'Türkiye'nin Özellikle Devletler Hukuku Alanında İnsan Yetiştirmesi Gerekli '

Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Beril Dedeoğlu: ' Türkiye çok kutuplu ilişkilerde ne kadar çok teminat veren ülke konumunda olur (warrantor country) ve devletlerin korktukları gelişmelerin önüne geçen oyuncu sıfatını kazanırsa o kadar kalıcı ve sürdürülebilir ilişkiler olacağını düşünüyorum' ' Yeni dönemde ağırlık verilmesi gereken en önemli üç konu 'kamu diplomasisi', uluslararası örgütlerde Türkiye kökenli memur sayısının arttırılması, uluslararası hukuk alanında özelde 'devletler hukuku alanında' Türkiye'nin özellikle insan yetiştirmesi ' ' Avrupa'daki aşırı sağın yükselişinden sadece Türkiye'nin ve Müslüman dünyasının değil Avrupa'nın çok büyük bir kısmı da son derece mutsuz ve tedirgin. Unutmayalım ki yükselen ırkçılık önce Avrupa'da birbirleriyle olan Dünya Savaşları'nı ortaya çıkardı'

ELİF SELİN ÇALIK - Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Beril Dedeoğlu, Türkiye'nin dış politikada her alanda ilişkilerinin sürdürülebilir olmasında karşılıklı bağımlılıkların yaratılması gerektiğini belirterek, "Türkiye ne kadar ilişkilerde teminat veren ülke konumunda olur (warrantor country) ve devletlerin korktukları gelişmelerin önüne geçen oyuncu sıfatını kazanırsa o kadar kalıcı ve sürdürülebilir ilişkiler olacağını düşünüyorum." dedi.

Galatarasay Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Beril Dedeoğlu, Türkiye'nin yeni dönemdeki dış politika çizgisini, terörle mücadelesinde diğer ülkelerden olan farklarını ve tüm dünyayı sarsan aşırı sağın yükselişine dair alınması gereken önlemleri AA muhabirine değerlendirdi.

Soru: Sizce Türk dış politikasının öncelikli alanları ve geçmiş dönemden farklı olarak yeni çizgi yaratacağı alanlar ne olmalıdır?

Türkiye'nin öncelikli tek bir alanı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü uzun zamandan beri ekonomi, diplomasi, siyaset, kültür diplomasisi hepsi aynı sepetin içerisinden değerlendirildi ki bunun çok yanlış olmadığını düşünüyorum. Bu alanlar birbiriyle son derece ilintili konular. İkincisi yine uzun zamandır çok taraflı bir ilişki ağı ön görülüyor. Yani işte kuzey ülkeleri ile güney ülkeleri veya doğu-batıyla eşdeğerde ilişkilerin yoğunlaştırılması politikası uygulanıyor. Tabii ki batı ile bir dizi sorun olduğu için sanki daha çok doğu politikası öncelenmiş gibi bir izlenim var. Ancak bu daha çok batıyla olan sorunların ön plana çıkmasından kaynaklanan bir durum. Yoksa Türkiye'nin hem uluslararası örgütler içerisindeki ağırlığı hem faaliyetleri aynen devam ediyor. Bundan sonra herhalde daha da çok ağırlık verilmesi gereken en önemli konulardan bir tanesi 'kamu diplomasisi'dir. İkincisi uluslararası örgütlerdeki ağırlığımızın arttırılması gerekir. Bütün uluslararası örgütlerde Türkiye kökenli memur sayısının arttırılması, sadece oradaki temsilciye ya da büyükelçiye bırakılamayacak kadar önemli bir altyapıdır. Üçüncü unsurum da bundan sonra uluslararası hukuk alanında özelde 'devletler hukuku alanında' Türkiye’nin özellikle insan yetiştirmesi gerekir. Bunların da uluslararası faaliyetlerde, davalarda aktif olarak yurtdışında görev almaları beklenir. Yani sadece kamu diplomasisini toplumun farklı sivil toplum kuruluşlarıyla yürütmek de çok mümkün değil. Alanda bulunan kişilerin, bulundukları ülkelerde uzman sıfatını kazanmış olmalarına özen göstermek gerekir. Sanırım bu eksikliğin Türk Dışişleri de farkında. Bu nedenle bundan sonra ağırlığın bu noktaya verileceğini düşünüyorum.

- " Türkiye'nin terörle mücadelesinin muadili yok "

Soru: Uluslararası Güvenlik ve Strateji kitabınızdan yola çıkarak sizce Türkiye terörle mi mücadele ediyor yoksa teröristle mi?

Terör ile mücadele konusunda literatürde çok farklı terimler var. Bunlardan bir tanesi anti-terör, 'bir atışa karşılık atış yapmak' demek. Diğeri terörle mücadele, bu teröristle de mücadele anlamına geliyor. Çoğu zaman eylemden biraz önce, ön alarak, gerçekleşmeden eylemi bertaraf etmeye yönelik uygulamaları kapsıyor. Bir de terörizmle mücadele var. Bu çok daha kapsamlı. Yani 'insanlar neden teröre başvuruyor, niye örgüte giriyor, niye bu yola giriyor, nasıl önlenebilir?' türünden çok daha sosyolojik, ekonomik boyutlarıyla incelenen bir alana karşılık geliyor. Türkiye aslında bu üçünü de sürdürüyor ama daha çok terörle mücadele kapsamında eylemlerin gerçekleşmesini engellemeye ya da yapılan bir saldırıya karşılık olarak bir faaliyet sürdürme yöntemini benimsiyor. Bu açıdan Türkiye'de askeri anlamda yapılan faaliyetler terörizmle mücadelenin geniş kapsamlı kısmının önüne geçiyor. Bunun şöyle bir önemli sebebi var. Yani eğer Türkiye, dünyanın diğer ülkelerinin maruz kaldığı türden bir terörle karşı karşıya kalsaydı, terörizmle mücadelede yol alınması biraz daha kolay olabilirdi. Çünkü Türkiye'de şu an maruz kalınan terör eylemlerinden sadece DEAŞ'ın eylemleri dünyada yapılana benziyor. PKK'nın eylemleri, 70'li yıllardaki eylem türüne benziyor. Daha çok gerilla türü yani yarı askeri bir yapılanma söz konusu olduğu için Türkiye'de de bu mücadelede askeri önlemler ön plana çıkmış vaziyette. Bu yüzden de ABD'de yapılan terör tanımlarıyla Türkiye'deki tanımlar ya da Avrupa'daki tanımlar birbirini tutmuyor. Genel olarak gelişmiş ülkelerin maruz kaldığı terör eylemi sivil halka yönelik eylemler şeklinde, yani onları caydırmak yönünde. Türkiye'deki eylemler ise devlet personeline yönelik eylemler. Dolayısıyla muhatabı doğrudan devletin güvenlik güçleri oluyor. Bu yüzden Türkiye'nin terörle mücadelesi daha çok askeri önlemlerin öne çıktığı bir zorunlu tarza sürüklenmiş durumda ve Türkiye'nin terörle mücadelesinin dünyada konjonktürel olarak muadili yok.

- Teminat veren ülke: Türkiye

Soru: Özellikle son dönemde Rusya, Çin gibi ülkelerle ilişkilerimiz ciddi bir ivme kazandı. Bu ilişkilerin sadece güncel meselelerle sınırlı kalmaması, uzun vadede de sürdürülebilir olması ve Türkiye için değer yaratıcı olması adına önerileriniz nelerdir?

Her ülkenin aslında, hem Rusya hem de Çin ile dünyanın her yeriyle pek çok alanda ilişkisi var. Yani sanmayalım ki sadece Türkiye bu ilişkileri geliştiriyor, diğerleri kenarda duruyor ve bu ilişkileri reddediyor. Böyle bir durum katiyen söz konusu değil. Bugün Hollanda'nın dış yatırımlarına ya da ilişkilerine bakarsanız içinde ne kadar fazla Çin yatırımı olduğunu görmeniz mümkün olabilir. İlişkilerin sürdürülebilir olmasının en önemli yanı karşılıklı bağımlılıkların yaratılmasıdır. Bu ilk önce ekonomik olarak başlayabilir, ardından kültürel olarak geliştirilebilir, sosyal diyalog zeminlerinin açık tutulması anlamına gelir. Çünkü geçici semptomatik ilişkiler kırılganlığa maruz kalırlar. Bu yüzden bağımlılığın yaratılması, yeni stratejik işbirliği önerileri ile gidilmesi son derece yaşamsaldır. Örneğin; Çin ve Afrika'da ortak iş yapılması gibi ya da somut bir örnekle Rusya'yla Türkiye'nin Orta Asya’da birlikte çalışıyor olması. Yani Rusya'ya rağmen çalışmıyor, Rusya ile birlikte çalışıyor. Bu tür ilişkilerin geliştirilmesi için Türkiye'nin bir tür teminat haline getirilmesinde yarar olduğunu düşünüyorum. Türkiye ne kadar ilişkilerde teminat veren ve ikna etme kabiliyetini (power to persuade) yüksek seviyede kullanan bir ülke olursa yan Rusya'nın Çin'in ya da başka başat devletlerin korktukları gelişmelerin önüne geçen oyuncu sıfatını kazanırsa o kadar kalıcı ve sürdürülebilir ilişkiler olacağını düşünüyorum.

- " Türkiye yeni dönemde Ortadoğu'da ortak bir yapıcı rol üstlenecek "

Soru: Türkiye'nin Balkanlar ve Ortadoğu'daki etki alanını kıyaslamak gerekirse nasıl bir değerlendirme uygun olur?

Türkiye'nin şu anda Ortadoğu ile olan ilişkileri kendisinin düzenlediği bir tercihe dayanmıyor. Kabul etmek gerekir ki Ortadoğu'da arka arkaya patlayan olaylar Türkiye'ye hızla bir karar alma ve o aldığı kararı da uygulayabildiği yere kadar uygulama durumunda bıraktı. Balkanlarda 90'lı yıllarda kriz çıktığında nasıl bir pozisyon alındıysa Ortadoğu'da da aynı şeyleri yapmaya çalışıldı. Şu an Balkanlarda herhangi bir kriz olmadığı için daha sürdürülebilir bir ilişki yürütülüyor. Yani sadece Bosna ile değil aynı zamanda Sırplarla da bir ilişki biçimini sürdürme şeklinde bir politikası var. Aynı şeyi şu an Ortadoğu’da yapmak durumunda kalacak ve bunun yararlarını şimdiden gördüğünü tahmin ediyorum. Çok ani gelişmiş krizlerin Türkiye’yi ilgilendiren iki üç önemli yanı var: Bunlardan bir tanesi tabii ki göç baskısı, ikincisi de terördür. Eş zamanlı olarak Ortadoğu meselelerinin önüne geçen esas mesele Türkiye’nin güvenliğinin tehlike altına sokulmuş olması. Bu yüzden bu koşullar altında karar alıcılarının oturup da konjonktür çok sakinmiş, nasıl bir politika uygulayalım, elli yıllık ya da yirmi yıllık siyasetimiz ne olsun diye düşünmek gibi bir lüksleri olamamıştır. Benim gördüğüm kadarıyla Ortadoğu’yla ilgili politikasında Türkiye’nin çok radikal bir gelişme olmayacak. Ancak ekonomi öncelikli ayağının güçleneceğini tahmin ediyorum. Yani Ortadoğu’nun yeniden yapılanmasında hem tek başına oyuncu olup hem de başka oyuncularla ortak bir yapıcı rol üstleneceği kanaatini taşıyorum.

- "Dışarıda kaldıkça 'öteki' olmak daha kolaydır"

Soru: Avrupa'daki aşırı sağın yükselişte olduğu aşikar. Örneğin; Londra merkezli araştırma şirketi You Gov'un bu ay yaptığı bir anket, ankete katılanların yüzde 24'ünün gelecekteki genel seçimlerde aşırı sağcı parti Birleşik Krallık Bağımsız Partisi (UKIP) 'nin lideri Nigel Farage'ı desteklediğini ortaya koydu. Türkiye bu aşırı yükselişe nasıl karşılık vermelidir?

Öncelikle şunun altını çizmekte fayda var. Aşırı sağın yükselmesinden sadece Türkiye ve Müslüman dünyası değil Avrupa'nın çok büyük bir kısmı da son derece mutsuz ve tedirgin. Çünkü biz oturduğumuz yerden bizim dışlanmamız şeklinde görüyoruz. Ancak unutmayalım ki yükselen ırkçılık önce Avrupa'daki ülkelerin birbirleriyle olan Dünya Savaşlarını ortaya çıkardı. Acılarının unutulmuş olduğunu asla düşünmüyorum.

Türkiye'de Avrupa'da yükselen aşırı ırkçılığa karşı tabii ki reaksiyonlar gösterilecektir; bu kaçınılmazdır. Ancak uygulanması gereken en önemli politika Türkiye'deki insanlar gibi düşünen, siyasi partilerle sivil toplumla ya da siyasi liderlerle işbirliği içerisinde çalışılmanın sağlanmasıdır. Dışarıda kaldıkça 'öteki' olmak daha kolaydır. Toplumlar ne kadar birlik olursa aşırı ırkçı gruplar kendilerine hareket imkanı bulamazlar. Bu şuna benzer; bir Müslümanın hakkına Müslüman olmayan biri sahip çıktığında radikal eğilimlerin hareket edebilme ve kendilerine yeni alan açma imkanı söz konusu olmaz. Türkiye bu tür ittifakları güçlendirmek durumundadır.

Kaynak: AA