Ali Baransel 'Bıçak Sırtında' Adlı Kitabını Anlattı

Gazeteci-Yazar Ali Baransel'in yazdığı 'Bıçak Sırtı' adlı kitap, Erdoğan Aktaş'ın da katıldığı bir konferansta dinleyicilere tanıtıldı.

Ali Baransel, ATV Haber Genel Yayın Yönetmeni Erdoğan Aktaş'ın sorularını cevaplarken kitabı hakkında da bilgi verdi. Altunizade'de bulunan Alman Hastanesi'nde verilen konferansa gazeteciler, akademisyenler ve çok sayıda davetli katıldı. Konferansta konuşan Ali Baransel, "1974-1980 yılları gerçekten hüzünlü yıllardı. Sağ sol çatışmaları her köşede, ölüm pusuda yatmış, bir taraftan işçi-işveren arasındaki gergin bir atmosfer. Diğer taraftan Kahramanmaraş'taki olaylar, katliamlar* 1974-1980 yılları
arasında Tam 16 hükümet kurma rekor düzeyde bir görevle baş başa kalmıştı. Sayın Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, 7 yıllık görev süresi içersinde, tabi o dönemin baş aktörleri sayın Ecevit ve Sayın Demirel'dir. Akıl almaz bir sürtüşme, akıl almaz bir gerginlik ortamını yaratacak tutum ve davranışlar sergileyen bir iki lider. Tabi mutlaka toplum için son derece yararlı hizmetler gerçekleştirmişlerdir. Ama o dönemde uzlaşmaz bir ikiliydi. Onlardan birinin dediğini, diğeri mutlaka karşı çıkıyordu. Öyle bir
noktaya gelirdi ki sonuna doğru Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosu tam 7 ay cumhurbaşkanını bile seçemedi. Böyle bir gergin ortamdan hep olayların gerisinde kalmış demokratik sistemin sağlıklı bir şekilde işlemesi konusunda, sağlığını bile riske eden son derece donanımlı, bilgili, 3 dil bilen ve hakikaten beyefendi insan cumhurbaşkanı diyebilirim sayın Fahri Korutürk. Fakat o dönemde maalesef gereğince çıkma durumunda zaten yoktu, Ecevit ve Demirel gündemi oluşturuyorlardı" dedi.
"Ben aslında bu kitabı, Sayın Fahri Korutürk'ün çok yakınında bana ailesinin bir ferdi gibi güvenen insana hizmet açısından da bu görevi yerine getirmeyi uygun buldum" diyen Baransel, bunun dışında bir takım siyasi, sosyal, ekonomik fotoğrafların da yer aldığını aktardı. Baransel, 1974-1980 dönemini kapsayan bu konuşmaları şöyle özetledi:
"Sayın Korutürk, hakikaten demokratik sisteme gönülden bağlı ve demokratik sistemin karşısındaki bütün düşüncelere tutum davranış ve konuşmalara set çeken bir insandı. Bence büyük bir hizmet olmuştur, hatta şunu söyleyebilirim; 12 Eylül harekatından 6 ay önce bir mektup söz konusu oldu. Bu mektubu o dönemin kuvvet komutanları başta Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren, Hava ve Jandarma Komutanlarının imzaladığı bir mektuptu. Bu önce parlamentoyu göreve davet ediyor ve aba altından da Cumhurbaşkanı
seçilmemesi Parlamentodaki bu kilitlenmenin çözülmemesi halinde yönetime el koyabilecekleri mesajını da veriyorlardı. Sayın Korutürk, daha sonraki sohbetlerimizde bana biz bu çözümsüzlüğü mutlaka sona erdirmeyi arzu ediyoruz ve bir askeri müdahaleden başka yapacak bir şey yok. Gelin siz hem rütbe olarak hem bilgi ve birikim olarak bizden çok daha deneyimlisiniz. Bu harekatın başına geçin demişti. Fakat demokratik parlamenterler bir sisteme olan güvenini ve bağlılığını saygısını hiçbir zaman kaybetmeyen
Korutürk, Sayın Kenan Evren'e aynen şunu söylemiştir; 'Temsil ettiğin meclise karşı başkomutanlığımı nasıl kullanırım' Cumhurbaşkanı aynı zamanda Başkomutan olarak geçiyor. Anayasamızda meclisten aldığım vazifeyi kendilerini ortadan kaldırmak için nasıl kullanırım. Bence bu hakikaten ibret alınması gereken çok cesur ve yürekli bir sözdür. Türkiye'de herkesin demokratik sicilini çok ayrıntılı bir şekilde incelemek lazım. Ben bunu Çankaya Köşkü'nün içinde bulunduğum süre içerisinde, çok yakından izledim.
Maalesef insanlarımız, çoğunluğunu kastetmiyorum, hep gücün yanında olma gibi bir tutkunun içerisindeler. Mesela 12 Eylül öncesi parlamentoda çeşitli konular görüşülüyor. Parlamenterlerin yarısı Genel Kurmay Başkanı, Kuvvet Komutanlarını ziyaret ediyorlar. Parlamento iş yapmaz durumda. Ne olur bir an ince askeri müdahale yapın. Bunu diyenler halkın seçtiği parlamenterler. İsmi vermek mümkün mü? İlk aklıma gelen mesela, o dönemde Allah rahmet eylesin Emin Paksüt, önemli bir hukukçuydu. Prof. Turan Feyzioğlu
bir anayasa taslağı hazırlayıp hemen geldiğinde bunu yürürlüğe koyun diyecek kadar onların elini kolaylaştıran bir yaklaşım içerisinde olmuşlardır. Bunu şunun için söylüyorum, önce askere böyle bir yönetime el koyma, ülkeyi kurtarma misyonunu yüklüyorlar. Sonra asker yönetime el koyuyor. Ondan sonra demokrat geçinenler bir bakıyorsunuz zaman geçtikten sonra askerin yönetimindeki etkinliği azaldıktan sonra, en acımasız eleştiriyi onlar yapıyorlar ve en sağlam demokrat onlar görünüyorlar. Bugün bile bu türlü
insan manzaraları çok. Dolayısıyla bu benim en çok dikkatimi çeken ve son derece üzüldüğüm bir konu. Tabi burada olan askere oluyor. 27 Mayıs, 22 Şubat, 21 Mayıs, 12 Mart, muhtırası, 27 Nisan, 12 Eylül yani bütün bu askeri müdahaleler, bazıları müdahale bazıları gerginlik rejimi getirmiştir. Bazıları toplumda gerginlik yaratmıştır. Hep şunu gözlemledim, yani bu askeri yönetimler, Türkiye'nin sorunlarını çözmekten öte arkasındaki bir takım tortular bırakarak sonlanıyor. Dolayısıyla askeri görevi belli Türk
Ordusu çok saygın bir ordu. Devlet kuran bir kaç ordudan bir tanesi, dolayısıyla onları politikanın içerisine çeken bu temel davranışlardan özenle kaçınmalıyız. Onları yıpratmaktan da aynı şekilde uzak durmalıyız. Bu beni üzen ve üzerinde durmak istediğim ve vermek istediğim mesajların başında geliyor. Darbelerin bir çözüm olmadığının altını çizerek söylüyorum. Tabi dönemleri anti demokratik rüzgarların hızla estiği dönemler, işkenceler, idamlar son derece insanı üzen, insanlıkla bağdaşmayan tutum ve
davranışların sergilendiği dönemler. Çünkü adı askeri dönem sıkı yönetim egemen oluyor."