazarı ve falanca üniversite hocası bizim derdimiz değildir. Bizim derdimiz Türkiye 'dir. Türkiye 'de ikide bir geçmişte ne oldu? 27 Mayıs 'ta ne oldu? 28 Şubat 'ta ne oldu? 12 Eylül 'de ne oldu? 27 Nisan 'da ne oldu? Diye geriye dönüp bakamaz. Türkiye arkasında ne kadar pis ve karanlık iş varsa bunların hepsini temizlemeli ki şöyle rahat bir şekilde arkasına yaslansın ve önünü - yönünü geleceğe doğru çevirsin.
KARANLIK NOKTALAR AYDINLANMALI
Şimdi bu kadar genç ve dinamik nesil varken ülkeye yazık oluyor. Bu kadar yıllık siyasi hayatta o kadar çok karanlık nokta var ki, bunların hepsi aydınlanmalı. Türkiye artık 1997 'yi, 2007 'yi, 1960 'ı, 1980 'i, 1971 'i konuşmasın. Türkiye 2050 'yi konuşsun, 2100 'ü konuşsun. Nasıl bir Türkiye 'yi inşa edeceğiz? Bunun için 28 Şubat 'la hesaplaşmak zorunludur. 12 Eylül 'le hesaplaşmak zorunludur. Ancak bunlarla hesaplaşmak demek sadece belli isimleri mahkeme önüne çıkarmak demek değildir. 12 Eylül 'ün ortaya koyduğu siyasal sistemin bütünüyle değiştirilmesini sağlamaktır. Neyi kastediyorum? Her anayasa bir sistem getirdi. 1982 anayasası da bir sistem getirdi. Bir sandık olacak ama bu millete güven olmaz bu millet davulcuya zurnacıya kaçar o yüzden sandığın önüne bir takım engeller koyalım daha doğrusu bir takım süzgeçler koyalım dediler. Nasıl koydular? Milli Güvenlik Kurumu 'nu, YAŞ 'ı, HSYK 'yı, Anayasa Mahkemesi 'ni, Cumhurbaşkanlığı 'nı, YÖK 'ü ve bir takım anayasal kuruluşları kurarak millet iradesini parçaladılar. Daha doğrusunu millet iradesini bay-pas ettiler. Şimdi bu sistem böyle durduğu sürece her zaman için Türkiye 'de bir ihtilal süreci, olağanüstü durum söz konusudur.
DARBE HER ZAMAN TEHDİT
Bugün hükümet sayısal olarak ve siyasal olarak çok güçlü. O yüzden bugün bir ihtilal yapma imkânı yok. Zaten olsaydı 2007 'de Balyoz milletin kafasında parçalanırdı. Yapamadıkları için uluslar arası konjonktür buna müsaade etmediği için yapamamışlar. Ama rahmetli Özal 'ın kısa şortla askerleri denetlediğini hatırlayın. Hepimiz o zaman dedik ki bu memlekette ihtilal olmaz. Ama Özal 'dan sonra iki kere daha ihtilal oldu. Dolayısıyla bunların ortadan kalkması için Türkiye 'deki bu anayasal düzenin mutlaka değişmesi gerekiyor. Sadece yerimizi arkamızı temizlemek yetmiyor. Önümüze güvenli bir şekilde bakabilmek için önce 12 Eylül 'ün getirdiği önce anayasanın topyekun değişmesi, siyasal parti yasasının, seçim yasasının, Meclis iç tüzüğünün değişmesi ve gerçekten milletin egemen olduğu bir sistemin kurulması şarttır. Bunların hepsinin ilk adımı olarak 28 Şubat 'la, 12 Eylül 'le hesaplaşmak doğrudur. Birkaç soruşturma yapıp iş bitti diye düşünürsek büyük yanılgının içerisinde oluruz. Türkiye geçmişinde tüm karanlık noktalarla bununla sadece ihtilalleri kastetmiyorum Muhsin Yazıcıoğlu suikastından, Turgut Özal 'ın vefatına kadar Recep Yazıcıoğlu 'nun trafik kazasından, Aydın Menderes 'in trafik kazasına kadar bir sürü soru işaretleri olan olaylar vardır. Türkiye 'de ayrıca Maraş olayları, Çorum olayları, Gazi olayları ve Sivas olayları gibi bir sürü toplumsal karanlık odanın kışkırttığı işler vardır. Bunların hepsinin hakikatinin ortaya çıkması lazım. Uğur Mumcu cinayetinden, Hrant Dink cinayetine kadar failleri yakalanmış ama asıl vurduranların hala şüphede olduğu cinayetler vardır. Bunların hepsini aydınlatmayan bir Türkiye nasıl geçmişinden emin olacak nasıl yarınlarına emin bir şekilde bakacak? Biz onun için önce bütün karanlık noktaların temizlenmesini şart olarak kabul ediyoruz. Bu ilk adımdır. İkinci adımda yeni anayasa ile birlikte Türkiye 'yi inşa etmektir.
Türkiye 'de ortak bir akılla yeni anayasa yapacak durumda mı sizce?
Biz en baştan şunu teklif ettik. Dedik ki Türkiye 'de gerçekten topyekun bir anayasa değişikliği yapılacaksa bunun en sağlam yolu bütün meşruiyet tartışmaları ortadan kaldıracak en meşru yol halk tarafından seçilmiş bir anayasa meclisi marifetiyle anayasayı yapmaktır. Biz bunu son üç senedir gündeme getiriyoruz. Bütün iller bir seferlik anayasa yapmak için anayasa meclis üyelerini seçecek ve bu insanlar bir araya gelecek. Tunceli alevi birisini gönderecek. Diyarbakır Kürt birisini gönderecek. Batman daha dindar bir Kürt gönderecek. Konya muhafazakâr birini gönderecek. İzmir daha seküler birisini gönderecek. Bütün Türkiye 'de kim varsa bir araya gelecek biz bunun yasasını da hazırladık. Hem 2010 'daki anayasa değişikliğinde teklif ettik hem bu süreçte Meclis başkanına da verdik. En doğru yol buydu. Ama maalesef bu yapılamadı. Ama sizi temin ederek söylerim ki önümüzdeki beş – altı yıl süre içerisindeki Türkiye anayasa meclisi marifetiyle yeni bir anayasa yapmak zorunda kalacaktır. Şu zamana kadar yapılmadı. Şuan ki siyasi şartlar buna müsaade etmedi. Parlamentoda siyasi çoğunluk böyle bir irade ortaya koymadı.
YENİ ANAYASA İÇİN HÜKÜMETİ İTİYORUZ
Ama olsun biz bu yapılmadı diye kenarda durmuyoruz ve sürekli olarak anayasanın yapılması için hükümeti arkadan itiyoruz, teşvik ediyoruz. STK 'ların devreye girmesini, üniversitelerin devreye girmesini istiyoruz. Dolayısıyla bir iklim oluşturma niyetindeyiz. Meclis başkanımız birkaç sefer söyledi “Anayasa yapma istemi yok” dedi. Bende şunu söylüyorum Türkiye 'de halkın nezdinde yeni bir anayasa yapma iklimi vardır. İklimi bozuk olan parlamentodur. Dolayısıyla parlamentonun yeni bir anayasa yapması için iklimi düzeltmesi lazım.
Ümit ederim ki dört partinin mutabakatıyla anayasa değişikliği olur. Bu memlekette kayıtsız şartsız milleti egemen kılacak özgürlükçü, katılımcı, eşitlikçi bir anayasa yapmak konusunda hükümet adım atarsa parlamento içerisinde istediği geniş mutabakatı bulamazsa sakın endişe etmesin dönsün milletle mutabakat yapsın. Herhangi bir şekilde bu millet kendi hayrına olacak her türlü anayasa değişikliğine büyük oranda 'evet ' diyecektir. Hükümet yeni anayasa yapma konusunda cesur adım atmalıdır. Mutabakat sağlamaya gayret etmelidir. Eğer istenilen mutabakat sağlanamazsa işi referanduma götürmelidir. 2010 'daki referandumdaki 'Evet 'den çok daha yüksek bir oranda, milliyetin hayrına olacak bir anayasa değişikliğine 'Evet ' diyecektir.
Merhum Necmettin Erbakan 'a yakın isimlerinden Saadet Partisi yöneticisi Oğuzhan Asiltürk 'ün, Ergenekon ile ilgili bazı açıklamaları oldu. Ergenekon operasyonunun ABD 'nin bir planı olduğunu ifade eden Asiltürk, ABD 'nin kendi karşıtı olan milliyetçi subayları tasfiye ederek İran 'a ve Suriye 'ye muhtemel bir harekat düzenlemek için zemin hazırladığını söyledi. Siz bu söylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başkasının nasıl değerlendiği beni çok ilgilendirmez. Siyasi hayatımızda çok fazla darbeler vardır. Bir sürü de darbe girişimleri vardır. Başarılı olanlar 28 Şubat 'ta hem siyasete hem sosyolojiye müdahale etmiştir. Bu memleketin önü hep darbelerle ve darbe teşebbüsleri ile kesilmiştir. Bu çok partili siyasi hayatımızdaki darbeler bize öğretti ki bu darbelerin tamamı ABD yanlısı darbelerdir. Darbe hazırlıkları yapanlarında tamamı da dışardan destek alarak darbe yapmak için mücadele etmişlerdir. Ergenekon 'u da, Balyoz 'u da, Ay Işığı 'da bilmem nesi de dışardan destekli darbe teşebbüsleridir.
Saadet Partisi Genel Başkanlık yaptığınız dönemde parti içerisinde Ergenekon davası ile ilgili herhangi bir bakış ile karşılaştınız mı? Sizin üzerinizde bir baskı uygulandı mı? Çünkü Has Parti ekibiyle partiden ayrıldı. Dışardan görünen gibi olmadı içerde neler oldu?
Benim ve arkadaşlarımın darbe konusundaki fikirlerimiz açıktır. Türkiye 'deki en kötü hükümeti en iyi darbeye tercih ederiz. Türkiye 'de iyi darbe diye bir şey olmaz Darbe demek ve darbenin alkışçılığını yapmak millete ihanet demektir. Darbe teşebbüsünü hoş görmeye çalışmak da millete ihanet demektir. Bizim zannediyorum o partinin içerisinde bir baskı olmadı ama bu fikirler söyleniyorsa çok temek bir fikir ayrılığı var demektir. Milli Görüş hareketinin de önü sürekli darbelerle kesilmedi mi? Milli Nizam Partisi, Mili Selamet Partisi ve Refah Partisi Amerikancı darbeciler tarafından kapatılmadı mı? Halkın helal oyları ile seçilmiş rahmetli Erbakan, Amerikancı darbeciler tarafından Başbakanlık 'tan indirilmedi mi? Bu kadar açık olan bir durumun zıddı görüş belirtmeyi açıkçası doğru bulmuyorum. Türkiye siyasi tarihinde de en çok darbelerden çeken rahmetli Erbakan 'dır.
28 Şubat sürecinde yaşadığınız kişisel bir anınız var mı?
28 Şubat döneminde ben üniversitedeydim. 28 Şubat sürecinden sonra aktif siyasete girdim. Allah biliyor ki belki 28 Şubat süreci olmasaydı ben aktif siyasetin içerisinde olmayacaktım. İstanbul Üniversitesi 'nde zulümler oluyor eşim üniversiteden başörtüsü nedeniyle atıldı. Bir sürü öğrencimiz birçok zorluklar içerisinde kaldı. Bir ceberut yönetim Türkiye 'de milletin çocuklarına kan kusturuyor. Biz üniversitenin içinde hizmet etmeye çalışıyoruz ama sonra bir baktık ki bu işler kötüye gidiyor. Acaba siyaset yoluyla müdahale edilebilir mi? Allah biliyor ki bu anti demokratik havanın değişmesine katkıda bulunmak için 28 Şubat sonrasında Fazilet Partisi ile aktif siyasete girdim. Siyasete girme nedenimiz buydu. 28 Şubat olmasaydı bu mücadelenin içerisinde partisel olarak olmayabilirdik.
Sizi 28 Şubat siyasete soktu diyelim o zaman?
Hayır, öyle demeyelim ama o baskıyı engellemek ve ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak için girdik. Rahmetli Erbakan Hoca 'ya şunu söylediğimi hatırlıyorum, herkesin kendini gizlediği veya kaçtığı bir dönemde “Biz buradayız, biz de varız biz de mücadelenin içindeyiz” deme cesaretini göstererek bu işin içine girdik. Millete karşı yapılan haksızlıklarında bir nebze olsun mücadele yoluyla hafiflemesi için katkıda bulunmak istedik.
Önümüzdeki seçimlerden beklentileriniz neler?
Biz Has Parti olarak neyin gitmesi gerektiğini değil neyin gelmesi gerektiğini de ortaya koyuyoruz. Fikir ve projelerimizi seçim beyannamemize koyduk. Yeni Türkiye 'yi nasıl inşa edeceğiz? Ekonomi alanında nasıl bir inşa edeceğiz? Siyaset alanında nasıl bir inşa edeceğiz? Toplumsal barışı nasıl sağlayacağız? Bunları sadece laf olarak değil en iyi noktalar halinde projeler olarak ortaya koyuyoruz. Bu projelerimiz hükümet tarafından ve muhalefet tarafından benimseniyor ve gündeme getiriliyor. Mesele seçimlerden önce cari açıklarla ilgili birçok şey söyledik. O zaman hükümetten gelen tepki de 'Ne güzel dışardan para geliyor borçlanıyoruz. Cari açıkta çok da önemli değildir ' şeklindeydi. Ama seçimden sonra cari açıktan sonra alınan tedbirlerin önemli bir kısmı bizim seçim beyannamemizde ortaya koyduğumuz fikirlerdi. Anayasa ile ilgili fikirlerimiz bugün Türkiye 'de çok geniş şekilde kamuoyunu etkiliyor. Bizim söylediğimiz şeyler başka partiler tarafından ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarından dile getiriliyor. Bunlar son derece sevindirici.
HAS PARTİ SİYASETİ FORMATLIYOR
2 Ağustos 2011 'den bu yana Suriye konusunda yaptığımız tespitlerde ne kadar haklı olduğumuzu bugünkü gelişmelerde görüyoruz. Has Parti siyaseten doğru şeyler söylüyor. Mesela ben bu yıl üniversitelerde konferanslar verdim. En son Çorum Hitit Üniversitesi 'nde 23. konferansımı verdim. Çok farklı kesimden gençlerle bir araya geldik. İnsanlar bizi dinliyorlar, katılıyorlar ve soru soruyorlar. Şunu gördük ki sözümüzün etkili olmasının temel nedenlerinden birisi biz mahşeri vicdanların yani ortalama akıl ve vicdan sahibi insanlarımızın kabul edebileceği görüşleri söylüyoruz. Dolayısıyla Has Parti Türkiye siyasetini yeniden formatlıyor, etkili oluyor. Halk bizi gittiğimiz yerlerde ilgi ile takip ediyor. Geçmiş seçimde oy vermedi ama inşallah önümüzdeki dönemde bu doğru fikirleri bu doğru projeleri, geniş kesimlerle buluşturmak için çabalıyoruz, gayret sarf ediyoruz. Nihayetinde bizim siyasetteki hedefimiz nedir derseniz şu cümle ile özetleyebilirim; Allah 'ın rızasını halkın rahatını kazanmaktır.
Ortadoğu 'da diktatörler teker teker yıkıldı. Bu kapsamda Türk dış politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Arap baharı diye adlandırılan bu gelişmeler tek bir sebepten kaynaklanmıyor bir çok nedeni var. Bunlardan bir tanesinin soğuk savaş döneminin politik yapıları bitti. Önce Doğu Avrupa şekillendi arkasından dünyanın başka ülkeleri şekillendi. Şimdi sıra Ortadoğu 'ya yöneldi. Ortadoğu 'da Amerika ve Rusya arasında o denge döneminde bazı ülkeler Amerika 'nın payına bazı ülkeler de Rusya 'nın payına düştü. Şimdi bu paylaşım bittiğine göre bu ülkelerdeki diktatörler ya Amerika tarafından yada Rusya tarafından desteklendi. Şimdi bu durum epeyce bölge ülkelerini taşıyamayan bir durumdu. Bu bölgelerdeki rejimlerin değişmesi eşyanın tabiatı gereği idi. Önce bir kere bu oluyor. İkincisi bu ülkelerin tamamında halk ile yönetim arasında nefret ilişkisi vardı. Yöneticiler otokratik, faşizan ve baskıcı bir şekilde halklarını eziyorlar. Halk da yönetimden gerçekten nefret ediyordu. Bu nefretin birkaç temel sebebi var. Birincisi işte bu baskı ikincisi bu diktatörlerin hepsinin etrafında yiyici, sömürücü, halkın zenginlerini talan eden azgın bir grup vardı. Tabi başka liderler olmak üzere… İşte Hüsnü Mübarek 70 milyar dolar parayı kaçırdığını söyleniyor. Kaddafi 'nin 30 küsür milyar dolar parası ve tonlarca altınını hala oğlunun elinde Afrika 'da bir yerlerde gizlendiği söyleniyor. Beşer Esad 'ın Batı bankalarında bir sürü hesaplarının olduğu ortaya çıkıyor. Buna mukabil halkları ise fukaralıktan zor ayakta duruyor. Bunun verdiği bir nefret var.
HALKLARINA DİKTATÖR İSRAİL 'E KEDİ
Bir üçüncü nefret ise özellikle İsrail 'in Gazze 'ye karşı yaptığı operasyondan sonra Arap dünyasında bu açıkça görüldü ki kendilerine karşı bir demir yumruk gibi kendilerinin başını ezen bu diktatörler aslında İsrail 'in karşısında uysal kedi gibi görünüyorlar. Bu da ayrı bir nefret dalgasını oluşturdu. Mesele Hüsnü Mübarek 'in gitmesindeki en temel nedenlerden birisi hatırlayacaksınız 'Free Gazze ' heyetenin Mısır 'daki limanı kullanarak Gazze 'ye geçmesini engellediler. Orada bizim partiden de arkadaşların bulunduğu heyete Mısır polisi saldırdı. Gaz bombası attı. Taş attı. Mısır istihbarat elemanları insanları copladılar. Bu Hüsnü Mübarek 'in girişinin nedeni olmuştur. Bu iç sosyolojik dengeler Arap baharını tetikledi. Tabiî ki buna mukabil dışarıdaki güçlerinde bu bölge için bir takım ekonomik faaliyetleri var. Örneğin Libya 'nın Seba ve Fizan bölgesi dünyanın en büyük güneş enerjisi toplama alanı. Burada 4.5 milyar dolarlık bir projeyle güneş pilleriyle güneş enerjisinin toplanması ve hatlarla Bingazi üzerinden Avrupa 'ya gönderilmesi projesi var. Yemen 'de, Cezayir 'de, Tunus 'ta mesela Tunus 'ta daha düne kadar petrol çıkmıyordu. Dış güçler bu ülkelerdeki yönetimin değişmesinin kendi menfaatlerine olacağını düşünmeleri Arap Baharı 'nı etkiledi. Gelelim Türkiye meselesine Türkiye bir de bölgede ayrıca 1990 'ların başından itibaren oluşturulmuş 1.Körfez savaşı ile birlikte yürürlüğe konan Büyük Ortadoğu Projesi var. Bazıları Büyük Ortadoğu Projesi bitti diyorlar. Doğru bitti. Sonra genişletilmiş Kuzey Afrika ve Büyük Ortadoğu Projesi haline döndü. Bugün başka bir aşamaya geçti. Bunun temeli iki temel sebebe dayanıyor. Bunlardan birisi bölgenin etnik farklılıklarıyla bir etnik çatışmaya sürüklenmesi. İkincisi mezhep kavgasının körüklenmesi. Bir tarafta İran, Suriye, Lübnan ve Bahreyn gibi körfez ülkelerinin oluşturduğu Şii kalkanı buna mukabilde Türkiye, Ürdün, Katar ve Suudi Arabistan 'ın oluşturduğu Sünni gücü.
OYUNA GELMEDİK, GELMEMELİYİZ
Çok şükür hem Türk hükümeti hem İran hükümeti bu oyuna 8 yıldır gelmedi. Ancak Suriye bu oyunun başlamasının fitilini ateşleyen bir alandır. Biz 2 Ağustos 'tan bu yana Suriye 'ye dış güçlerin müdahil olmayacağı Türkiye ve İran 'ın ortaklaşa bir şekilde oluşturacağı bir çözüm projesini ortaya koyuyoruz. Ama ne yazık ki Türkiye bir takım öngörü eksikleriyle bu anlamda eksik öngörüde bulundu Türkiye. Bunlardan birincisi batının kendisini sonuna kadar destekleyeceğini ve Suriye 'de Beşar Esad rejimini değiştireceğini zannetti. Hâlbuki bugün görüyoruz ki bir taraftan Arap birliği gözlemci heyeti bir taraftan da Kofi Annan 'la birlikte aslında Beşar Esad 'a zaman kazandırıyor.
Fransa en baştan beri Libya 'da olduğu gibi aynı rolü üstlendi. Son derece kötü bir ekonomiye sahip olan Fransa bu ekonomiye nefes aldırmak için dışarıda saldırgan bir politikayla hem kaynak elde etmek hem de dış politikada itibar elde etmek istiyor. Türkiye bu süreçte bölgenin akil bir ülkesi olarak hem mezhep ayrılığı çatışmalarının önüne geçebilir. Hem de dış güçlerin işin içerisine girmesini önleyecek bir hakem rolü izleyebilirdi. Ama ne yazık ki biraz önce dediğim gibi batının sonuna kadar destek vereceğini zannetti. İkincisi Beşar Esad rejiminin birkaç hafta içinde yıkılacağı zannedildi. Hâlbuki Suriye 'yi birazcık da olsa bilenler biliyor ki Suriye 'de insanları yok etme örgütleri diğer tarafta herkesi fişleme görevini yapan istihbarat örgütü diğer yandan bütün ekonomik gücü elinde bulunduran azınlık yönetiminin olduğu bir ülke Libya 'ya yada Mısır 'a benzemezdi. Buranın daha fazla direneceği tahmin edilmeliydi. Bu konuda büyük bir öngörü eksikliği oldu. Suriye ile ilgili bir problemi çözeceksiniz Rusya 'nın da işin içinde olması gerekir. Rusya 'nın da onayının alınması lazım. Rusya her zaman Suriye 'nin eli kanlı diktatörlüğünün arkasında durdu Birleşmiş Milletler 'de veto etti. Dolayısıyla Türkiye Suriye ilişkileri çok güzel gelişmişken şimdi yok edildi. Ümit ederiz ki bundan sonra sizin vasıtanızla bu seslenişi yapmayı vazife olarak kabul ediyorum. Türkiye inşallah bir fiili müdahalenin içinde olmaz ve bölgede kalıcı ve uzun süreli mezhep kavgasının fitilini ateşlemez. İran bir mezhep devleti şeklinde yaklaşıyor.
Biz Osmanlı 'nın mirası üzerine oturmuş bir ülke olarak biz mezhep refleksi ile hareket edemeyiz. Ya da bölgedeki mezhep reflekslerini en aza indirmemiz lazım. Mesela Irak merkezi hükümeti ile çok iyi ilişkiler geliştirilmişken biranda Irak merkezi hükümeti ile Türkiye 'nin ilişkileri kötü hale geldi. Füze kalkanını İran 'ın karşısına koyarak İran 'la ilişkiler gerginleştirildi. Ümit ediyorum bundan sonra kalıcı bir barış için Suriye 'de adımlar atılır. Türkiye, İran ve diğer bölge ülkeleri burada hızlı bir şekilde hakem rolünü üstlenirler. Mevcut yönetim halkın istediği bir yönetimle yer değiştirir. Suriye halkı kimi istiyorsa onu seçer ve rejimi öyle kurar.
BEYAZ GAZETE ÖZEL RÖPORTAJ
Oğuz Sinan DİŞLİ