İshak Alaton'dan Mason Açıklaması

Gazeteci yazar Mehmet Gündem'in kaleme aldığı "Lüzumlu Adam İshak Alaton" kitabı raflardaki yerini aldı.

İshak Alaton'dan Mason Açıklaması
'2050 yıllarında bizleri ne gibi bir hayat beklediğini çok merak ediyorum. Bilgisayarımdan araştırma raporları indirip okuyorum ve bundan büyük heyecan duyuyorum. '(sf.239)

KÜNYE

Yazar: Mehmet Gündem

Türü: Otobiyografi

Sayfa: 306

Basım: Mart 2012

Yayınevi: Alfa Yayınları

MASONLUĞUM UYKUDA

Kitapta, ortağı Üzeyir Garih'in tavsiyesiyle Mason locasına üye olduğunu belirten Alaton, hiçbir zaman aktif olmadığını söylüyor.

Mehmet Gündem 'in hazırladığı Lüzumlu Adam kitabında ünlü işadamı İshak Alaton'un yaşadığı hayat mücadelesini, kırılma anlarını, hüzünlerini, mutluluklarını, her ne olursa olsun yeniden başlama iradesini, sonsuz öğrenme azmini, kendini aşma çabalarını ve küçük de olsa hayata iz bırakma niyetine tanık oluyoruz. Bu noktada Gündem, 'Her tanıklığın, her bilginin ve her tecrübenin insanı biraz daha 'ağırlaştırdığını' fark ettim. Böylece bir asra yaklaşan yaşamında pek çok olaya merkezinde tanıklık etmiş 'ilerideki adam'ın hayatı iyice belirdi ve bu uzun soluklu çalışma iki cilt halinde yayıma hazırlandı ' diyor.

BİR DÖNEME IŞIK TUTUYOR

İlk kitapta, muhaberat memurluğuyla başladığı iş hayatına İsveç 'te kaynak işçiliğiyle devam eden, teknik ressam olarak ülkesine dönen ama teknik diploması olmadığı için iş bulamayan ve sonunda kendi işini kurmaya karar veren İshak Alaton, ortağı Üzeyir Garih 'le nasıl tanıştıklarını ve bugünkü ALARKO Holding 'i nasıl kurduklarını, verdikleri mücadeleleri anlatıyor. Ayrıca mütevazı aile yaşantısını, çocuklarıyla ilişkilerini paylaşıyor okurlarla. Tüm bunların gerisinde ise Türkiye 'nin bir dönemine ışık tutan Lüzümlu Adam İshak Alaton kitabı Alfa Yayınları'ndan çıktı.


KİTAPTAN SEÇİLMİŞ BÖLÜMLER

Yahudi olduğunu sakla : Çocukluk yıllarında, Yahudi kimliğini saklaması yönünde ailesinin telkinlerini olduğunu belirten İshak Alaton, o uyarıları şöyle anlatıyor: 'Yahudiliğini sokakta bağırma. Dikkatli ol, kim olduğun belli olmasın. Daha o yaşta ne olduğunu tam bilmediğin ağır bir yükü taşımaya başlıyorsun. Yalnız o değil, bir de dışarıdaki hava, Nazizmin parlatıldığı bir hava var. Almanya'dan gelen haberler ve tehcir. Hitler'in şaşaalı günleri, 1933-39. O yıllar Nazizm ve Mussolini'nin faşizmi bizim Ankara'ya model oluyor. O modelin içinde kalınca da Yahudi aleyhtarlığı, yabancı düşmanlığı, kaba milliyetçilik falan bütün bunlar yükselen değerler. '(sf.20)

Yok etme vergisi

İshak Alaton, 1943 yılının ilk günlerinde uygulamaya konulan Varlık Vergisi'nin bir dönüm noktası olduğunu ifade ediyor ve ekliyor: 'Sekizinci sınıfta okuyorum. On beşine basmış bir delikanlı... Varlık Vergisi kendini göstere göstere gelmiyor, çok iyi gizlenmiş, büyük bir sel gibi ansızın gelip bizleri önüne katıp götürüyor. Ankara çok iyi hazırlanmış. Recep Peker dönemi, ama İsmet İnönü'dür arkada... Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün fikridir o. Çok kırgın ve kızgınım ona, bunu İsmet İnönü'ye de söylemişimdir 60'lı yıllarda.... Nazizmi ve dışlama politikasını savaş sonrası da devam ettirdi. Yani hiçbir zaman değişmedi bu adam.(...)Savaş başlamış, Nazizmin tesiriyle bütün azınlıklar partide istiskal görüyor [küçümsüyor]. CHP'de azınlıkları ifna etme [yok etme] havası var.(sf.33)

Küçük çocuğa büyük telkinler

Sen kim olursan ol bu ülkede azınlıksın, farklısın, yabancısın... Bu sana hissettiriliyor bir şekilde. Tabii önce evde de devam ediyor. Daha çocukken alıyorsun o telkinleri... Varlık Vergisi'nden sonra o kompleks gittikçe büyüdü. Yani o hissiyatı devamlı olarak taşıyorsun. Çok erken keşfediyorsun 'öteki ' olduğunu... Bu nasıl bir duygu? Sen farklısın, sen onlar kadar konuşamazsın, sen mümkünse susÖ Bir ara 'Vatandaş Türkçe konuş ' diye bir kampanya vardı. Türkçe konuş... Annenle sokakta konuşmamaya gayret edersin, çünkü annenle İspanyolca konuşuyorsun. Sokakta da İspanyolca konuşulursa birileri sana kötü davranabilir. Onun için dikkat ediyorsun, konuşmuyorsun. Seni tehlikeli görüyorlar.(sf.45)

Karadeniz'de somon çiftlikleri fiyaskosu

Karadeniz'de somon çiftlikleri kurarak yöre insanlarına yeni istihdam yaratma arayışı bende bir takıntı haline geldi. Vedat'la birlikte Norveç'e birkaç defa gidip oradaki çiftlikleri gördük ve hayran kaldık. Profesör Jan Raa ve birkaç Norveçli teknisyenle birlikte İstanbul'dan helikopter kiralayıp kıyı kıyı gezdik. Kandıra'dan Hopa'ya kadar günlerce dolaştık. Profesör Jan Raa ön araştırmaları yaptıktan sonra heyecanımıza katıldı ve Karadeniz'de somon yetişir diye fetva verdi. Biz de adama güvendik ve yatırımlara başladık. Önce Bartın ve Ayancık'ta, sonra Sinop ve Trabzon'a kadar muhtelif yörelerde, ufak koylar tespit edip yerler kiraladık. Ufak barakalar ve portatif tesisler serpiştirdik. Birkaç milyon dolar masraf yaptık. Bu çaba beş sene sürdü. Beş sene sonunda Profesör Jan Raa fena halde yanıldığını bizlere açıkladı. Somon balığı Karadeniz'de ticari boyutlara gelemiyordu. Zira yaz ayları boyunca Karadeniz suyu 22, bazen 24 dereceye kadar çıkıyordu. Somon soğuk Norveç sularına alışık bir balık. 18 derece, üstünde yemekten kesiliyor, bakteri üretiyor ve bir kiloya varamadan ölüyordu.
Karadeniz'de somon üretme projemiz tam bir fiyaskoyla sonuçlandı.(sf.193-194)

Ortamı biraz garipsedim

Kitapta İshak Alaton, Mason locasına üye oluşunu şu sözlerle anlatıyor: Bir gün birileri geldi, bizim Yahudi cemaatinden birileri... Locayı anlattılar ve ardından dediler ki: 'Üye olmak ister misin? '

Sordum: 'Peki kim bana ilgi duydu?.. ' Dediler ki: 'Üzeyir Garih senin ortağın, bizde üyedir... ' O zamana kadar Üzeyir beyin mason locasına üye olduğunu bilmiyordum. (...) Beni 60'a yakın kişi oylamış, hiç kırmızı top çıkmamışÖ Böylece Atlas Locası'na alındım. (...) İlk toplantıya katılıyorum. Beyoğlu Nuri Ziya Sokağı'nda, Fransız Konsolosluğu'nun kapısına giden dik yokuşta merdivenli bir binadaÖ Enteresan bir bina, devasa salonlar var. Ortamı biraz garipsedim. Çünkü ışık oyunları, yarı karanlık yarı aydınlık, sonra kapıya üç defa vurmalar, kapının arkasından soru sormalar; kim geldi? diye Sonra birbirlerine alçak sesle bilgi vermeler falan... Kapı açılıp içeri girildiği zaman öğretiliyor şöyle yürüyeceksin, normal yürümüyorsun. Bir adım atıyorsun, öbürünü doksan derece yapıyorsun, sonra yerine oturuyorsun falan... (sf.194-196)

Üzeyir 33'lüydü, ben 4'te kaldım

Masonlukta dereceler var. Yavaş yavaş yükselen... 1, 2, 3, 4'e çıkıyorsun. 4'den 9'a atlıyorsun. Sonra 15'e, 16'ya, 17'ye, böyle bir ritüeli var. Üzeyir'in babası 33'lüydü. Üzeyir de 33'lü oldu. Onların toplantı yerleri de farklı... Sıraselviler'de ayrı bir toplantı binaları vardı yüksek dereceli masonların. Ritüelleri farklı... Ben yüksek dereceye çıkmadım, 4'den 9'a çıkarken soğudum, kaldım 4'te. 9'a beni davet ettiler, gitmedim. Mazeretsiz, izahsız üç defa üst üste gelmeyen locadan atılmayla karşı karşıya kalır. Birinci adım olarak uykuya davet edilir. Uyku demek, artık madem ki ilgi duymuyorsun sen çekil, ama masonluğun uykuda bir mason olarak devam edebilir. Tabii bu arada her sene sana söylenmiş olan ufak bir bedeli ödemeye devam ediyorsun. Aidat katkı olarak...

On beş günde bir toplantı vardı, en az ayda bir defa gidiyordum bir ara. Bu gidiş geliş 4-5 sene sürdü. Sonra araya mesafeler girmeye başladı, zamanı bana uymadı, trafikti, parktı derken ayağım locadan kesildi... Bilindiği gibi masonluktan çıkma yok, haliyle benim de masonluğum uykuya yattı.(sf.197-198)

TESEV'in temelleri atılıyor

Yetmişli yılların ortalarında bende bir fikir gelişti. Bunda Mülkiyeliler Derneği'nin etkisi oldu, ayrıca aynı dönemde İsveç'ten arada bir Sosyal Demokrat Parti temsilcileri gelip beni daha aktif hale getirmek için uğraştılar, çeşitli fikirler verdiler, bunların içinde 'Düşünce Üretim Merkezi' kurmak da var. Yani, 'Think-Tank ' dediklerinden... Tabii mason locasındaki tartışmaların da tesiri büyük oldu... Maslak'taki binada bir-iki toplantı yaptık. Bazı dostları davet edip beyin fırtınası yapıyoruz... Bu birliktelikler nihayet bizi toplumsal bir harekete adım atmaya doğru götürüyor. TESEV'in nüvesi orada atılıyor. Bu masonluğun devamı değil, benim kendi sosyal duruşumun inşası aynı zamanda... Tabii Nejat Eczacıbaşı'yla birlikteliğin bu oluşumlarda payı büyük.(sf.199)

Holding patronu olduğumu kızım Leyla 20 yaşında öğrendi

Leyla, babası İshak Alaton'un bir holding patronu, yani hali vakti yerinde bir adam olduğunu 20 yaşına geldiğinde öğrendi... Bu benim cimriliğimden değil, onun kendine yetebilme çabasından kaynaklandı ve çok da iyi oldu. Çocuklar bizde şımarık, savurgan ve sırf tüketici olarak yetişmediler, kıymet bildiler, üretmeyi keşfettiler... Leyla babasının ne yaptığıyla da pek ilgilenen bir çocuk değildi, öyle sıradışı sorular da sormazdı. Fakat okulu bitirdikten sonra işle ilgilenmeye başladı ama okul esnasında ilgi duyduğunu hatırlamıyorum... Kızımın ilk iş tecrübesi, çok memnunum ki bizim şirkette olmadı.(sf.232)

Yahudilik Musevilikten daha önemli

Musevi ve Yahudi, ikisi de farklı şeyler. Biri dindarlıkla ilgili, öteki ırkla... Mesela bizim çocuklar Yahudiliğin bir aidiyet olduğunu görüyorlar, Museviliğin de güzel bir şey olduğuna inanıyorlar. Musevilik biraz insanın tercihidir, yani dindar olur ya da olmazsınız. Leyla ve Vedat Musevilik açısından zayıftırlar, inançları vardır ama pek ibadethaneye gitmezler. Koyu bir inançları yok... Benden bunu gördüler. Bizde Yahudilik Musevilikten daha önemli. Çünkü Yahudilik başka bir duygudur. Kazanılmış bir hak gibi... Doğuştan verilmiş bir diploma gibi görüyorlar. Bu güzel bir şey. Çünkü bir aile bu. Dünyaya yayılmış bir büyük aile olarak görüyorlar.(sf.266-267)