Ruhat Mengi'de Baykal'ın geri dönceğini düşünüyor

Bazı internet sitelerinde paylaşılan ve CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'a ait olduğu öne sürülen uygunsuz görüntülerin ardından gelen istifa gündeme bomba gibi düştü.

Bir çok köşe yazarı yaşanan bu istifayı köşesinde değerlendirirken kimileri bu istifanın planlı bir geri dönüş olduğunu öne sürdü. Vatan gazetesi yazarı Ruhat Mengi de Baykal'ın tekrar görevine döneceğini düşünenler arasında.

İşte Mengi'nin yazısı;

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal dün genel başkanlık görevini bıraktığını açıkladı... Böylece “olayın gerçekliği anlaşılırsa istifa etmeli” diyenlerin yargısız infaz yaptığını iddia edenler de durumun böyle olmadığını anlamışlardır sanıyorum. Anlaşılan bir şey daha var; birçok konuda olduğu gibi bu konuda da elmayla armudu, sapla samanı birbirine karıştırmaktan vazgeçmediğimiz...

Pazar günü Her Açıdan’da hukukçu, siyaset bilimci ve sosyologlarla yaptığımız tartışmada da bu durum bazı konuşmalarda görülmüştü, gelen mektuplar ve köşe yazılarında da görüldü. Ki program esnasında izleyicilerden “Her Açıdan’ın ciddi ve dürüst bir program olduğunu, böyle konular yerine her zamanki gibi daha önemli sorunları öne çıkarması gerektiğini” belirten tepkisel mektuplar da geldi. Ayrıca; dün tüm TV kanallarının gün ve gece boyu aynı konuya ayrılması bu tepkilerin haksızlığını da göstermiştir sanıyorum.

Burada gizli bir kameranın özel alana yerleştirilmesi gibi son derece etik dışı ve maddi-manevi en ağır cezayı hak eden bir eylem var. Kişilik haklarına saldırı var. Baykal’ın konuşmasında vurguladığı doğruysa, bu konuda bildiği kanıtlar varsa ve işin içinde siyasi bir karalama, siyasi komplo boyutu mevcutsa suçu daha ağırlaştırması gereken bir durum da söz konusu... Ama bunların hepsi “elma” veya “sap” sayılır, yani tümüyle ayrı bir tartışma konusudur. Bu nedenle de; bir parti genel başkanının böyle bir durumda “istifasının bekleneceğini” yazanlara ve söyleyenlere “ahlâk polisliğine soyunmak”, “gizli kamera gibi aşağılık bir eyleme itibar etmek” gibi suçlamalar son derece popülist ve yersizdir.
İnsanların en özel alanlarına girildiği telefonlarının dinlenip internet mesajlarının bile okunduğu, vatandaşın evinde konuşmaya bile korktuğu bir dönemde bunların ve tabii gizli kamera gibi bunlardan da dehşet verici eylemlerin en ağır şekilde cezalandırılmasını sağlamak yargının ve ülkeyi yönetenlerin görevidir. Halk da, medya da israrla bunu talep etmeli, bununla da yetinmeyip takipçisi olmalıdır. Bu bir...

İkinci konu olayın “iki evli insanın, evlilik dışı ilişki yaşaması” konusu ki işin bu boyutu sadece o kişileri, eşlerini ve ailelerini ilgilendirir. Onlar kabul ediyorsa başkasının üzerine vazife değildir, bunun konuşulması özellikle de üzerinden bir kazanç sağlanması tepkiyi hak eder.

Gelelim üçüncü konuya... Eğer bu kişiler bir ülkeyi, 70 küsur milyonluk bir toplumu yönetmeye taliplerse ve olay “gerçekliği taraflar tarafından yalanlanamayan” boyuttaysa ne olur?

Hele de taraflardan biri “iktidar” olmaya talip bir partinin, ana muhalefet partisinin lideri, yani bir başbakan adayı ise?


TERCİH DEĞİL ZORUNLU!

İşte o zaman istifa bir tercih değil, zorunlu bir durumdur.
Şu anda Türkiye açılım gibi, yüksek yargının siyasallaşmasına yol açacak Anayasa değişikliği (ve hatta başkanlık sistemi) gibi ülke bütünlüğünün ve demokratik rejimin korunması açısından büyük önem taşıyan gelişmeler içinde...

Bir referandumun ve seçimin eşiğinde... Bu süreçte “yapılan değişiklikler ve Anayasa Mahkemesi kararlarıyla ilgili olarak” kim bilir neler söylenecek, ne kıyasıya mücadeleler yaşanacak. Peki etik açıdan güvensizlik yaratacak bir durumun içindeki bir “ana muhalefet” genel başkanı ile partisi bu mücadelelerde yeterince güçlü olabilecekler mi?
Dün konuştuğum en deneyimli siyasetçiler “olamayacağını; bu ağırlıkta bir hatanın politikaya yansımasının da ağır olacağını, ilgili liderin ‘dürüstlük, hak, hukuk’ gibi konularda inandırıcılığını yitireceğini, referandum ve seçim sonuçlarının kolayca etkileneceğini ve siyasi partiler arasındaki dengenin bozulacağını” söylediler.


SİYASETE YANSIMA

Bunun “Deniz Baykal’ın demokrasiyle aşamayacağı tek durum olduğunu, bugün şövalyelik yapan rakiplerinin kendilerine yakın medya organları (ve dahi cemaatlerin, din adamlarının bile yardımıyla... Aynen böyle söyleyenler oldu) seçim sürecinde, referandum sürecinde bunu negatif propaganda malzemesi olarak kullanacaklarını, Anadolu’da çok farklı bir kampanya izleneceğini” anlattılar.
Meclis’te düşman gibi dövüşen rakiplerin böyle bir konuda “etik abidesi” gibi davranmalarının sadece görüntüde kalacağını belirttiler.
Nitekim dün Adalet eski Bakanı Hikmet Sami Türk VATAN’daki röportajında “Baykal’ın kaseti referandumu da, solu da etkiler, referandumda muhalefeti çok zayıflatır” diyordu.


DÖNMEMELİ!

Deniz Baykal’ın uzun siyasi yaşamının bu şekilde bitmesi (eğer biterse) elbette üzücüdür. Onun siyasetteki dürüst duruşuna, deneyimine özellikle son yıllardaki başarılı muhalefetine söylenecek şey yok... Bu olayın CHP’nin yükselişe geçtiği ve çok önemli bir referandum sürecinde özellikle öne sürüldüğüne dikkat çekenler de haklı olabilir. Ama en azından bugün için “Kurultay’da israr olursa yeniden adaylığını koyabileceği” iddialarını asla gerçeğe dönüştürmemesi tam aksine; konuşmasında belirttiği gibi partisine ve ülkeye yeni bir şansa dönüştürmesi bütün bu duruma rağmen gerekiyor. Gerçekten ülkesine, partisine sevgi ve saygı duyduğunu ancak böyle gösterebilir.
Bu arada konuşmasındaki “2 haftalık bir siyasi komplodur” sözleri ne olup bittiğini iyi bildiğini anlatıyor ki herhalde buna da açıklık getirecektir. Olayla ilgili tepkilerine bakınca hükümetin aynı gayreti, kendi inandırıcılığı açısından tüm imkânlarıyla ortaya koyması; yargıyla, istihbarat birimleri yardımıyla komployu kimin yaptığını ortaya çıkarması bekleniyor tabii!
(Not: Bu arada kişisel olarak Deniz Baykal’ın böyle bir finale katlanmayacağını, ne pahasına olursa olsun geri döneceğini düşünüyorum. Bu da bir tahmin!)