17 Aralık Soruşturmasındaki Savcılar Hakkında İddianame (3)

İddianameden: ''Şüpheliler eylemlerini Fetullah Gülen'in liderliğini yaptığı FETÖ Terör Örgütü ve emrindeki kolluk birimleri ile eylem ve fikir birliği içerisinde gerçekleştirmişlerdir'' ''Soruşturmanın başlangıcında (17 Aralık soruşturması) kullanılan ihbarın kaynağının araştırılmamış olması, kullanılan ifadelerin benzer soruşturmalardaki isimsiz ihbarlarla aynı mahiyette olması, sıradan bir ihbara nazaran çok daha geniş bilgi ve detayları havi olması, istihbari dinlemeden elde edilen verilerin adli soruşturmada kullanıldığı şeklindeki kanaati güçlendirmektedir. Bu noktada ihbarın hukuka aykırı olduğu iddiası, bir delil olarak ihbar faksının doğruluğunu ve hukuka uygunluğunu şüpheli hale getirmektedir''

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı'nca, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) 17 Aralık soruşturmasında usulsüzlükler yapmasına ilişkin hazırlanan iddianamede, şüpheli eski savcılar Zekeriya Öz, Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç'in eylemlerini, elebaşılığını Fetullah Gülen'in yaptığı FETÖ ve emrindeki kolluk birimleriyle eylem ve fikir birliği içerisinde gerçekleştirdikleri belirtildi.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından hazırlanan 557 sayfalık iddianamede, şüpheliler Öz, Kara ve Yüzgeç'in olay tarihinde cumhuriyet savcısı olarak görev yaptıkları, iddiaya konu eylemleri tek başlarına yapmalarının mümkün olmadığı aktarıldı.

İddianamede, ''Şüpheliler, eylemlerini Fetullah Gülen'in liderliğini yaptığı, FETÖ Terör Örgütü ve emrindeki kolluk birimleri ile eylem ve fikir birliği içerisinde gerçekleştirmişlerdir. Emniyet görevlileri, emniyet teşkilatının hiyerarşik yapısı, görev ve yetki sınırları içerisinde kaldıkları sürece, anayasal ve yasal çerçevede kendilerine tevdi edilen iç güvenlik görevleri doğrultusunda meşru bir cebri kullanabilecek olan kimselerdir. Şüpheliler, emniyet teşkilatının hiyerarşik yapısı dışında ve mensubu olmakla sahip oldukları silahlı güce ve kaynağını anayasadan ve yasalardan almayan hukuka aykırı bir yetkiye dayanmak suretiyle meydana getirdikleri oluşumla, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmişlerdir. Esasen asayiş ile görevli olan, sahip olduğu teşkilat, teçhizat ve personeliyle yeterli gücü bulunan, devlet düzeni dışındaki suç örgütlerinden gelecek saldırılara karşı iç güvenlik kapsamında emniyet ve asayişi teminle görevlendirilen emniyet teşkilatına mensup şüphelilerin kullanabilecekleri cebre karşı, icra organının mukavemet edebilme imkan ve kabiliyeti bulunmamaktadır.'' denildi.

Şüphelilerin anayasa ve kanunlar gereği kullanmaları gereken silah, cebir ve baskı unsurunu, eylemlerini meşru hale getiren gerekçeler dışında kullandıklarında, adi bir silahlı örgüte nazaran çok daha etkili bir terör örgütüne dönüşebilecekleri vurgulanan iddianamede, FETÖ'nün bizatihi devletin tüm silahlı, silahsız kamusal güçlerini ele geçirerek devletin sahibi olmaya teşebbüs ettiği kaydedildi.

Toplumda '17 Aralık soruşturma dosyası' olarak adlandırılan ve şüphelilerin yargılama konusunu oluşturan dosyada, usulsüzlüklerin, amaçlanan gayenin, işlenen suçların ve kolluk birimlerinin eylem ve fikir ortaklığının anlaşılabilir olması gerektiğine işaret edilen iddianamede, suça konu tarihte şüpheli Öz'ün Koordinatör Başsavcıvekilliği yaptığı, şüpheli Kara ile Yüzgeç tarafından da soruşturmaların yürütüldüğü bildirildi.

- 'Somut vakaya dayanmayan tespitler ile isimsiz ihbarlar esas alındı'

İddianamede, şüpheliler tarafından başlatılan soruşturmada, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'ne 7 Mayıs 2010 tarihinde e-posta ile ihbarda bulunulduğu, 16 Ekim 2014'te aralarında Rıza Sarraf ve Süleyman Aslan'ın da bulunduğu dosyadaki şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği ifade edildi.

Şüpheliler tarafından soruşturmaya Rıza Sarraf ve diğer 32 kişiyle ilgili olarak 'haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, örgüte üye olmak, örgüte yardım etmek, rüşvet almak ve vermek, rüşvete aracılık etmek, kaçakçılık, resmi belgede sahtecilik, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama ve fuhşa aracılık etme' suçlarının işlendiği şüphesiyle başlanıldığı belirtilen iddianamede, soruşturmanın başlamasıyla ilgili net bir olayın bulunmadığı, soruşturmaya gerekçe olarak, çeşitli kurumların rapor ve yazılarında somut bir vakaya dayanmayan tespitler ile isimsiz ihbarların esas alındığının anlaşıldığı kaydedildi.

İsimsiz 'uyuşturucu ve karapara aklama' gibi iddiaları içeren ihbarlar, somut vakaya dayanmayan iddialar, Rusya'ya kanunların izin verdiği çerçevede para transfer edilmesi gibi suç oluşturmayan işlemler ve bu işlemlerle ilgili yerel basındaki yayınlar gibi araçların hiçbirisinin telekomünikasyonun denetlenmesi gibi kuvvetli şüphe nedenlerinin arandığı bir koruma tedbirinin uygulanması için yeterli olmadığı aktarılan iddianamede, şu ifadelere yer verildi:

''2008-2012 yılları arasında bu soruşturmaya konu olan şüpheliler hakkında, doğrudan doğruya herhangi bir araştırma faaliyeti yapılmamıştır. Diğer bir deyişle, bu soruşturmaya başlandığı anda gerek MASAK tarafından hazırlanan söz konusu raporda, gerekse ihbar mail ve faksları öncesindeki durumda, bizzat soruşturma makamlarının faaliyetiyle Rıza Sarraf hakkında somut fiil isnadını gerektirecek bir bilgiye ulaşılmamıştır. Buna rağmen doğrudan CMK'nın 135. maddesine göre telekomünikasyonun denetlenmesine başlanmıştır. İlk telekomünikasyonun denetlenmesi kararı verildiği anda, dosya içeriğinde kuvvetli suç şüphesini gösteren bir delil olmadığı gibi, başka şekilde delil elde etme imkanı olmasına rağmen, diğer yollardan hiçbir araştırma yapılmamış olması, telekomünikasyonun denetlenmesi kararını hukuka aykırı hale getirmektedir.''

- ''İhbarda, telefon numarasına kadar her türlü detay bildirilmiş''

''En önemli detay, soruşturma başlangıcında yapılan e-mail ve faks ihbarlarında Rıza Sarraf ve diğer şüphelilerle ilgili olarak kullandıkları telefon numaralarına kadar her türlü detayın bildirilmesidir. Bu durum, kolluk tarafından istihbari dinlemeden elde edilen bilgilerin veya hukuka aykırı yollarla elde edilen delillerin isimsiz ihbarlar yoluyla adli soruşturmada kullanıldığını göstermektedir. İstihbari dinleme veya izleme ya da hukuka aykırı yollardan elde edilen verilerin, isimsiz ihbarlarla soruşturmaya başlanması için delil olarak kullanılması hukuka aykırıdır.'' tespitlerine yer verilen iddianamede, ''Görüldüğü üzere istihbari dinlemeden elde edilen bilgilerin adli soruşturmada kullanılması yasaklanmıştır. Soruşturmanın başlangıcında kullanılan ihbarın kaynağının araştırılmamış olması, kullanılan ifadelerin benzer soruşturmalardaki isimsiz ihbarlarla aynı mahiyette olması, sıradan bir ihbara nazaran çok daha geniş bilgi ve detayları havi olması, istihbari dinlemeden elde edilen verilerin adli soruşturmada kullanıldığı şeklindeki kanaati güçlendirmektedir. Bu noktada ihbarın hukuka aykırı olduğu iddiası, bir delil olarak ihbar faksının, doğruluğunu ve hukuka uygunluğunu şüpheli hale getirmektedir.'' denildi.

- '12 kez ihbar yapılan IP adresi araştırılmamış'

İddianamede, dikkati çeken diğer bir husus olarak kolluğun soruşturmaya başlamak için cumhuriyet savcısına haber vermesi gerekirken bunu yapmayıp tespit edilemeyen bir süreden sonra durumu cumhuriyet başsavcılığına bildirdiği anlatılarak, 18 Temmuz 2012 tarihli isimsiz ihbardan, soruşturmanın başlangıç tarihi olarak belirtilen 13 Eylül 2012'ye kadar neden beklendiği, ne yapıldığının belirsiz olduğu ve ihbar faksından sonra iki ay süre ile hiçbir işlemin yapılmamış olduğu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın durumdan haberdar edilmediği tespitlerine yer verildi.

Söz konusu ihbarların adli bir soruşturma bakımından doğruluğunun denetlenmesinin zorunlu olduğuna dikkat çekilen iddianamede, soruşturma dosyasında yer alan 1 Ağustos 2013 tarihli ihbarın içeriğinin bir önem arz etmemekle birlikte, ihbarın yapıldığı IP adresinden 12 kez daha ihbar yollandığı ve bu şekilde çok sayıda ihbar yollanan bir IP adresi hakkında hiçbir araştırma yapılmadığının altı çizildi.

Ceza yargılamasının amacının keyfi kararlar verilmesi değil maddi gerçeğe ulaşılması olduğu vurgulanan iddianamede, şunlar kaydedildi:

''Ceza yargılamasında maddi gerçeğe ulaşmak amacıyla, sınırsız, hukuk kurallarına aykırı ve sanık haklarını hiçe sayan yöntemler izlenemez. Dolayısıyla ceza yargılamasına ters düşülerek elde edilen delillerin, yargılama makamı tarafından değerlendirmeye alınmaması gerekir. Çünkü bu deliller 'hukuka aykırı delil' olarak nitelendirilirler ve yargı makamının 'vicdani delil sistemi'ndeki hareket sahasının sınırını teşkil ederler. Hukuka aykırı olarak elde edilen deliller, hukuka uygunluğun baştan sona süreceği ceza yargılamasında kullanılamazlar ve hükme esas alınamazlar. Delillerin toplanması ile ilgili kurallardaki eksiklik veya hatalı uygulama, hukuka aykırılıklara ödün verilmesi amacıyla kullanılamaz. Cezalandırabilme yetkisine sahip olan ve adli makamlar vasıtasıyla yargı kuvveti kullanan devlet, bir başka erk olan yasama kuvvetini kullanan kanun koyucudan kaynaklanan eksik veya hatalı düzenlemeden veya idari makamların yanlış uygulamalarından yararlandırılmamalıdır. Hukuka aykırı delil kavramı, sadece hukuka aykırı elde edilen ilk delili değil, bu delil vasıtasıyla elde edilen diğer delileri de kapsar. İnsan haklarını ihlal eden-etmeyen, önemli-önemsiz, büyük-küçük hukuka aykırılıklar gibi ayırımlar yapmak ve bu sayede bazı delilleri yargılamada kullanılabilir hale getirmek, yanlış olup hukukla bağdaşmaz. Ceza yargılaması hukukunda, ihlal edilen hak ile bu yolla elde edilen yararın mukayesesi suretiyle kamu yararının gözetilmesi ve kamu düzeninin korunmasının ön plana çıkarılması anlayışı, sonuçta hukuk devleti ilkesini ihlal edeceği gibi, her olaya göre değişen, keyfi uygulanacak ve hukuka aykırı delillerin yargılamada kullanılamayacağı esasını ihlal eden bir sonuca kendiliğinden varacaktır.''

(Sürecek)

Kaynak: AA