Mayın çözüm olamaz!

Türkiye'nin batısı referandum sonuçlarına kilitlenmişken doğusu sandık sonucundan çok, silahların yeniden devreye girip girmeyeceğini merak ediyor


Son dakika haberi geliyor: “Hakkari’de minibüs mayına çarptı, dokuzun üzerinde ölü var.” BDP İl Başkanı Orhan Koparan, “Bu olay 20 Eylül’de sona erecek olan eylemsizlik kararına karşı, gizli ve derin güçlerin bir provokasyon girişimidir. Kürt sorununun demokratik yollarla çözümünün önüne geçmek istiyorlar. Bu olayı gerçekleştirenler, özelde Hakkari, genelde Kürt halkının iyiliğini düşünmeyenlerin işidir. Derin devlet güçlerinin izlerini taşıyor” dedi.
Her şey o kadar karışık ve karmaşık ki, bu açıklamaya ilk anda itibar edip etmeyeceğimizi bilmiyoruz. Doğru da olabilir. Ama ya geçen ay, aralarında Batman Baro Başkanı Sedat Özevin’in de bulunduğu dört kişi hayatını kaybettiği, PKK’nın düzenlediği mayın saldırısı gibiyse? Asker ya da sivile niye mayın döşenir ki? Üstelik PKK mayın kullanmayacağını taahhüt etmedi mi? Ya bu saldırının eylemsizlik kararının 20 Eylül sonrasına da uzatılması tartışma ve girişimleri sürerken gerçekleşmesine ne demeli? İnsanın içi kararıyor ve umutsuzluğa kapılıyor. Çünkü bu ülkede birileri, sükunet için çabalarken birileri sürekli kan akmasını istiyor.
***
Türkiye’de referandum sonrası konuşuluyor. Kürt illerinin gözü kulağıysa 20 Eylül haftasında Ankara, Diyarbakır, İmralı ve Kandil gibi merkezlerden gelecek haberde. Herkes birbirine “20 Eylül’de ne olacak?” diye soruyor. Birçok uluslararası sorunun çözümünde rol alan Martii Ahtisarri, Diyarbakır ve İstanbul’da gayriresmi bir arabulucu gibi görüşmeler yapıyor. Diyarbakır’daki STK’lar Cumhurbaşkanı, Başbakan ve CHP liderinden randevu istiyor. Herkes bir çaba içinde, umutlar taze tutulmaya çalışılıyor. Türkiye’nin batısı referandum sonuçlarına kilitlenmişken doğusu sandık sonucundan çok, silahların yeniden devreye girip girmeyeceğini merak ediyor. Aslında sadece doğunun değil, tüm Türkiye’nin bir numaralı gündeminin bu olması gerek. Haziran başında ateşlenen silahlar Ağustos sonuna doğru belli bir süre susmuş, adına da tek taraflı eylemsizlik denmişti. Yani PKK eylemde bulunmayacaktı. Referandum öncesi ve sonrası nispeten sakin geçti, herkes rahatladı. Rahatlayanlar arasında tabii ki hükümet de var. Ancak bu konu kısa süreli siyasi gündemlere kurban edilmeyecek kadar önemli. Hatta tüm siyasi gündemlerden önemli. Başbakan, referandum öncesinde “Bunca yıldır savaş baronları kazandı. Bu ülkeyi bölmek isteyenler kazandı. Biz artık millet kazansın. Bir vatandaşımın kanına ben 550 milletvekilini değişmem. Yeter ki analar ağlamasın. Yeter ki bin yıllık kardeşliğimiz bozulmasın. Ölümden, kandan nemalananlar var. Şehitler üzerinden siyaset yapanlar var. Tabut gelsin de bunun rantını yiyelim diye el ovuşturanlar var” demişti.
Osman Baydemir’in “Bir askerin ölmemesi için kendimi siper ederim ama başkaları da bir gerilla için aynısını yapabilmeli” sözleri de hâlâ akıllarda.
Dilekler güzel, iyi niyetli ama tüm bunları hayata geçirmenin zamanı geldi. Ama öncelikle bu zeminin hazırlanması ve silahların bir süre daha susması gerekiyor.
***
Türkiye’nin referandum sonrası yaşadığı yeni ve nazik sürecin acil ve pratik adımlara ihtiyacı var. Tarafların mazeret oluşturma, gerçekçi olmayan talepleri gündeme getirip konuyu ana ekseninden kaydırma gibi lüksü yok. Ne hükümetin, ne BDP’nin ne de PKK’nın. Böyle bir lüks söz konusuysa, artık yapacak pek bir şey yok. Ya da bu sorunun karşılıklı olarak silahla çözüleceğine inanılıyorsa... Çünkü bir sonraki çatışma ortamının her zaman bir öncekinden çok şiddetli ve yıkıcı olduğunu söylemeye gerek yok.
***
Referandum sonrası fotoğraf netleşti. Kürt coğrafyasında boykot tuttu. BDP kitlesi her ne kadar bu tercihi içine sindirmese de partisinin arkasında durarak iradesini gösterdi. Bazılarının yazıp çizdiği gibi 2007 ve 2009 seçimleriyle karşılaştırıldığında BDP’nin oyları düşmedi. AKP güçlü olduğu illerden güçlü çıktı. Diğerlerinde mevcut oyunu aldı. Bu yüzden Kürtlerin BDP’ye ders verdiği ya da boykotun tutmadığı üzerine kalem oynatmak, hâlâ kendini kandırmak gibi. BDP’liler kendi iradelerini test etti, kitlesinin tavrını gördü  ve bundan sonra kendilerinin yasal muhatap olup olamayacağını deneyimledi.
AKP ise Türkiye genelinde referandumdan aldığı sonuçla elini güçlendirdi, Güneydoğu’da da en önemli ikinci parti olduğunu gösterdi. Referandum öncesi Diyarbakır mitinginde CHP ve MHP’ye koz vermemek ve durumu riske etmemek için Kürt meselesiyle ilgili hemen hiçbir şey söylemeyen Başbakan’ın önünde sorunun çözümüne yönelik bu tür engeller kalktı. MHP’nin tabanındaki evet kayması da aslında referandum öncesi yapılan karşı propagandanın, Habur retoriğinin tutmadığını gösteriyor. Kürt açılımını aylar önce terk eden hükümetin artık önünde engel yok. Ama önemli olan niyetin olması. Askerin bir anlamda devreden çıkmasıyla AKP’nin işi kolaylaştı, karar merci olmanın yükü ve sorumluğu artık onlarda. Bu konunun önemli isimlerinden Başbakanlık Başmüşaviri Yalçın Akdoğan’ın sözleri de bu durumu destekliyor: “Çözümün olabilmesi için öncelikle çözüm iradesinin ortaya çıkması, sorunu çözebilecek bir siyasi zihniyetin devreye girmesi ve siyasal sistemin sorun çözme kabiliyetinin daha çok gelişmesi gerekiyordu. AK Parti’nin böyle bir irade ortaya koyduğunu gördük. Ancak sadece irade meseleyi çözmüyor. Bunu gören AK Parti siyasal sistemi demokratikleştirecek adımları atmaya yöneldi. Anayasa değişikliği, her türlü sorunun çözümünü engelleyen statükocu direnci kırmaya yönelikti. İktidarın çözmek istemesi ve siyasal sistemin bu kabiliyete sahip olması da yetmiyor. Aynı zamanda sorunu kaşıyan, kirli oyunlarla çözümü engelleyen mihrakların da devre dışı bırakılması gerekiyor. Ergenekon süreci, bu açıdan anlamlıdır. AK Parti bu noktada da mesafe aldı.”
Ancak Akdoğan sözlerinin devamında haklı olarak bu süreci tek başlarına götüremeyeceklerini söylüyor ama sanki eski paradigma üzerinden devam ediyor: “Ancak tüm bunlara ek olarak sorunun parçası olan kesimlerin tutum ve tavırları da çözümü zorlaştırıyor veya kolaylaştırıyor. PKK ve BDP açıkça çözüm sürecini sabote etti.” 
BDP’liler de referandum sonrası AKP’nin elinin güçlendiğini ve mazaretleri kalmadığı konusunda hemfikir. Ancak, madalyonun bu yüzünde de gerçekçi ve tek bir gündemin olması gerekiyor. Bu yüzden “demokratik özerlik” tartışması, eğitim boykotu gibi başlıklar en azından şu anki yaraya merhem olmaz.
***
Kürtlerin işi kolay değil, kim neye, nasıl karar verecek? Abdullah Öcalan’ın Kandil kadroları üzerindeki belirleyiciliği tartışılır ama kitleleri üzerinde büyük etkisi, referandum sonuçlarıyla da ortada. PKK yöneticileri Öcalan’dan talimat alıyor gibi gözükse de bağımsız davranabiliyor, eylem yapabiliyor. İşte tam da bu nedenle PKK’nın bu ortamda yapabileceği ya da düşebileceği bir kışkırtma her şeyi berbat edebilir. Tıpkı Hakkâri saldırısında olduğu gibi. PKK eylemsizliğine devam etmeli. Hatta kadrolarını Kandil’e geri çekmeli. Silahın artık çözüm değil, çözümsüzlüğe giden yol olduğunu, BDP’ye yakın Kürtler de söylüyor. Artık bu süreçte herkes elini taşın altına sokarak üzerine düşeni yapmalı. Hükümetin mevcut konjonktürde ve referandum sonrası elde ettiği siyasi avantajlarla Kürt sorunun “tek başına çözerim” mantığından uzaklaşması ve bu işin yasal muhataplarıyla çözüm yoluna gitmesi gerekiyor. Artık ne AKP ne de BDP’nin mazeret üretme hakkı var. 20 Eylül sonrası, Türkiye ve geleceğimiz açısından önemli. AKP yeni anayasa için kolları sıvamalı ve 2011 öncesi Kürtler açısından bunun ipuçlarını vermeli. Kürt illerindeki beklenti bu. PKK ise eylemsizliğini sürdürmeli.

METE ÇUBUKÇU: NTV Haber Müdürü