Mehmet Arpacık resimleri New York'ta
Sanatçı Mehmet Arpacık, Stevens Institute of Technology The Innovation Universty kütüphanesinde eserlerini sergiliyor.
Sanatçı Mehmet Arpacık, 18 Nisan- 9 Mayıs 2012 tarihleri arasında Stevens Institute of Technology The Innovation Universty kütüphanesinde eserlerini sergiliyor.
Açılışta insan-doğa konulu bir konferansın verileceği sergi, Türkiye Cumhuriyeti Amerikan Başkonsolosluğu ve Light Millennium işbirliğiyle Türk Hava Yolları sponsorluğunda gerçekleştiriliyor.
İnsanoğlunun doğası, doğanın ta kendisi. İçinde bulunduğumuz, pozitif bilimlerle çevrili, iletişim çağında, her şeyin en kolayı ve mükemmeli için çaba sarf ediyoruz. Bunu genelde tabiattan, hatta kendi doğamızdan uzaklaşarak elde ediyoruz. Sakinlik, barış ve huzurun yerini kaotik bir koşuşturmaca alıyor. Bilim ve sanat da bu kaotik dünyada kendi diliyle varlığını sürdürme yarışında.
Sanat; eleştirisini ya da yorumunu getirirken günlük yaşamın, hayatın, varoluşun ya da bilemediğimiz bir başka duyumsamanın peşine düşüyor. Naiv sanat söz konusu olduğunda ise bir başka yaklaşımla karşılaşıyoruz. Konusu ne olursa olsun, sanatsal şiddet, iddialı vurgular, küçümseme, alaycı göndermeler ağır melankoli yer almaz naiv sanatta. Gülümseten saflığın, mizah ya da kara mizahla da ilgisi yoktur pek. Naiv sanatçının, masalsı duyumsamanın esrikliği içinde kaybolduğuna tanık oluruz. Gerçeklik duygusu, sanatsal gerçeklik olarak dahi çıkmaz karşımıza. Naiv kurguda aslında her şey gerçektir; tarlada insanlar çalışır, köyde düğün yapılır, çocuk uçurtma uçurur, şehirde kar yağar, balıkçılar köprüde toplanır, camiler, kiliseler gökyüzüne yükselir, pazardan alışveriş yapılır ama bütün bu gerçekler masaldır aynı zamanda. Masalı dinlemek yerine masala bakarız. Görmediklerimizi gösterir, gösterdiklerine gülümsetir. Akıllı ve becerikli yaşamlarımızda farkına varmadığımız bir özelliğin altı çizilir: kendiliğindenlik.
Bu sadece doğaya özgüdür. Geri kalan her konu, her alışkanlık, her davranış, her yaşam bize öğretilmiştir.
Bu kendiliğindenlik; saklanan, üstü örtülen, bir çocuksuluk olarak, beceriksizce aralardan göz kırpar izleyene.
Naiv sanatta her şey gerçek, her gerçek masaldır belki de.
FAHİR AKSOY 'UN MEHMET ARPACIK YORUMU
1936 yılında Bartın 'ın Arpacık Köyü 'nde doğan Mehmet Arpacık 'ın yapıtları doğal, yalın, katıksız, saf anlamına gelen ve Latincedeki nativüs sözcüğünden üretilen naif sözcüğüyle anlatılmak istenen bu sanatın somut bir örneğini, daha kesin bir ifadeyle simgesini oluşturmaktadır.
Naif sanat bir akım ya da ekol olmadığı için ilkeleri, kuralları yoktur. Bu sanata naif niteliği kazandıran baş öge (unsur) yitirilmemiş çocuksu duyarlıktır. Belli bir disiplin içinde izleyecekleri yolu, teknikleri kendileri bulur ve içgüdüsel olarak hedefledikleri estetik aşamaya ulaşırlar. Öteki sanat türlerinden etkilendikleri pek az saptanmıştır. Bu da onlara otantik (sahici) bir değere kavuşmalarına olanak sağlar. Bunun dışında bir başka kategoride ele alınabilecek olan belli ekol ve akımlara bağlı olmalarına karşın naif unsurların ağırlıkta olduğu (Chagall gibi) yapıtlar da vardır. Nasıl ki, öğrenim ve eğitimden geçmeyen naiflerle eğitim görmüş naifler arasında farklılıklar varsa… Onların aynı çizgide sıralanmaları sanatlarına egemen olan naif duyarlıklarıdır. Bu nedenle naif sanat yapıtlarını yargılarken akademik kurallar esas alınmamalıdır. Onları kendi mantıkları içinde irdelemek, genellemelerden kaçınmak gerekir. Aslında bu sanatçılarla ilgili “başarılı ya da başarısız” hükmüne varmak için sorunu göreceli ve nesnel ölçülerle ele almanın doğru olacağı kanısındayım.
Naif sanatla ilgili bu kısa açıklamamın nedeni bu sanatın “proto tipi” Mehmet Arpacık 'ın yapıtlarından aldığım esindir.
Köyünde, yaşadığı doğanın, geniş ovaların, ormanların, çağlayanların bilinçaltındaki birikimi, kentin gri örtüleriyle kapanmamış has renklerin, güneşin aydınlattığı berrak bir atmosferin iç dünyasında yoğrularak resimlerine yansımalarını açık-seçik gözlemekteyiz. Çoğunlukla açık ve orta ton renklerini geniş alanlara aktaran ve insana huzur veren, yer yer çoşku uyandıran yapıtları, kendine özgü bir anlatım içermekte, iyimserlik ve hoşnutluk duygularının uyanmasına neden olmakta, sanki bir tür rehabilitasyon sağlamakta… Onun resimlerinin yapılışının kolay görünmesini ise gerçekte eski bir deyimle “sehl-i mümteni” (imkânsız kolay) olarak vasıflandırmak gerekir. İşte bu yönüyle de resimleri naif bir karakter taşıdığı kanısını pekiştirmektedir.
Açılışta insan-doğa konulu bir konferansın verileceği sergi, Türkiye Cumhuriyeti Amerikan Başkonsolosluğu ve Light Millennium işbirliğiyle Türk Hava Yolları sponsorluğunda gerçekleştiriliyor.
İnsanoğlunun doğası, doğanın ta kendisi. İçinde bulunduğumuz, pozitif bilimlerle çevrili, iletişim çağında, her şeyin en kolayı ve mükemmeli için çaba sarf ediyoruz. Bunu genelde tabiattan, hatta kendi doğamızdan uzaklaşarak elde ediyoruz. Sakinlik, barış ve huzurun yerini kaotik bir koşuşturmaca alıyor. Bilim ve sanat da bu kaotik dünyada kendi diliyle varlığını sürdürme yarışında.
Sanat; eleştirisini ya da yorumunu getirirken günlük yaşamın, hayatın, varoluşun ya da bilemediğimiz bir başka duyumsamanın peşine düşüyor. Naiv sanat söz konusu olduğunda ise bir başka yaklaşımla karşılaşıyoruz. Konusu ne olursa olsun, sanatsal şiddet, iddialı vurgular, küçümseme, alaycı göndermeler ağır melankoli yer almaz naiv sanatta. Gülümseten saflığın, mizah ya da kara mizahla da ilgisi yoktur pek. Naiv sanatçının, masalsı duyumsamanın esrikliği içinde kaybolduğuna tanık oluruz. Gerçeklik duygusu, sanatsal gerçeklik olarak dahi çıkmaz karşımıza. Naiv kurguda aslında her şey gerçektir; tarlada insanlar çalışır, köyde düğün yapılır, çocuk uçurtma uçurur, şehirde kar yağar, balıkçılar köprüde toplanır, camiler, kiliseler gökyüzüne yükselir, pazardan alışveriş yapılır ama bütün bu gerçekler masaldır aynı zamanda. Masalı dinlemek yerine masala bakarız. Görmediklerimizi gösterir, gösterdiklerine gülümsetir. Akıllı ve becerikli yaşamlarımızda farkına varmadığımız bir özelliğin altı çizilir: kendiliğindenlik.
Bu sadece doğaya özgüdür. Geri kalan her konu, her alışkanlık, her davranış, her yaşam bize öğretilmiştir.
Bu kendiliğindenlik; saklanan, üstü örtülen, bir çocuksuluk olarak, beceriksizce aralardan göz kırpar izleyene.
Naiv sanatta her şey gerçek, her gerçek masaldır belki de.
FAHİR AKSOY 'UN MEHMET ARPACIK YORUMU
1936 yılında Bartın 'ın Arpacık Köyü 'nde doğan Mehmet Arpacık 'ın yapıtları doğal, yalın, katıksız, saf anlamına gelen ve Latincedeki nativüs sözcüğünden üretilen naif sözcüğüyle anlatılmak istenen bu sanatın somut bir örneğini, daha kesin bir ifadeyle simgesini oluşturmaktadır.
Naif sanat bir akım ya da ekol olmadığı için ilkeleri, kuralları yoktur. Bu sanata naif niteliği kazandıran baş öge (unsur) yitirilmemiş çocuksu duyarlıktır. Belli bir disiplin içinde izleyecekleri yolu, teknikleri kendileri bulur ve içgüdüsel olarak hedefledikleri estetik aşamaya ulaşırlar. Öteki sanat türlerinden etkilendikleri pek az saptanmıştır. Bu da onlara otantik (sahici) bir değere kavuşmalarına olanak sağlar. Bunun dışında bir başka kategoride ele alınabilecek olan belli ekol ve akımlara bağlı olmalarına karşın naif unsurların ağırlıkta olduğu (Chagall gibi) yapıtlar da vardır. Nasıl ki, öğrenim ve eğitimden geçmeyen naiflerle eğitim görmüş naifler arasında farklılıklar varsa… Onların aynı çizgide sıralanmaları sanatlarına egemen olan naif duyarlıklarıdır. Bu nedenle naif sanat yapıtlarını yargılarken akademik kurallar esas alınmamalıdır. Onları kendi mantıkları içinde irdelemek, genellemelerden kaçınmak gerekir. Aslında bu sanatçılarla ilgili “başarılı ya da başarısız” hükmüne varmak için sorunu göreceli ve nesnel ölçülerle ele almanın doğru olacağı kanısındayım.
Naif sanatla ilgili bu kısa açıklamamın nedeni bu sanatın “proto tipi” Mehmet Arpacık 'ın yapıtlarından aldığım esindir.
Köyünde, yaşadığı doğanın, geniş ovaların, ormanların, çağlayanların bilinçaltındaki birikimi, kentin gri örtüleriyle kapanmamış has renklerin, güneşin aydınlattığı berrak bir atmosferin iç dünyasında yoğrularak resimlerine yansımalarını açık-seçik gözlemekteyiz. Çoğunlukla açık ve orta ton renklerini geniş alanlara aktaran ve insana huzur veren, yer yer çoşku uyandıran yapıtları, kendine özgü bir anlatım içermekte, iyimserlik ve hoşnutluk duygularının uyanmasına neden olmakta, sanki bir tür rehabilitasyon sağlamakta… Onun resimlerinin yapılışının kolay görünmesini ise gerçekte eski bir deyimle “sehl-i mümteni” (imkânsız kolay) olarak vasıflandırmak gerekir. İşte bu yönüyle de resimleri naif bir karakter taşıdığı kanısını pekiştirmektedir.