'işkencem Sırasında Yeni Doğan Bebeğin Öldüğüne Şahit Oldum' (özel)

Sanatçı Ahmet Kaya’nın sürgün yıllarının anlatan “Yağmurlu ülkenin sürgünü” isimli belgesel çalışmasıyla gündeme gelen yazar-yönetmen Hayri Argav, 12 Eylül döneminde yaşadığı işkenceler sırasında yeni doğan bir bebeğin ölümüne şahit olduğunu söyledi.

12 Eylül’ün ardından hakkında açılan davalar sebebiyle Almanya’ya yerleşen Hayri Argav, acımasız işkencelere maruz kaldığını ifade etti. İşkenceyi yapan R. A. ve A. T.’nin emniyet teşkilatında yükselerek birinci sınıf emniyet müdürü olduklarını belirten Argav, “R.A., yeni doğum yapmış olan bir kadını üç günlük bebeğiyle birlikte getirdi. Dışarıda inanılmaz bir kar vardı. Biz o bebeğin sesiyle uyandık. Bebeği, askerlerin malzemelerini koyduğu bir odaya koydular ve o bebek soğuktan öldü.“ dedi. Argav, 12 Eylül’ü soruşturan savcıların tanıklığına müracaat etmeleri halinde bunu seve seve yapacağını kaydetti.

‘SOL GAZETELERİ TAKİP ETTİĞİM İÇİN HAYATIM KARARDI’
12 Eylül 1980 askeri darbesi gerçekleştiği sırada Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) üyesi olan Hayri Argav, sol gruplardaki yayınları takip ettiği için gözaltına alındığını ve hayatının karardığını söyledi. Argav, gözaltına alınma sürecini şöyle anlattı: “Darbe olduğunda bir yıllık öğretmendim. Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) üyesiydim. Genelde sol gruplarda çıkan gazeteler ile ilişkilerim vardı. 12 Eylül sola dönük bir hareket olduğu için ben de ‘sol örgüte üyelik’ suçlamasıyla Kayseri’de Aralık 1980’de gözaltına alındım. Örgüt üyesi değildim fakat üyeymiş gibi kodlandım. Sadece sol gazeteleri takip ettiğim için hayatım karardı. 22 yaşında çok ağır bir süreç yaşadım ve 6 ay sorguda kaldım.”

‘KAYSERİ’DE İŞKENCE YAPANLAR ÖDÜLLENDİRİLDİ’
İşkenceyi yapanların A. T. ve R. A. olduğunu anlatan Argav, Kayseri’deki işkence merkezinde görev yapanların ödüllendirildiğini söyledi. Hayri Argav, “12 Eylül’de Diyarbakır, İstanbul’daki işkence merkezleri çok konuşuldu ama Kayseri’deki işkence ve sorgu merkezi hiç gündeme gelmedi. Oysa, Kayseri’deki sorgu süreci gerçekten çok ağırdı ve o dönem sorgu ekibinin başında bulunanlar giderek merkezileştirildi, bir anlamda ödüllendirildi. Örneğin A. T., R. A. Kayseri’de korkunç bir zulüm işledi.” dedi.



‘İŞKENCE YÜZÜNDEN AYAK TIRNAKLARIM DÖKÜLDÜ’
6 aylık gözaltı süresinde yaşadıklarını gözü yaşlı bir şekilde anlatan yazar, ayaklarının paramparça olduğunu ve ayak tırnaklarının nasıl döküldüğünü şu şekilde anlattı: “Altı ay gözlerimi bağladılar ve hiç gözlerim açılmadı. Kollarım halen işkence, vücudum da sigara izleriyle doludur. Ayaklarım paramparça oldu ve bütün ayak tırnaklarım döküldü. Hâlâ tırnaklarımın olduğu yer kabuk bağlar ve ben o kabukları keserim. Sadece ben değildim, benim gibi yüzlerce insan vardı işkence gören. Benim bulunduğum katta 50-100 kişi kalabiliyordu. Onların çığlıklarını duyabiliyorduk. Bunların içinde kadın ve çocuk çığlıkları bile vardı ve sürekli ayaktasınız. 6 ay içinde 83 gün ayakta kaldım hiç oturmaksızın. Kelepçe ile ellerinizi kalorifer borularına bağlıyorlar, benim bulunduğum yer bodrum katıydı. Dolayısıyla çığlıklarınızı bulunduğunuz kat haricinde hiç kimse duymuyor. Erciyes eteklerinde Zincidere’deki Sabancılara ait eski binada Hava İndirme Tugayı’na yakın bir bölgedeydik. 6 ay içinde bitlendim. 10 metre uzağımdan bitler görülürdü. Kan içinde ve yüzüm şişmişti. Ayaklarımdan irinler akıyordu. Ona rağmen falakalar hiç eksik olmazdı ve sürekli ayakta bekletiliyordum.”

‘ÜSTLENMEMİ İSTEDİĞİNİZ OLAY VAR MI? YETER Kİ DAYAK ATMAYIN’
O kadar acıyı yaşarken kesinlikle ölmeyi istemediğini söyleyen yönetmen, genç çocuklara dayak atılmaması için bazı olayları üstlendiğini dile getirdi. Argav, şunları aktardı: “O kadar acıya rağmen ölmeyi istemedim. Yaşamayı çok seven biriyim. Bizden akla hayale gelmeyecek birtakım şeyler istiyorlardı. 12 Eylül öncesi olmuş olan bütün olayların faturasını birkaç insana çıkartmak istiyorlardı. Genç çocuklar olurdu mesela. Onları koğuşa çıkartırlardı ‘git biraz düşün’ derlerdi. Daha sonra döndüklerinde ‘Abi üstlenmemi istediğiniz bir olay var mı? Yeter ki dayak atmayın’ diyerek geri dönerlerdi. Hangi olay açığa çıkmamışsa onlar üstlenirdi.”

‘REKOR 37 GÜN TEK BACAKLA AYAKTA KALAN ADAMDAYDI’
Sürekli ayakta beklemekten bacaklarının şiştiğini ve simsiyah olduğunu söyleyen Hayri Argav, ayakta bekleme rekorunun 37 gün ile MHP Davası’ndan yargılanan bir adamda olduğunu belirtti. Argav, “Biz hücrede sağ-sol iç içeydik. Sağcılar ile çok iyi dayanışmalarımız oldu. Her ne kadar düşüncelerimiz farklı olsa da yaşadıklarımız aynıydı. Ülkücü olan bazı insanlar için solcuların ekmek sakladıklarını biliyorum. Çünkü inanılmaz bir vahşet ortamıydı yaşadığımız. Geçmişin çatışmaları düşünceleri unutulmamış olsa da orada gündeme gelmiyor en azından. Bir insan kaç gün, kaç saat ayakta kalabilir. 6 ay içinde 83 gün boyunca ayakta kalırken 27 gün hiç oturmadım. Ama bu rekoru kıranlar da vardı. 37 gün kalan insanları hatırlıyorum. MHP davasından bir adam getirmişlerdi. Tek bacaklıydı. Bacağının olmadığı yere sopasını koyarak 37 gün beklediğine tanık oldum. Bir insan ayağının fil ayağının kalınlığına gelebileceğini düşünün!.. Aynen ayaklarım o şekilde olmuştu. Simsiyah ve kocamandı. Dokunsanız patlayacak durumdaydı.” diye konuştu.

‘SİLAHLARIN YERİNİ BİLİYORUM’ DEDİ ÖLÜME GİTTİ
Daha fazla işkence görmemek için kendisini bile bile ölüme götüren gençler olduğunu belirten Hayri Argav, o dönem tanık olduğu olayları detaylarıyla paylaştı. “Osman Tastekim, Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisiydi. Korkunç işkencelere uğradığına tanık olduk. İşkence bitişik odalardan birinde yapıldığı için işkence görenin sesini duyabiliyorduk. Kendisine işkence yapanlara, ‘Tamam!.. Silahların yerini biliyorum’ dedi. Bir öğleden sonra Osman`ı alıp götürdüler. Ama Osman bir daha sorguya dönmedi. Çünkü ‘silahlar burada’, diyerek sorgu ekibini Kayseri merkezde 7 katlı bir binanın damına çıkarıyor ve oradan aşağı atladığını öğrendik. Hilal Aydın, bir başka kurbanıdır R. A.’nın. O da aynı yöntemi deniyor. ‘Silahlar tarlada gömülü’ diyerek düz bir araziye götürüyor sorgu ekibini ve orada kaçmaya çalışıyor. 4 kursun yarasıyla geri döndü sorguya. O zaman bizlerle kısa da olsa aynı ortamı paylaşan Kayserili işadamları vardı. Bunların bazıları tanınmış insanlardı. Onlar da bu sürecin tanıklarındandır.”

‘GECE İDRARIMIZI YAPTIĞIMIZ BİDONDAN GÜNDÜZ SU İÇİRİRDİ’
Siyasal düşüncelerini takip ettiğim yayın organları yüzünden işkenceden geçtiğini savunan Hayri Argav, 168. maddeden ceza almış. Tahliye olduğunda 17 ayı fazla olmakla birlikte 5.5 yıl içerde yattığını söyleyen Hayri Argav, R. A.’nın bir bebeğin ölümüne sebep olduğunu şöyle anlattı: “Bana işkence yapan insanlar Türkiye’de çok önemli yerlere geldi, bunu hazmedemiyorum. A. T. Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı oldu. Hasan Celal Güzel’i sorgularken kalp krizinden öldü. R. A. da o dönem baş komiserdi. Daha sonra Trabzon Emniyet Müdürlüğü’ne kadar geldi. R. A. o kadar sadist bir insan ki; gece idrarımızı yaptığımız bidona sabahları su doldurturdu ve bize o suyu içirirdi. Bir odada 30-40 kişi kadardık ve oturacak yer bile bulamazdık. Çok iyi hatırlıyorum, yeni doğum yapmış adı Ayşe olan bir kadını üç günlük bebeğiyle birlikte getirdi. Dışarıda inanılmaz bir kar vardı. Yılbaşından birkaç gün sonraydı. Biz o bebeğin sesiyle uyandık. Bebeği askerlerin malzemelerini koyduğu bir odaya koydular ve o bebek soğuktan öldü. Bu R. A.’nın en genç kurbanıdır. Böylesine sadist bir insandır kendisi.”
Kendisine işkence yapanlar ile yüzleşmek istediğini söyleyen Hayri Argav, şunları kaydetti: “İşkencecimle zavallı olduklarını görmek için yüzleşmek isterdim. Onların içinde biriktirdiği, paylaşamadığı şeyleri dinlemek için görüşmeyi isterdim. Bunları hayatımda ilk kez paylaşıyorum ama R. A.’nın bu tür şeyleri anlatacak bir gururu ve gücü yoktur diye düşünüyorum.”

‘TANIKLIĞIM İSTENİRSE SEVE SEVE YAPARIM’
Türkiye’yi çok özlediğini söyleyen Hayri Argav, 12 Eylül’ü soruşturan savcıların tanıklığına müracaat etmeleri halinde bunu seve seve yapacağını söyledi. Argav şunları söyledi: “İçerden çıktıktan sonra 1990 yılında 12 Eylül’ü anlatan ilk roman olan ‘Güneş Doğmadan Asılmak’ı kaleme aldım. 1997 yılında büyük zorluklar ve tehditler altında 12 Eylül idamlarını kitaplaştırdım. Bu kitabın yasaklanması nedeniyle cezaevine girmemek için yurt dışına çıkmak zorunda kaldım. Bir daha da dönmedim. Ülkemi çok özledim. Her zaman şunu söylerim: ‘Bu yaz gideceğim.’ Ama o yaz bir türlü gelmiyor. Yasal olarak hiçbir engelim yok aslında. Fakat, gümrük kapısında geçmişten kaynaklanan sorunlar yüzünden gözaltına alınmak, o demir parmaklıkların arkasında olmak istemiyorum. Darbenin başı olan Kenan Evren hala kendisini hukukun üstünde görüyor. Hiç hakkı olmamasına rağmen, savcının ayağına giderek evinde ifadesini alması, ‘hukukun kişiye özel olmadığı’ ilkesine gölge düşürdü. Ben sorguda kaldığım süre içinde işkence ekibinin isimlerin bazılarını orada görev yapan askerler ve ayrı yerde tutulduğumuz Ülkücülerden aldım. 12 kişilik bir listeyi (bunların ikisi bayan idi) 1982 yılında çıktığımız ilk duruşmada Konya Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’ne sundum. Bunlar hakkında davacı olduğumu söyledim. Ama mahkeme savcısı, ‘bu bizi ilgilendiren bir olay değil, ayrı bir mahkemeye başvuru yapmanız gerekir’ diyerek, normalde bir ihbar olarak kabul edilmesi gereken bu istemimi kabul etmemişti. Şimdi, böyle bir sürecin mağdurları, o sürecin yargılanmasına katkı sunmazlarsa tarih karşısında kendileri suçlu duruma düşer. Tanıklığıma başvurulması halinde tabii ki seve seve yaparım.”
Önce Türk Ceza Kanunu’nun 142. maddesinden mahkeme karşısına çıkarıldığını belirten Hayri Argav, yasa dışı örgüt üyeliği ve propaganda, sonradan da 168 maddeden yargılandı. Yasa dışı örgüt üyeliği bu maddede cezası daha yüksek olduğundan 10 yıl ceza aldı. Sonradan Yargıtay kararı bozunca 17 ay fazla yatmış olarak tahliye oldu. Hayri Argav yurt dışında pedagoji alanında eğitim aldı. Halen Almanya’da göçmen Türk ve Kürt ailelere eğitim alanında destek veren projelerle ilgileniyor.