Kaybetmeyi bilmemek ve bitmez tükenmez komplo teorileri...
Herkesin bize karşı olduğuna, herkesin bize komplo kurduğuna dair teoriyi, ben de her Türk gibi çocukluğumda fark ettim.
Herkesin bize karşı olduğuna, herkesin bize komplo kurduğuna dair teoriyi, ben de her Türk gibi çocukluğumda fark ettim. Benim yetişme dönemimdeki arızalı konular belliydi; bir, ‘ata sporu’ güreşte bize haksızlık yapılıyordu (çünkü o dönemde futbolumuzun hali haraptı ve takımlarımız Avrupa’da daha ilk turda fark yiyip eve dönerdi, dolayısıyla bu konuda haksızlık yapılmadığını, yapılamayacağını bilirdik), iki, Eurovision Şarkı Yarışması’nda hakkımz yenirdi. Bu cephede yarışmaya her yıl, bir öncekinden bambaşka bir parçayla katılır ama her seferinde de elimiz boş döner, böylece Avrupa’ya olan kinimizi de kabarttıkça kabartırdık. Daha sonra Grup Halley’in ‘İlk 10’a girmesinin ardından nihayetinde ‘Sertap Erener’in şampiyonluğu’ bu cephedeki paranoyalara son verilmesini sağladı. Lakin artık gazete ve televizyonlarda, işte bu ahval ve şerait içinde büyümüş insanlar görev başında. Onlar, elbette ki ‘Freudyen bir bakış açısıyla’ küçüklüklerindeki o korku dolu günlerin izlerini sürüyor ve komplo teorilerini başka alanlarda var ediyorlar. En son örnek de önceki günkü Euro 2016’ya ev sahipliği konusu oldu.
Dünkü gazetelere göz attıysanız, ev sahipliğini Fransa’ya kaptırmadaki en önemli suçlunun da adını görmüşsünüzdür. Sağolsun Radikal hariç hepsinde adres aynıydı; UEFA Başkanı Michel Platini... Başlıklar da şöyle sıralanıyordu: ‘Al Gülüm Ver Gülüm’, ‘Türkiye’yi sattılar’, ‘Bir Türk başkan olsun, siz de alın’, ‘Platini çalımı’, ‘Platini ortaladı, Sarkozy vurdu’, ‘Fransa’nın golü Platini’den’... Bu başlıkların altını dolduran haberlerde ise final oylamasında 13 kişilik UEFA Yönetim Kurulu’nun 7-6’lık sonuçla ev sahipliğini Fransa’ya vermesindeki ‘kirli tablo’ ortaya konulmaya çalışılıyordu. Neydi bu tablo? UEFA Başkanı Platini bir Fransız’dı, oylamaya tıpkı diğer aday ülke temsilcileri olan Türk Şenes Erzik ve İtalyan Giancarlo Abete gibi katılmamıştı ama yaptığı kulisle ve sunum gününde ‘tarafsızlığı’nı yitirmekle, sonuçta ülkesinin kazanmasını sağlamıştı. Peki neydi tarafsızlığını yitirmesine yol açan olay? Sarkozy’yi, oy kullanacak olan UEFA üyelerine tanıtmak. Gerçi oylamayı gün boyunca naklen yayımlayan NTV Spor’a konuk olan L’Equipe muhabiri bir Fransız gazeteci, oylama öncesi “Bence üyeler kararlarını çoktan vermiştir, bugünkü sunumların fikirlerini değiştireceğini sanmıyorum” demişti ama neyse. Bu noktada Türk basınına sormak istiyorum, “Siz gerçekten Sar-kozy’nin elini sıkınca fikrini değiştirecek insanlar olduğuna inanıyor musunuz? Eğer böyle bir teziniz varsa, neden Türk delegasyonunun benzer ‘inceliği’ göstermediği ve Abdullah Gül’le yönetim kurulu üyelerini tanıştırmayarak böylesi bir yolla etki altına almadığı için eleştirmiyorsunuz?”
Aslında bu tabloyu okumanın bir zorluğu yok. Her zaman olduğu gibi yenilgiyi kabul edemeyen bir yapı var ortada ve çıkan manzara sonrasında da uydurabildiğin kadar gerekçe uydur. Gelelim Platini’nin ‘skandal’ olarak addedilen “Bir Türk başkan olsun, siz de alın” cümlesine. Bunun da yine çocukluk günlerimden kalan bir ‘basın fıkrası’nın tezahürü olduğunu söylemeliyim. Malum fıkrada, Papa New York’a indiğinde gazeteciler sorar, “Genelevi de ziyaret edecek misiniz?” Papa bu soruya, “New York’ta genelev var mı?” cevabını verince, ertesi günkü manşetlerde şu cümle ön plandadır. “Papa uçaktan iner inmez sordu: New York’ta genelev var mı?” Platini’nin cümlesinin ardı arkası meselesine gelince: NTV’den Emek Ege, Platini’yle yaptığı söyleşide Türkiye cephesinin, kendisinin tarafsızlığını yitirdiğine dair bir kaygı taşıdığını ifade edince, Fransız futbol adamı da “Eğer böyle düşünüyorsanız, siz de bir Türk başkan çıkarın, organizasyonu alın” türünden gayet ‘zekice’ bir cevap verdi. Ama siz bu ifadeyi, bağlamından çıkarıp manşetlere taşırsanız elbette ‘skandal’ olur. Ama Platini’nin cümlesi değil, sizin hâlâ bu çağda yaptığınız gazeteciliktir skandal olan...
Gelelim bizim gerçek zihniyetimizin kıyıya vurduğu anlara... Oylama biter bitmez Türk gazeteciler, UEFA Asbaşkanı Şenes Erzik’in etrafını sardı ve sorularıyla tecrübeli spor adamını bunaltmaya başladı. Bir soru, Platini’ye yöneltilenin değişik versiyonuydu: “UEFA’nın başkanları Fransız olduğunda, organizasyonları hep Fransızlar almış. Acaba bizim de UEFA’da bir başkanımız mı olmalı?” Bu sorunun açılımı, “Siz başkan olamadığınız için biz kaybediyoruz”du. Erzik, tabii ki bu soruya bozuldu ve “Eğer siz böyle yorumluyorsanız, benim yapacak bir şeyim yok” dedi. Lakin bu noktadan sonra o ‘akıl adamı’ gitti ve yerine 7-6’lık sonucu Platini adına bir ‘Pirus zaferi’ olarak niteleyen ‘yorumcu’ geldi. Akabinde Erzik, tarafsız olmasına rağmen Türkiye’nin kazanması için çalıştığını ima eden, “Size bütün bunları anlatmadım, zaten yapım gereği anlatmam ama bilin ki çok çalıştım” anlamına gelen cümleler kurdu. Şimdi bu nasıl bir tarafsızlık beklentisi ve siz, kendi temsilcinizin itirafı karşısında hiçbir şey demiyorsunuz ve sürekli karşı taraftakinin oyunu, kurallarına göre oynamadığını iddia ediyorsunuz. İşte bu bize ait bir özellik ve bu özellikle, biz daha çok kereler yenilginin kusurunu başka yerlerde ararız.
Gelelim bu organizasyon için Fransa’nın seçilmesine... Bu konuda en akıllı ve zarif yorumu, 20 yıl sonra bu topraklara yeniden dönen bir futbol adımı yaptı. Guus Hiddink, Amerika’dan seslendi ve meseleyi özetledi: “UEFA hem futbolu geliştirmek isteyen ülkelere Avrupa Şampiyonası’nı götürmek istediğini söylüyor, hem de daha önce iki defa Avrupa Futbol Şampiyonası’na bir defa da Dünya Kupası’na ev sahipliği yapmış Fransa’ya 2016’yı veriyor. Yedi üyenin verdiği karar daha önce belirttiği UEFA’nın kendi stratejisine ve felsefesiyle çelişiyor...” Evet, konu aslında bundan ibaret.
Ama öte yandan Fransızların da bir organizasyon geleneği olduğunu kabul etmek lazım. ‘Modern Olimpiyatlar’ın kurucusu Baron Pierre de Courbertin bir Fransız’dı. Dünya Kupası fikrini ortaya atan Jules Rimet bir Fransız’dı. İki gün önce ev sahipliğini üstlenmek için uğraş verdiğimiz Avrupa Futbol Şampiyonası fikrini ilk ortaya atan Henry Delaunay bir Fransız’dı. Ayrıca futbolun son efsanesi Zinedine Zidane (Cezayir kökenli) bir Fransız’dı (Messi daha efsane olmadı da). Futbol âlemimize uğrayan heyecan verici son iki yıldız, Anelka ve Ribery Fransız’dı. Apar topar kovduğumuz Tigana bir Fransız’dı. O çok sevdiğimiz Eric Cantona bir Fransız’dı. Sartre, Camus Fransız’dı, ‘Yeni Dalga’ akımı Fransız’dı. Alain Delon, Jean Paul Belmondo Fransız’dı, Yılmaz Güney ve Nuri Bilge’yi dünyaya tanıtan Cannes, Fransız. Biliyorum, mesele fazla ‘Frankofon’ olmaya başladı ama sonuçta ev sahipliği ‘yabancı’ya gitmedi. Bize düşen ise bir Fransız’ın, Napolyon’un dediği gibi ‘Yenile yenile yenmesini öğrenmek’.
Tarafsızlık konusu ve federasyon
Euro 2016’nın ev sahipliğinin Fransa’ya verilmesinin ardından Futbol Federasyonu, Platini’nin tarafsızlığını yitirdiği konusunda sağ olsun bir imada bulunmadı. Zaten bulunmaması da gerekiyordu. Çok değil, iki ay önce kendi yayın organları TamSaha’da yayımlanan Arda Turan röportajını, bir gün önce ilişkilerinin ‘gayet iyi’ olduğu bir gazeteye veren ve şu küçücük âlemimizde bile ‘tarafsızlık’ konusundaki sınavı geçemeyen federasyonun, kimseye ‘tarafsızlık’ konusunda söz söylemeye hakkı olmadığını düşünüyorum. Bu arada hem 2012, hem de 2016 sürecinde bütün bilgi, görgü ve emeğini ortaya koyan Orhan Gorbon’a, hepimizin özel bir teşekkür borcu var. Sevgili Gorbon’u, ‘Euro 2020’ yarışında da görmek istiyoruz.
Radikal