Büyükada'daki Toplantıya İlişkin Dava

Tutuklu sanık Dalkıran: 'Büyükada'da savcılığın atıfta bulunduğu konuların hiçbiri gündeme gelmedi. Ne adalet yürüyüşü, ne Nuriye Gülmen ile Semih Özakça, ne de hayır meclisleri. Tek konuştuğumuz; verilerimizi nasıl koruruz, siber saldırılara karşı nasıl baş edebiliriz ve stresle baş etmeydi' 'Gözaltına alındığımız andan itibaren bir kısım medya bu toplantıda büyük casusluk faaliyeti olduğuna yönelik yayın yaptı. Bu toplantı gizli değil, dar kapsamlı bir toplantıydı. İlk etapta bir davet yoktu. Daha sonra 23 arkadaşımızı kişisel davetle çağırdık'

Büyükada'da yapılan toplantıyı organize ettiği iddiasıyla yargılanan tutuklu sanıklardan Özlem Dalkıran, "Büyükada'da savcılığın atıfta bulunduğu konuların hiçbiri gündeme gelmedi. Ne adalet yürüşü, ne Nuriye Gülmen ile Semih Özakça, ne de hayır meclisleri. Tek konuştuğumuz verilerimizi nasıl koruruz, siber saldırılara karşı nasıl baş edebiliriz ve stresle baş etmeydi." dedi.

İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada, kimlik tespitlerinin ardından söz alan sanık avukatları, adil yargılama ilkeleri gereği, iddianemenin özetinin değil, tamamının okunmasını talep etti.

Mahkeme Heyeti Başkanı, Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) uyarınca özetin okunabileceğini belirterek, iddianamenin özetini okudu. Başkan, sanık avukatlarının duruşmanın ses ve görüntü kayıtlı yapılması talebini de sanık sayısının fazlalığı ve kayıtların yazıya çevrilmesinin uzun süre alacağını gerekçe göstererek reddetti.

Bazı avukatlar, başka suçtan tutuklu Taner Kılıç hakkında başka bir dava açıldığına (FETÖ/PDY kapsamında) dikkati çekerek, ikinci bir davanın açılamayacağını ve bu şekilde düzenlenen iddianamenin kabul edilmesinin adil yargılama ilkelerine aykırı olduğunu savundu. Avukatlar, Kılıç'ın dosyasının ayrılmasını talep etti.

Mahkeme heyeti de sanık Kılıç'ın savunmasının alınmasının ardından dosyanın ayrılması talebinin değerlendirileceğini tutanağa geçirdi.

- "Suçlama, değerlerimle taban tabana zıttır"

Savunma yapan tutuklu sanık Özlem Dalkıran, bir grup insan hakları savunucusunun bilgilerini artırmak için bir araya geldiği bir atölye çalışmasının, "silahlı terör örgütüne yardım" suçu kapsamında iddianameye dönüşmesini anlayamadığını belirterek, "Yaklaşık 30 yıldır insan hakları için mücadele ediyorum. Çalışmalarımın odağında hak ve hukuk vardır. Hakkımdaki, 'silahlı terör örgütüne yardım etme' suçlamasını reddediyorum. Suçlama hayatımı üzerine inşa ettiğim değerlerle taban tabana zıttır." diye konuştu.

Bir ihbar nedeniyle yargılandıklarını ve daha gözaltına alınma sebeplerini bilmezlerken bazı gazetelerin hakkında kimi senaryolar çizerek casusluk iddiasında bulunduğunu aktaran Dalkıran, "Mesleklerimiz ne olursa olsun, hepimizin ortaklaştığı temel özellik insan hakları savuncusu olmamız. Biz birbirimizi çok uzun süredir tanıyoruz. İnsan hakları savunucuları, tanık oldukları ilkel öyküler yüzünden yoğun stres altındadırlar. Bu yüzden ruhsal ve zihinsel durumlarını korumakla yükümlüdürler. Bizler psikolojik durumumuzu korumaya çalışırız. Atölye çalışmasının gerçekleşmesi sebeplerinden biri de budur." ifadelerini kullandı.

Toplantının gizli yapıldığına ilişkin suçlamaları kabul etmeyen Dalkıran, "Gözaltına alındığımız andan itibaren bir kısım medya bu toplantıda büyük casusluk faaliyeti olduğuna yönelik yayın yaptı. Bu toplantı gizli değil, dar kapsamlı bir toplantıydı. İlk etapta bir davet yoktu. Daha sonra 2-3 arkadaşımızı kişisel davetle çağırdık. Çok gizli planlar için bir araya gelen kişiler, tanımadıkları kimseyi aralarına almaz. Oysa katılımcıların çoğu İngilizce bilmesine rağmen, dışarıdan 3 profesyonel tercüman tuttuk. Bunlar, polis gelene kadar bizimleydi. Biz toplantı halindeyken otel çalışanları da rahatlıkla girip çıkıyordu içeri servis için. Camekanlı bir odaydı ve kapı da çoğunlukla açıktı. Bu kadar gizli toplantılar açık kapılar değil, kapalı kapılar ardında olur. Katılımcılar da sosyal medyada fotoğraflar paylaşıp, 'Büyükada'da toplantı yaptıklarını' söylerler mi?" dedi.

Çalışmanın ilk planlama tarihinin haziran olduğunu ve gerçekleşmesinin bayram sonrasına kaldığını kaydeden Dalkıran, Büyükada'nın stresle baş etmek için en uygun yerlerden biri olduğu için seçildiğini ve İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP) bileşeni olmayan ama insan haklarıyla ilgili kişileri arayıp, katılmak isteyip istemediklerini sorduklarını anlatarak , "Bu toplantıyı İzmir'de yapsaydık şimdi sizin huzurunuzda olur muyduk?" diye sordu.

İnsan hakları savunucularının iş-eğitim toplantısı için bir araya gelmelerine "gizli" denilerek "suç işlenmiş" izlenimi yaratıldığını, böyle bir şeye inanılması durumunda hiçbir sivil toplum kuruluşunun ne açık ne de kapalı toplantı yapamaz hale getirileceğini savunan Dalkıran, şöyle devam etti:

"Elimizdeki bilgileri, belgeleri dijital ortamda koruma gibi sorular soruldu bize. Aksine bizim görevimiz, bilgiyi ve ihlalleri açıklamaktır. Hakları ihlal edilen kişilerle de çalışırız biz. Hakikatin ortaya çıkması için bu kişilerle, onlar adına da hareket ederiz. Çok hassas bilgiler paylaşırlar. Bilgi ve belgeler yetkili mercilerle paylaşmaya hazır edilinceye kadar özenle korunmalıdır. Bazı kişilerin eline geçmesi tehdit ve itibar zedelemesine yol açabilecektir. Hakikat da ortaya çıkamaz böylece. Hekimle hasta, avukatla müvekkil ilişkisi, gazetecinin kaynağını açıklamaması gibi bizler de yayınlanıncaya kadar belgeleri saklı tutarak bu şartlara uygulamakla yükümlüyüz. Ürettiğimiz arşivleri kaybetmemek için dijital ortama kaydetmeye başladık son dönemlerde. Çalışmalarımızdan hoşlanmayanlar sık sık siber saldırı düzenledi ve her gün yaşanan güvenlik zaafları haline geldi. Bunun maliyeti insan yaşamına kadar gidebilmektedir. Kişisel bilgilerin korunmasına herkesin hakkı var. Yasal düzenleme yapıldı, bu konu yanlızca bizim değil, artık özel şirketlerin ve kamu kurumlarının da gündemindedir."

İddianamede hakkında, "toplantıyı organize eden kişi" suçlamasının yapıldığını hatırlatan Dalkıran, iddianamede adeta toplantı düzenlemenin suç oluşturduğu izleniminin yaratıldığını anlattı. Dalkıran, birlikte kararlaştırdıkları bu atölye çalışmasını yapmanın suç olmadığını ifade ederek, "Bu organizasyonu bir şirkete yaptırsak, onlar da bizimle birlikte yargılanacak mıydı? Toplantı düzenlemek de katılmak da suç değildir, haktır." dedi.

- "Telefonlar zaten açıktı, teknik takipten kaçma söz konusu değil"

Aleyhine delil olarak gösterilen 4 iddiayla ilgili de konuşan Dalkıran, "İştar Tarhanlı ile telefonda görüşmesi" iddiasına ilişkin, "saygın bir akademisyen olan Tarhanlı'nın 90’lı yıllardan beri tanıdığı bir arkadaşı olduğunu, FETÖ davasından şu an tutuksuz yargılandığını, serbest bırakılması nedeniyle 'geçmiş olsun' demek için aradığını ve bu aramayı iddianameye koymanın zorlama bir suç gerekçesi olduğunu" savundu.

İddianameye eklenen WhatsApp grubundan alıntıların hiçbir suç unsuru taşımadığını ileri süren Dalkıran, "Toplantıda tüm teknolojik aletlerinizi kapatacaksınız." mesajının da katılımcıları teknolojinin yarattığı stresten uzaklaştırmak ve etraflarını seyredip çevreleriyle ilgilenmek maksadıyla gönderildiğini öne sürdü. Dalkıran, telefonların zaten açık olduğunu ve iddia edildiği gibi teknik takipten kaçma gibi bir düşüncelerinin bulunmadığını kaydetti.

Ele geçirilen dijital metaryallerden çıkan world belgelerinin, İstanbul Hayır Meclisleri'nin buluşmasıyla ilgili olduğunu sonradan öğrendiğini belirten Dalkıran, şöyle devam etti:

"Belgelerle ilgili nasıl bir bağlantı kurulduğunu anlamadım. Suç unsuru taşımaması bir yana belgenin iddianemede yer almasının sebebi nedir? Binlerce kişinin ulaşabileceği belgenin aleyhimize delil olarak gösterilmesi büyük tehlikeye de işaret. Birisine bir belge göndeririz, sonra da ihbar göndeririz olur biter. Gelen bir belge veya mesajla ilgili karşılıklı iletişime girmediysek, herhangi bir eylemde bulunmadıysak iletilen kişi nasıl sorumlu tutulabilir? O toplantıda konuştuğumu düşünüyorsa neden kanıtlamıyor savcılık?"

- Para transferlerine ilişkin savunma

Büyükada'da savcılığın atıfta bulunduğu konuların hiçbirinin gündeme gelmediğini savunan Dalkıran, "Ne adalet yürüyüşü, ne Nuriye Gülmen ile Semih Özakça, ne de hayır meclisleri. Tek konuştuğumuz; verilerimizi nasıl koruruz, siber saldırılar karşı nasıl baş edebiliriz ve stresle başetmeydi." dedi.

MASAK raporunda yer alan 3 para transferiyle ilgili de savunma yapan Dalkıran, 2014'de bağışta bulunduğu Roboski İçin Adalet Yeryüzü İçin Barış Derneği ve 6 Ocak 2016'da da 350 lira bağışta bulunduğu bir gıda derneğinin KHK kapsamında daha sonra kapatıldığını hatırlatarak, o tarihlerde yasal bir şekilde aktif olan derneklere bağış yapmasının suç sayılamayacağını ileri sürdü. Dalkıran, 2015'te mülteciler için 200 lira gönderdiği bir kişinin de iddianamede, "silahlı terör örgütü üyeliği" suçundan ceza aldığı söylense de halen yargılandığına işaret ederek, bu kişiye davanın da para göndermesinden çok sonra 2016'da açıldığını aktardı.

Hiçbir zaman bilgi gizleme çabası içinde olmadığını ve iddiaların hiçbirinin terör örgütü mensuplarıyla irtibatlı, yardım kastıyla hareket ettiğini kanıtlamaya yeterli olmadığını savunan Dalkıran, "Her türlü şiddete, silahlanmaya karşı çıktım. Bugünse 30 yıllık bir hak savunucusu olarak 'silahlı terör örgütüne yardım etmek'ten suçlanıyorum. Asla kabul etmiyorum, beraatimi istiyorum." şeklinde konuştu.

Sanık avukatlarının talebi üzerine ses ve görüntülü yapılmasına karar verilen duruşma, Dalkıran'ın savunmasının ardından Peter Frank Steudtner'in savunmasıyla devam ediyor.

Kaynak: AA