Nükleer Felaket Alman Siyasetinde Taşları Yerinden Oynattı (Analiz)
Almanya‘da 2009 genel seçimleri sonucunda oluşan Federal Meclis‘te milletvekili sayısı dikkate alındığında Yeşiller Partisi son sırada idi.
Almanya‘da 2009 genel seçimleri sonucunda oluşan Federal Meclis‘te milletvekili sayısı dikkate alındığında Yeşiller Partisi son sırada idi. Bugün ise Sosyal Demokratların önüne geçen Yeşiller, halk partisi olma yolunda hızla ilerliyor. Ortaya çıkan tablo diğer tüm partilerde parti içi krizlere sebep oldu, siyasi profil arayışları sürüyor. Fakat yine de Yeşiller‘in elde ettiği başarıyı muhafaza edebilmesi de oldukça zor olacak.
Japonya‘nın Fukuşima şehrinde meydana gelen nükleer felaket sonrası uzun yıllardır izlediği atom politikalarında kelimenin tam anlamıyla üç yüz altmış derecelik dönüş gerçekleştiren ve bu alanda kabul ettiği ani değişiklikler sonucunda parti içindeki zihniyet değişiminin getirdiği siyasi afallamayla karşı karşıya olan Hıristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU), tom politikalarından çıkışla ilgili halen oryantasyon sorunu yaşıyor. Kafalar karışık, parti içi motivasyon sıfır, koalisyon partneriyle yaşanan sıkıntılar da sürüyor.
Başbakan Angela Merkel‘in siyasi profili ile bütünleşen ‘tüm tartışmaları izle, ortalık yatışınca son sözü söyleyerek olaylara müdahale et‘ yöntemi bu kez işe yaramadı. Tsunaminin yol açtığı ağır etkiden olsa gerek, atom felaketi, seçmenin Merkel‘in partisinin izlediği politika dalgalarına karşı korumak için tepki duvarları örmesine sebep oldu. Felaketin akabinde alınan ‘nükleer santrallerin geçici olarak kapatılması‘ tedbiri sonuç vermedi, seçmen farklı eyaletlerde gerçekleştirilen eyalet seçimlerinde son sözü söyledi. ‘Muhafazakâr kaleler‘ düştü, Almanya tarihinde ilk kez ‘yeşil eyalet başbakan‘ gördü.
Merkel‘in sarıldığı geçici durdurma politikası ise çaresizliğin bir göstergesiydi. Nitekim parti nükleer politikalarda nasıl bir çizgi izlenecek sorusuna cevap bulabilmek için zaman kazanmayı amaçladı. Yeni oluşturulacak ortak çizginin de içe sindirilmesi gerekiyordu. Bu kolay değildi. Çünkü partinin ağır toplarından Volker Kauder ve Wolfgang Schaeuble gibi isimler yıllarca atom santrallerini hararetle savundular. Bakan Schaeuble‘nin enerji politikalarında paradigma değişiminin mali külfetlere yol açmaması uyarısı halen devam ediyor. Parti halen kendini toparlamış değil, başbakanın müdahaleleri etkin sonuçlar vermiyor.
İki dönemdir iktidarda olan Birlik Partileri bugüne kadar yaşanan bir olay sonucunda bu denli hızlı bir karar değişikliğine gitmemişti. Birkaç ay önceye kadar nükleer santrallerin kapatılmaması için çalışan Bavyera merkezli Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi dahi bugün bu santrallerin 2020 yılına kadar tamamen devre dışı bırakılmasını talep ediyor. Ancak kendine hedef olarak seçilen tarihle ilgili bir mutabakat ise bulunmuyor. Merkel‘in Çevre Bakanı Norbert Röttgen (CDU) ise mevcut adımın ‘mümkün olduğu kadar hızlı‘ atılması konusunda ise çıkışlarda bulunuyor. Bu durum başbakanın parti içinde ortak bir çizginin oluşturulması konusunda siyasi ipleri artık ellinde bulunduramadığına da işaret ediyor.
Koalisyon partisi FDP‘de yaşanan iç kriz aynı zamanda koalisyon krizi olarak da görülebilir. İki taraf da birbirinden memnun değil. Geçenlerde yaptığı bir açıklamayla CDU Genel Başkan vekili ve Federal Eğitim Bakanı Annette Schavan asıl endişe edileni dile getirdi: Halk desteği azaldı. Peki neden? İki tarafın birbirini her fırsatta ‘yemesinden‘ dolayı. CSU Genel Başkanı Horst Seehofer‘in Liberallerin düşüşünü bulaşıcı hastalığa benzetmesi ve kendilerinin de mikrop kapabileceklerini ima etmesi ise bardağı taşıran son damla oldu. İlgili söz ve buna benzer atışmaların yol açtığı tahribatlar diğer partililer tarafından giderilmeye çalışılsa da merkez sağ koalisyonu içinde bir uyumdan söz etmek mümkün değil.
SOSYAL DEMOKRATLAR, YEŞİLLER‘İN KÜÇÜK PARTNERİ OLMAKTAN ENDİŞELİ
Fukuşima felaketi uzun yıllar sonra federal hükümet çapında Sosyal demokrat/ Yeşil iktidar seçeneğini yeniden gündeme getirdi. Eyaletlerde ise Kuzey Ren Vestfalya (KRV) eyalet seçimleri ile yakalanan yükseliş nükleer facia sonucunda tüm hızıyla devam ediyor. Fakat SPD için çok ciddi bir sorun var. O da Yeşillerin durdurulamaz yükselişi. Sosyal demokratlar Yeşillerin küçük partneri olmaktan endişeliler. Baden-Württemberg örneği ortada. Başka örnekleri de var. Darmstadt şehrindeki sosyal demokrat belediye başkanı bu parti tarafından yenilgiye uğratıldı. Yıl sonunda Berlin Eyalet seçimlerinde SPD‘li başbakana karşı Yeşiller Partisi‘yle özdeşleşen isim olan Renate Künast yarışacak. Kazanma ihtimali bugünkü veriler dikkate alınırsa oldukça yüksek.
SPD Genel Başkanı Sigmar Gabriel, kendisini zor günlerin beklediğinin farkında. Nitekim Yeşiller Partili genel başkanlar gibi ‘koltuğunu tam anlamıyla dolduramıyor‘. Halkın gözündeki popülaritesi ise düşük. Hatta kendisi meclis grubu başkanı Frank-Walter Steinmeier kadar dahi tanınmıyor, dolayısıyla desteklenmiyor.
Öte yandan sosyal demokratlarda teselli olarak da algılanabilecek şöyle bir görüş birliği mevcut: Yeşillerin yükselişi ‘atom şokuna‘ bağlı. Tartışmalar yatıştığında bugün elde edilen oy artışı azalacak. İnsanlar eğitim, fırsat eşitliği, iş ve aile teşviki vs. gibi ‘bizim konulara‘ dönecekler.
Parti içinde yaşanan ‘Yeşiller sendromu‘ ile ilgili ise asıl üzerinde durulması gereken nokta sosyal demokratlar içinde mevut olan iki görüşün olduğudur. İlkine göre ‘asıl olan kırmızı/yeşil koalisyonların kurulmasıdır, varsın yeşiller yükselsin‘ görüşü baskındır. İkincisi ise ‘Yeşillerin merkez sağ parti haline gelmesi SPD‘nin yaşadığı (parti içi) krizin sonucudur‘ şeklindedir ki, kanaatimce doğru olanı da budur.
LİBERALLERİ CİDDİYE ALAN KALMADI
Federal hükümetin küçük koalisyon ortağı Hür Demokrat Parti‘de (FDP) yaşanan çalkantılar bu partiyi tarihinde görülmemiş bir krize sürükledi. Gerek seçmen, gerekse kendi ortakları Liberalleri ciddiye almıyor. Guido Westerwelle‘nin parti başkanlığının yanı sıra başbakan vekilliğinden de çekilecek olması sorunları bitirmedi, bilakis asıl sorun şimdi başladı. FDP hangi konseptle kimi ikna edebilecek? Köklü personel değişikliğine gitmeden ‘adam yerine koyulmama‘ gerçeğini nasıl aşacak? Hepsi belirsiz. Mayıs ayında parti başkanlığına seçilmesine kesin gözü ile bakılan Federal Sağlık Bakanı Philipp Rösler‘in partiyi ‘kurtarması‘ ise zor gözüküyor. Partinin ağır toplarının karizma sorunu yaşayan Rösler‘e yönetim iplerini bırakması da beklenmiyor.
Kaybedilen her eyalet, şehir, belediye FDP‘yi kara kara düşündürüyor. Ülke çapında oyları yüzde 4-5‘lere gerileyen partinin siyasi profili ise kalmadı. Partinin önde gelen ismi Hans-Dietrich Genscher‘in “partinin kuruluşundan beri bu denli strüktürel bir kriz yaşanmadı” şeklindeki tespiti aslında olayı özetler nitelikte.
Krizin aşılması ise zor gözüküyor. Nitekim Yeşilleri birebir kopya ederek Liberallerin ayakta kalabilmesi mümkün değil. Diğer taraftan ise ‘vergi düşürme, orta sınıfı güçlendirme, daha fazla net ücret, daha az devlet daha fazla vatandaşlık hakkı‘ gibi klasik vaatlerden ise seçmen bıkmış durumda. Halk örneğin kriz ortamlarında daha fazla devlet talep ediyor.
Atom politikalarında yaşanan ani dönüş ise bu partiyi tamamen inandırıcılık sorunu yaşattı. Federal Ekonomi Bakanı Rainer Brüderle‘nin eyalet seçimleri öncesi basına kapalı bir toplantıda sarfettiği ve daha sonra ortaya çıkarılan ‘atom santrallerinin durdurulması seçim yatırımıydı‘ şeklindeki sözleri skandal niteliğindeydi. İlk önce yalanladı, sonra baskılar üzerine imalı da olsa kabul etmek zorunda kaldı. Veya parti genel sekreterinin eyalet seçimlerindeki yenilginin akabinde ‘nükleer santraller derhal kapatılmalı‘ açıklaması şaşkınlıkla karşılandı. FDP‘de köklü değişimin yaşanması ise mümkün görünmüyor. Örneğin skandal isim Brüderle halen bakan olarak görevine devam ediyor. Seçmen ise bundan hoşnut değil.
Parti içi ise farklı fraksiyonlara bölünmüş durumda. Genel Sekreter Christian Linder‘in Yeşilleri kopyalayan söylemleri partide ciddi rahatsızlıklara yol açıyor. Lindner‘in ‘biz Yeşillerden farklıyız‘ açıklaması ise parti içindeki baskıların bir sonucu. Liberallerin gelecekte nasıl bir yol izleyecekleri mayıs ayında belirlenecek, o güne kadar her şey belirsizliğini koruyacak.
BELLİ KONULARA TAKILAN SOL PARTİ KENDİNİ ‘ERİTTİ‘
Farklı biçimde de olsa Liberallerin yaşadığı krizin benzerini muhalefetteki Sol Parti de yaşıyor. İşsizlik Parası II (Hartz IV) konusuna takılan, uzun seneler geçmesine rağmen bu takıntısıyla seçmenden ‘gerçek sol biziz‘ sloganlarıyla oy isteyen Sol Parti‘ye kurulduğu yıllarında gösterilen teveccüh artık gösterilmiyor. Halkın artık içselleştirdiği Hartz IV konusu ile artık seçim kazanılamayacağını bu parti bir türlü göremiyor.
Diğer taraftan ise Sol Parti‘nin iki büyük sorunu var. Birincisi ideolojik söylemi. Partideki yaşlı kanadın halen Komünizm‘den medet uman çıkışlarda bulunması bu partinin çağı doğru okuyamadığının açık göstergesi. İkincisi ise yeniliğe açık kanat ile yaşanan parti içi çekişmeler. Sol Parti personel değişikliğine gidemiyor, iç kargaşalar tam bölünmelere yol açabileceği endişesiyle. Sosyal demokratlara kayan seçmen kitlesinin varlığı ise tüm kesimler tarafından idrak edilmekte. Kamuoyuna yansımasa da bu partide mevcut olan kaos ortamı ciddi endişelere yol açıyor. Diğer partilerden farklılıklarını ortaya koyamayan ve profil sıkıntısı yaşayan Sol Parti‘de meydana gelen kamplaşmalar özellikle Sosyal demokrat/ Yeşil blok‘un işine yarıyor.
Sol Parti‘nin seçmene güven telkin edebilmesi için ideolojik makyajını silerek mevzulara daha gerçekçi yaklaşması zorunlu gözüküyor. Seçim stratejisini SPD karşı ‘gerçek sol biziz‘ üzerine kuran Sol Parti‘nin bu yöntemi artık kabul görmemeye başladı. İki nedenden ötürü. SPD artık federal hükümette değil, sosyal demokratlar artık sosyal politikalarında düzeltmelere de giderek Sol Partiyi etkisiz hale getirmeyi başardılar.
YEŞİLLER HALK PARTİSİ OLMAYA YOLUNDA, ANCAK…
Yeşiller Partisi‘nin başta Birlik Partileri olmak üzere tüm partileri kaygılandıran önlenemez yükselişinin doğurduğu en belirgin sonuç tüm siyasi dengelerin değişmiş olması ve partilerde yaşanan iç krizler. Elbette ki Yeşillerin başarısını sadece Japonya‘daki nükleer faciaya bağlamak doğru olmaz, ancak elde edilen oy oranının bu denli yüksek olmasında atom felaketinin etkisi büyük oldu. Ciddi kamuoyu araştırmalarına göre şu an yüzde 24‘e ulaşan oy oranı Yeşiller‘i uzun vadede sıkıntıya da sokacaktır. Federal seçimlere yaklaşık iki buçuk yıl var, bu süre zarfında şimdi elde edilen oy oranının aynı seviyede kalması oldukça zor. Yakalanan bir dinamik olsa dahi bu durumun geçici olma olasılığı da yüksek. 2009 yılındaki genel seçimlerde yüzde 14,6 oy alan Liberallerin durumu ortada. Oyları yüzde 4 ila 5 arasında gidip gelmekte.
Buradan hareketle Yeşiller Partisi‘nde diğer partilerden farklı olarak ‘oylarımızı uzun yıllar nasıl bu seviyede tutabiliriz‘ krizinden bahsetmek mümkün. Bugüne kadar parti başkanlarından Claudia Roth ile Cem Özdemir tabanın sesine kulak vererek başarılı bir performans sergilediler. Federal Mecliste ise Renate Künast ile Jürgen Trittin aynı başarıyı gösterdi. Fakat elde edilen başarıyla bu kişilerin sırtına yüklenen sorumluluklar da arttı. Guido Westerwelle‘yi ayakta alkışlayan parti yönetimi aynı Westerwelle‘yi bir buçuk yıl sonra ‘istenmeyen adam‘ ilan ediverdi. Aynı durum Yeşiller‘in başındakilere de gelebilir. Çünkü Başbakan Merkel başkanlığındaki federal hükümet atom santrallerini tamamen durduracak. Bu durumda Yeşiller hangi konuyla seçmeni harekete geçirebilecek? Bu soru partiyi oldukça kaygılandırıyor. Açık ve net profil sergileyen ve seçmen gözünde ‘en güvenilir parti‘ konumuna yükselen Yeşiller eğer atom enerjisi konusunda olduğu gibi seçmenin taleplerine kulak verip buna göre politikalar üretirse başarılı olmaya devam edecektir. Aksi halde Liberallerin başına gelenler Yeşillerin de başına gelecektir.
Japonya‘nın Fukuşima şehrinde meydana gelen nükleer felaket sonrası uzun yıllardır izlediği atom politikalarında kelimenin tam anlamıyla üç yüz altmış derecelik dönüş gerçekleştiren ve bu alanda kabul ettiği ani değişiklikler sonucunda parti içindeki zihniyet değişiminin getirdiği siyasi afallamayla karşı karşıya olan Hıristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU), tom politikalarından çıkışla ilgili halen oryantasyon sorunu yaşıyor. Kafalar karışık, parti içi motivasyon sıfır, koalisyon partneriyle yaşanan sıkıntılar da sürüyor.
Başbakan Angela Merkel‘in siyasi profili ile bütünleşen ‘tüm tartışmaları izle, ortalık yatışınca son sözü söyleyerek olaylara müdahale et‘ yöntemi bu kez işe yaramadı. Tsunaminin yol açtığı ağır etkiden olsa gerek, atom felaketi, seçmenin Merkel‘in partisinin izlediği politika dalgalarına karşı korumak için tepki duvarları örmesine sebep oldu. Felaketin akabinde alınan ‘nükleer santrallerin geçici olarak kapatılması‘ tedbiri sonuç vermedi, seçmen farklı eyaletlerde gerçekleştirilen eyalet seçimlerinde son sözü söyledi. ‘Muhafazakâr kaleler‘ düştü, Almanya tarihinde ilk kez ‘yeşil eyalet başbakan‘ gördü.
Merkel‘in sarıldığı geçici durdurma politikası ise çaresizliğin bir göstergesiydi. Nitekim parti nükleer politikalarda nasıl bir çizgi izlenecek sorusuna cevap bulabilmek için zaman kazanmayı amaçladı. Yeni oluşturulacak ortak çizginin de içe sindirilmesi gerekiyordu. Bu kolay değildi. Çünkü partinin ağır toplarından Volker Kauder ve Wolfgang Schaeuble gibi isimler yıllarca atom santrallerini hararetle savundular. Bakan Schaeuble‘nin enerji politikalarında paradigma değişiminin mali külfetlere yol açmaması uyarısı halen devam ediyor. Parti halen kendini toparlamış değil, başbakanın müdahaleleri etkin sonuçlar vermiyor.
İki dönemdir iktidarda olan Birlik Partileri bugüne kadar yaşanan bir olay sonucunda bu denli hızlı bir karar değişikliğine gitmemişti. Birkaç ay önceye kadar nükleer santrallerin kapatılmaması için çalışan Bavyera merkezli Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi dahi bugün bu santrallerin 2020 yılına kadar tamamen devre dışı bırakılmasını talep ediyor. Ancak kendine hedef olarak seçilen tarihle ilgili bir mutabakat ise bulunmuyor. Merkel‘in Çevre Bakanı Norbert Röttgen (CDU) ise mevcut adımın ‘mümkün olduğu kadar hızlı‘ atılması konusunda ise çıkışlarda bulunuyor. Bu durum başbakanın parti içinde ortak bir çizginin oluşturulması konusunda siyasi ipleri artık ellinde bulunduramadığına da işaret ediyor.
Koalisyon partisi FDP‘de yaşanan iç kriz aynı zamanda koalisyon krizi olarak da görülebilir. İki taraf da birbirinden memnun değil. Geçenlerde yaptığı bir açıklamayla CDU Genel Başkan vekili ve Federal Eğitim Bakanı Annette Schavan asıl endişe edileni dile getirdi: Halk desteği azaldı. Peki neden? İki tarafın birbirini her fırsatta ‘yemesinden‘ dolayı. CSU Genel Başkanı Horst Seehofer‘in Liberallerin düşüşünü bulaşıcı hastalığa benzetmesi ve kendilerinin de mikrop kapabileceklerini ima etmesi ise bardağı taşıran son damla oldu. İlgili söz ve buna benzer atışmaların yol açtığı tahribatlar diğer partililer tarafından giderilmeye çalışılsa da merkez sağ koalisyonu içinde bir uyumdan söz etmek mümkün değil.
SOSYAL DEMOKRATLAR, YEŞİLLER‘İN KÜÇÜK PARTNERİ OLMAKTAN ENDİŞELİ
Fukuşima felaketi uzun yıllar sonra federal hükümet çapında Sosyal demokrat/ Yeşil iktidar seçeneğini yeniden gündeme getirdi. Eyaletlerde ise Kuzey Ren Vestfalya (KRV) eyalet seçimleri ile yakalanan yükseliş nükleer facia sonucunda tüm hızıyla devam ediyor. Fakat SPD için çok ciddi bir sorun var. O da Yeşillerin durdurulamaz yükselişi. Sosyal demokratlar Yeşillerin küçük partneri olmaktan endişeliler. Baden-Württemberg örneği ortada. Başka örnekleri de var. Darmstadt şehrindeki sosyal demokrat belediye başkanı bu parti tarafından yenilgiye uğratıldı. Yıl sonunda Berlin Eyalet seçimlerinde SPD‘li başbakana karşı Yeşiller Partisi‘yle özdeşleşen isim olan Renate Künast yarışacak. Kazanma ihtimali bugünkü veriler dikkate alınırsa oldukça yüksek.
SPD Genel Başkanı Sigmar Gabriel, kendisini zor günlerin beklediğinin farkında. Nitekim Yeşiller Partili genel başkanlar gibi ‘koltuğunu tam anlamıyla dolduramıyor‘. Halkın gözündeki popülaritesi ise düşük. Hatta kendisi meclis grubu başkanı Frank-Walter Steinmeier kadar dahi tanınmıyor, dolayısıyla desteklenmiyor.
Öte yandan sosyal demokratlarda teselli olarak da algılanabilecek şöyle bir görüş birliği mevcut: Yeşillerin yükselişi ‘atom şokuna‘ bağlı. Tartışmalar yatıştığında bugün elde edilen oy artışı azalacak. İnsanlar eğitim, fırsat eşitliği, iş ve aile teşviki vs. gibi ‘bizim konulara‘ dönecekler.
Parti içinde yaşanan ‘Yeşiller sendromu‘ ile ilgili ise asıl üzerinde durulması gereken nokta sosyal demokratlar içinde mevut olan iki görüşün olduğudur. İlkine göre ‘asıl olan kırmızı/yeşil koalisyonların kurulmasıdır, varsın yeşiller yükselsin‘ görüşü baskındır. İkincisi ise ‘Yeşillerin merkez sağ parti haline gelmesi SPD‘nin yaşadığı (parti içi) krizin sonucudur‘ şeklindedir ki, kanaatimce doğru olanı da budur.
LİBERALLERİ CİDDİYE ALAN KALMADI
Federal hükümetin küçük koalisyon ortağı Hür Demokrat Parti‘de (FDP) yaşanan çalkantılar bu partiyi tarihinde görülmemiş bir krize sürükledi. Gerek seçmen, gerekse kendi ortakları Liberalleri ciddiye almıyor. Guido Westerwelle‘nin parti başkanlığının yanı sıra başbakan vekilliğinden de çekilecek olması sorunları bitirmedi, bilakis asıl sorun şimdi başladı. FDP hangi konseptle kimi ikna edebilecek? Köklü personel değişikliğine gitmeden ‘adam yerine koyulmama‘ gerçeğini nasıl aşacak? Hepsi belirsiz. Mayıs ayında parti başkanlığına seçilmesine kesin gözü ile bakılan Federal Sağlık Bakanı Philipp Rösler‘in partiyi ‘kurtarması‘ ise zor gözüküyor. Partinin ağır toplarının karizma sorunu yaşayan Rösler‘e yönetim iplerini bırakması da beklenmiyor.
Kaybedilen her eyalet, şehir, belediye FDP‘yi kara kara düşündürüyor. Ülke çapında oyları yüzde 4-5‘lere gerileyen partinin siyasi profili ise kalmadı. Partinin önde gelen ismi Hans-Dietrich Genscher‘in “partinin kuruluşundan beri bu denli strüktürel bir kriz yaşanmadı” şeklindeki tespiti aslında olayı özetler nitelikte.
Krizin aşılması ise zor gözüküyor. Nitekim Yeşilleri birebir kopya ederek Liberallerin ayakta kalabilmesi mümkün değil. Diğer taraftan ise ‘vergi düşürme, orta sınıfı güçlendirme, daha fazla net ücret, daha az devlet daha fazla vatandaşlık hakkı‘ gibi klasik vaatlerden ise seçmen bıkmış durumda. Halk örneğin kriz ortamlarında daha fazla devlet talep ediyor.
Atom politikalarında yaşanan ani dönüş ise bu partiyi tamamen inandırıcılık sorunu yaşattı. Federal Ekonomi Bakanı Rainer Brüderle‘nin eyalet seçimleri öncesi basına kapalı bir toplantıda sarfettiği ve daha sonra ortaya çıkarılan ‘atom santrallerinin durdurulması seçim yatırımıydı‘ şeklindeki sözleri skandal niteliğindeydi. İlk önce yalanladı, sonra baskılar üzerine imalı da olsa kabul etmek zorunda kaldı. Veya parti genel sekreterinin eyalet seçimlerindeki yenilginin akabinde ‘nükleer santraller derhal kapatılmalı‘ açıklaması şaşkınlıkla karşılandı. FDP‘de köklü değişimin yaşanması ise mümkün görünmüyor. Örneğin skandal isim Brüderle halen bakan olarak görevine devam ediyor. Seçmen ise bundan hoşnut değil.
Parti içi ise farklı fraksiyonlara bölünmüş durumda. Genel Sekreter Christian Linder‘in Yeşilleri kopyalayan söylemleri partide ciddi rahatsızlıklara yol açıyor. Lindner‘in ‘biz Yeşillerden farklıyız‘ açıklaması ise parti içindeki baskıların bir sonucu. Liberallerin gelecekte nasıl bir yol izleyecekleri mayıs ayında belirlenecek, o güne kadar her şey belirsizliğini koruyacak.
BELLİ KONULARA TAKILAN SOL PARTİ KENDİNİ ‘ERİTTİ‘
Farklı biçimde de olsa Liberallerin yaşadığı krizin benzerini muhalefetteki Sol Parti de yaşıyor. İşsizlik Parası II (Hartz IV) konusuna takılan, uzun seneler geçmesine rağmen bu takıntısıyla seçmenden ‘gerçek sol biziz‘ sloganlarıyla oy isteyen Sol Parti‘ye kurulduğu yıllarında gösterilen teveccüh artık gösterilmiyor. Halkın artık içselleştirdiği Hartz IV konusu ile artık seçim kazanılamayacağını bu parti bir türlü göremiyor.
Diğer taraftan ise Sol Parti‘nin iki büyük sorunu var. Birincisi ideolojik söylemi. Partideki yaşlı kanadın halen Komünizm‘den medet uman çıkışlarda bulunması bu partinin çağı doğru okuyamadığının açık göstergesi. İkincisi ise yeniliğe açık kanat ile yaşanan parti içi çekişmeler. Sol Parti personel değişikliğine gidemiyor, iç kargaşalar tam bölünmelere yol açabileceği endişesiyle. Sosyal demokratlara kayan seçmen kitlesinin varlığı ise tüm kesimler tarafından idrak edilmekte. Kamuoyuna yansımasa da bu partide mevcut olan kaos ortamı ciddi endişelere yol açıyor. Diğer partilerden farklılıklarını ortaya koyamayan ve profil sıkıntısı yaşayan Sol Parti‘de meydana gelen kamplaşmalar özellikle Sosyal demokrat/ Yeşil blok‘un işine yarıyor.
Sol Parti‘nin seçmene güven telkin edebilmesi için ideolojik makyajını silerek mevzulara daha gerçekçi yaklaşması zorunlu gözüküyor. Seçim stratejisini SPD karşı ‘gerçek sol biziz‘ üzerine kuran Sol Parti‘nin bu yöntemi artık kabul görmemeye başladı. İki nedenden ötürü. SPD artık federal hükümette değil, sosyal demokratlar artık sosyal politikalarında düzeltmelere de giderek Sol Partiyi etkisiz hale getirmeyi başardılar.
YEŞİLLER HALK PARTİSİ OLMAYA YOLUNDA, ANCAK…
Yeşiller Partisi‘nin başta Birlik Partileri olmak üzere tüm partileri kaygılandıran önlenemez yükselişinin doğurduğu en belirgin sonuç tüm siyasi dengelerin değişmiş olması ve partilerde yaşanan iç krizler. Elbette ki Yeşillerin başarısını sadece Japonya‘daki nükleer faciaya bağlamak doğru olmaz, ancak elde edilen oy oranının bu denli yüksek olmasında atom felaketinin etkisi büyük oldu. Ciddi kamuoyu araştırmalarına göre şu an yüzde 24‘e ulaşan oy oranı Yeşiller‘i uzun vadede sıkıntıya da sokacaktır. Federal seçimlere yaklaşık iki buçuk yıl var, bu süre zarfında şimdi elde edilen oy oranının aynı seviyede kalması oldukça zor. Yakalanan bir dinamik olsa dahi bu durumun geçici olma olasılığı da yüksek. 2009 yılındaki genel seçimlerde yüzde 14,6 oy alan Liberallerin durumu ortada. Oyları yüzde 4 ila 5 arasında gidip gelmekte.
Buradan hareketle Yeşiller Partisi‘nde diğer partilerden farklı olarak ‘oylarımızı uzun yıllar nasıl bu seviyede tutabiliriz‘ krizinden bahsetmek mümkün. Bugüne kadar parti başkanlarından Claudia Roth ile Cem Özdemir tabanın sesine kulak vererek başarılı bir performans sergilediler. Federal Mecliste ise Renate Künast ile Jürgen Trittin aynı başarıyı gösterdi. Fakat elde edilen başarıyla bu kişilerin sırtına yüklenen sorumluluklar da arttı. Guido Westerwelle‘yi ayakta alkışlayan parti yönetimi aynı Westerwelle‘yi bir buçuk yıl sonra ‘istenmeyen adam‘ ilan ediverdi. Aynı durum Yeşiller‘in başındakilere de gelebilir. Çünkü Başbakan Merkel başkanlığındaki federal hükümet atom santrallerini tamamen durduracak. Bu durumda Yeşiller hangi konuyla seçmeni harekete geçirebilecek? Bu soru partiyi oldukça kaygılandırıyor. Açık ve net profil sergileyen ve seçmen gözünde ‘en güvenilir parti‘ konumuna yükselen Yeşiller eğer atom enerjisi konusunda olduğu gibi seçmenin taleplerine kulak verip buna göre politikalar üretirse başarılı olmaya devam edecektir. Aksi halde Liberallerin başına gelenler Yeşillerin de başına gelecektir.