"12 Eylül İlhamını Birinci Meclis'te Gerçekleştirilen Darbeden Aldı"

Yazar Aslan Demirci tarafından hazırlanan '12 Eylül Tanıkları ve Mağdurlarıyla Bir Zihniyet Kodlaması' isimli kitap önemli bilgiler içeriyor.

Darbe döneminde, farklı fraksiyonlara tabi kişilerle görüşmelerin yeraldığı kitapta, 12 Eylül dönemi, tanıkların gözünden aktarılıyor.
Kitapta görüşülen kişilerden Özgür-Der Genel Başkanı ve Hak-Söz Dergisi Yazarı Rıdvan Kaya, 12 Eylül’ün özü itibariyle Kemalist bir yenileme çabası olduğunu ifade ediyor. 12 Eylül’ün öncelikle ilhamını 1. Meclis’te gerçekleştirilen darbeden aldığını dile getiren Rıdvan Kaya, “Toplumsal-siyasal yapıdaki devasa çeşitlenmeler ile yükselen talepler karşısında tehdit edildiği düşünülen Kemalist ideolojinin takviye edilmesine ve siyasal, toplumsal yapının da bu doğrultuda yeniden biçimlendirilmesine yönelik bir girişimdir.” diyor.

Röpörtaj yapılan isimlerden Eski Gençlik Liderlerinden Sosyal Demokrat Parti (SODEP) Genel Başkanı Hüseyin Ergün ise 12 Eylül Darbesi’nin Ergenkon’un bir ürünü olduğunu belirterek, devlet içindeki 12 Eylülcüleri 20 yıldır tasfiye etmekle uğraşıldığını belirtiyor. “Darbenin hukuksal ve sosyal düzenlemeleri temizlenebilmiş değildir.” diyen Hüseyin Ergün, 12 Eylül Anayasası ve bu bağlamda çıkarılmış yasalar ve kurumlaşmaların önümüzde kapı gibi durduğunu ifade ediyor.
Askeri Hâkim Faik Tarımcıoğlu ise 12 Eylül’ü gerçekleştirenler ile Ergenekon’la kadrolarının aynı zihniyet ve amacı taşıdığını kaydediyor. Darbeyi gerçekleştirenlerin bayrağı Ergenekon’a devrettiğini kaydeden Tarımcıoğlu, “Bu hâkim zihniyet bir bayrak yarışında olduğu gibi, bayrağı kendinden sonrakine devreder. Kadro olarak başka şansı zaten yoktur.” diyor.

Hüseyin Ergün, yaptığı açıklamalarda, 12 Eylül 1980 darbesi bir soğuk savaş operasyonu olduğunu kaydediyor. Ergün, darbenin amacını, “12 Eylül’ün amacının, gelişen işçi hareketinin, sol siyasi hareketin ve Kürt hareketinin demokratik gelişmesinin önünü kesmek ve özgürlükçü bir ortamın oluşmasını önlemekti.” şeklinde açıklıyor. Darbenin hazırlığının, derin devlet tarafından, 12 Mart 1971 darbesi öncesi başlatıldığını kaydeden Hüseyin Ergün, şöyle konuşuyor:
“Bunun için üçlü bir yol izlendi: Bir, 1965 seçimlerinde TİP etrafında kitleselleşen solu ideolojik kavgayla parçalamak ve dağıtmak; TİP doğrultusunda gelişen ve üniversitelerde ağırlığı ele geçirmiş olan sosyalist gençlik hareketini silaha bulaştırmak ve darbecilerle buluşturmak. FKF’nin Dev Genç’e dönüşmesi bunun ilk adımı oldu. İki: Ayrıca, gençlik içinde çatışma yaratmak ve bu çatışmayı ülkeyi istikrarsızlaştırma yönünde yönetmek için, komando kamplarında ülkücü gençler eğitildi ve bir silahlı sağ gençlik hareketi oluşturuldu. MHP etrafında ve desteğindeki bu kadrolar, Ülkü Ocakları’nda örgütlendi. Üç: Dernek, parti ve dergiler etrafında gelişmekte olan demokratik Kürt hareketini, silahlı harekete zorlayarak etkisizleştirmek.”

"20 YILDIR 12 EYLÜL REJİMİNİ TESFİYE ETMEKLE UĞRAŞIYORUZ"
12 Eylül'ün bir ölçüde amacına ulaştığına işaret eden Hüseyin Ergün, 1968-1980 arası oluşturulan çatışma ortamı ile darbeye bahane yaratıldığına dikkat çekiyor. Darbe ile rejimin öz partileri bile kapatıldığını belirten Ergün, şu bilgileri veriyor: “Yetişmiş politik kadrolar siyaset dışına itildi. Sol, Kürt hareketi ve örgütlenen ülkücü hareket ağır baskı altına alındı. 50 idam ve insanlık tarihinin en ağır işkenceleri bu dönemde ve bu topraklarda yaşandı. Sendikalar ve demokratik kitle örgütleri ağır baskılar altına alındı. DİSK’in 1467 yöneticisi, 78’i idam istemiyle olmak üzere, tutuklanıp yargılandı. Sendikal haklar kısıtlandı. Bu ağır baskı ortamında, meşhur 1982 Anayasası hazırlandı ve yürürlüğe kondu. Bu anayasa ile ağır devletçi, militer ve sivil bürokratik, yargısal bir vesayet rejimi kurgulandı ve uygulandı.”
1980'de yapılan darbenin üzerinden 10 yıl geçtikten sonra, soğuk savaş bittiğini hatırlatan Ergün, “12 Eylül türü darbelerin dönemi kapandı. Bu tür rejimlerin ayağının altındaki toprak soğuk savaşın son bulmasıyla ortadan kalktı. Ama 12 Eylül rejiminin tasfiyesi bir günde tamamlanmıyor. 20 yıldır bununla uğraşıyoruz. Daha da sonuna gelemedik.” ifadelerini kullanıyor.


“TÜRKİYE, HALA 12 EYLÜL’ÜN TRAVMASINI TAŞIYOR”
Özgür-Der Genel Başkanı ve Haksöz Dergisi Yazarı Rıdvan Kaya da 12 Eylül özü itibariyle Kemalist bir restorasyon çabası olduğu bilgisini veriyor: “Toplumsal-siyasal yapıdaki devasa çeşitlenmeler ve yükselen talepler karşısında tehdit edildiği düşünülen, aynı zamanda mevcut siyasal kadroların zaafları yüzünden ihmal edildiği, geriletildiği, mütehakkim pozisyonunu kaybetme riski ile muhatap olduğundan endişe edilen Kemalist ideolojinin takviye edilmesine ve siyasal toplumsal yapının da bu doğrultuda yeniden biçimlendirilmesine yönelik bir girişimdir.”
Bu yönüyle 1980’de gerçekleşen 12 Eylül darbesinin, yeniden zuhur eden bir durum olduğuna dikkat çeken Kaya, bu ihtilali istisnai bir vaka olarak görülemeyeceğinin altını çiziyor. Rıdvan Kaya, şöyle devam ediyor:

“12 EYLÜL İLHAMINI 1. MECLİS'TE GERÇEKLEŞTİRİLEN DARBEDEN ALMAKTADIR”
Bu yönüyle bakıldığında 12 Eylül ile 27 Mayıs arasında, 12 Eylül ile 12 Mart arasında bir irtibat olduğunu, kendinden önce gerçekleştirilen askeri darbelerin açtığı yolu izlediğini, 12 Eylül cuntasının, selefi cuntalardan ilham ve cesaret aldığını söyleyenler doğru söylemekte, fakat eksik tespitte bulunmaktadırlar. 12 Eylül, öncelikle ilhamını 1. Meclis’te gerçekleştirilen darbeden almaktadır. Muhalefetin belirginlik kazanması üzerine Meclis’in tatil edilip gidilen kurgulanmış seçimlerden sonra ortaya çıkan “arındırılmış Meclis” manzarası ile 12 Eylül cuntasının tayin edilmiş üyelerden oluşturduğu Danışma Meclisi benzerliği çarpıcıdır.

Bu açıdan siyaset yapıcıları için çizilen sınırlar da nettir ve kadim bir geleneğe dayandırılmaktadır. “Ulu Önder”in Nutuk’ta yer alan şu anlatımının gerek 12 Eylül cuntası, gerekse de 27 Mayıs, 12 Mart ve bilahare gerçekleştirilecek 28 Şubat cuntaları için yol gösterici bir mahiyet arzettiği kuşku götürmez: “…Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehal olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat, ihtimal, bazı kafalar kesilecektir.”
Hiç kuşkusuz Kemalist Cumhuriyetin ilk dönemine damga vuran icraatların pek çoğunun 12 Eylül’e de ilham kaynağı teşkil ettiğini ifade eden Rıdvan Kaya, “12 Eylül cuntası bir anlamda kurucu kadronun muhalefete tahammülsüzlük; sudan sebeplerle parti kapatmalar; basına yönelik baskılar neticesinde bağımsız aydınların susturulup, sahibinin sesi bir medya düzeninin tesisi; resmi ideolojiden ve kadrolardan bağımsız bir sivil toplumun tehdit şeklinde algılanması ve güdümlü cemiyetlerin ihdası; üniversitelerde akademisyen kıyımı ve benzeri pek çok uygulamasını bu ülkede bir kere daha sergilemiş, yeniden canlandırmıştır.” şeklinde görüşlerini dile getiriyor.


"31 YILDIR 12 EYLÜL’Ü ELEŞTİRENLER HUKUKSUZLUĞUN DERİN BAĞLARINI GÖREMİYOR"
12 Eylül ile diğer darbeler arasında bilhassa hukuk alanına yansıyan benzerliklerin çok dikkat çekici olduğunu vurgulayan Kaya, şöyle devam ediyor:
“Ne var ki ilginç bir biçimde yaklaşık 31 yıldır kesintisiz biçimde 12 Eylül’ün hukuk düzenini kıyasıya eleştirenlerin önemli bir kesimi, tüm bu hukuksuzluğun “kurucu pratik”le derin bağlarını görmezden gelmektedirler. Oysa, gerek 12 Eylül askeri mahkeme yargılamaları, gerekse de 27 Mayıs’ın ünlü “Yassı ada müsameresi” en temelde İstiklal Mahkemelerinin ruhunu yansıtan düzeneklerdir.


"12 EYLÜLCÜ’LER BAYRAĞI ETÖ’YE TESLİM ETTİ"
Askeri Hakim Faik Tarımcıoğlu ise 12 Eylül’ü gerçekleştirenler ile Ergenekon’la kadrolarının aynı zihniyet ve amacı taşıdığını kaydediyor ve “Bu hâkim zihniyet bir bayrak yarışında olduğu gibi, bayrağı kendinden sonrakine devreder. Kadro olarak başka şansı zaten yoktur.” diyor.

Ülkenin, 12 Eylül’e hazırlanmasında medyanın rolünün büyük olduğunu kaydeden Tarımcıoğlu, “Eğer, basın ve medya tam aksine üstüne düşeni yapsa idi, askeri darbeler böyle, patır patır olur muydu? Bu bir psikolojik savaştır ve büyük sermayesiz yapılamaz. Basın ve medya bu sistemin en önemli ama vazgeçilmez ayağıdır. 28 Şubat’ta da aynısı olmuştur.” ifadelerini kullanıyor.


"DEMİREL, 12 EYLÜL’Ü 12 MART GİBİ GÖRÜYORDU"
12 Eylül’de aktif siyasette bulunan 9. Cumhurbaşkanı Demirel’in tutumu ile ilgili açıklamalarda da bulunan Tarmıcıoğlu, olayların, o günkü hükümetleri aşan boyutta olduğunu ifade ediyor. Ülkenin büyük bölümünde sıkıyönetim olduğundan, şiddet hareketlerinin mütemadiyen yayıldığını aktaran Tarımcıoğlu, hem CHP hem AP hükümetlerinin çok defa olaylara seyirci kaldığını hatırlattı. “Darbenin, Demirel’e karşı yapılmış gibi algılansa bile, Demirel, bozulan toplumsal düzenin, askeri bir darbe ile rayına oturacağını hesaplamış olmalıydı.” diyen Tarımcıoğlu şöyle devam ediyor:
“Hamzakoy ve Zincirbozan’dan sonra, Danışma Meclisi yeni anayasa yaparken, etrafına, ‘Komünizmi’ de getirseler, hayır demeyin, bir an evvel Anayasa yapıp gitsinler, biz iktidara gelir, düzeltiriz!’ dediğine, Sakıp Hiçerimez, Kasım Önadım, Hüsamettin Tiyanşan, Şevket Yılmaz şahittir. Yani, Demirel, 12 Eylül’ü, 12 Mart gibi bir ara rejim olarak görme temayülünde idi. Meselenin öyle olmadığını, Anayasa’nın siyasi yasaklar maddesini görerek anladı.”