ANALİZ - Türkiye-Suudi Arabistan İlişkileri Ve Medyanın Rolü
Bölgesel ve uluslararası gelişmeler İslam dünyasının iki önemli ülkesi olan Türkiye ve Suudi Arabistan’ı doğrudan etkiliyor ve işbirliğini zorunlu kılıyor. Bu doğrultuda medyaya da önemli roller düşüyor Suudi Arabistan medyasının Türkiye aleyhindeki yayınları ve yaptığı tezvirat, bölge için hayati önem taşıyan AnkaraRiyad ilişkilerine zarar verecek boyutlar kazanıyor Türkiye aleyhinde asılsız haberler yapan, kamuoyu algısı oluşturmaya çalışan Suud medyasının, ABD Başkanı Trump'ın Kral Selman'a yönelik saygısız ifadeleri hakkında hiçbir yorum yapmaması dikkat çekiyor
İSTANBUL -HALİL ÇELİK- Suudi Arabistan medyasına hitaben “Türkiye düşmanınız değil” demenin faydası olur mu bilinmez ancak Türkiye’ye karşı Batı medyasında bile göremeyeceğiz bir cinnet hali içine girmiş bir medya ile karşı karşıya olduğumuz çok açık. Suud medyasındaki Türkiye karşıtlığıyla ilgili durum tespiti yaptığımız makalemizden Müslüman Kardeşler bile yine Türkiye karşıtlığına malzeme çıkarılması, bir yönüyle beyhude bir çaba içinde olduğumuzu gösteriyor.
Suudi Arabistan’ın önde gelen görsel ve yazılı medyası “Türkiye’de 1006 Suudlunun kayıp olduğu ve akıbetlerinin bilinmediği” yönünde sosyal medyada çıkan asılsız iddiaları haberleştirebiliyor; Körfez’deki ve ülkedeki turistleri Türkiye’ye gitmemeleri, şayet giderlerse canlarının ve mallarının tehlikede olacağı yönünde korkutma amaçlı bu tür iddiaları doğruymuş gibi kabullenebiliyor. Türkiye’de yabancılara yönelik işlenen adi cinayet vakalarını Arap turistlere yapılmış gibi gösterip bir algı oluşturuyorlar. Türkiye’ye giden Suudlu turist sayısında yüzde 60-70’e varan azalma olduğunu yazıp duruyorlar. İçlerinden sadece biri, Ukaz gazetesi yazarı Hamud Ebu Talib akledip ülkesinin resmi makamlarına sesleniyor ve kayıp Suudluların akıbetleriyle ilgili açıklama yapmalarını istiyor. Çünkü rakam oldukça yüksek ve resmi makamlardan şu ana kadar iddiayı doğrulayan veya yalanlayan bir açıklama gelmiş değil. Açıklama Türkiye’den ve Riyad’daki Büyükelçilikten geldi. Elçiliğin açıklamasında, “herhangi bir somut bilgiye ve belgeye dayanmayan ve kamuoyunu yanıltmaya yönelik maksatlı yayınlardan oluşan bu tür gerçekdışı iddialara hiçbir şekilde itibar edilmemesi gerekmektedir” denildi. Büyükelçilik ayrıca 2019’un ilk üç ayında ülkemizi ziyaret eden Suudlu kardeşlerimizin sayısının 75 bin 266 olduğu bilgisini de paylaştı. Yani önceki yılın aynı dönemine kıyasla artan bir rakam söz konusu.
Vatan gazetesi üç gün üst üste yayınladığı kapsamlı dosyada 1916-1919 yılları arasında Medine’de görev yapan Fahreddin Paşa’nın “şehir halkını sürdüğü, binlerce insanı yollara döktüğü, kutsal emanetleri İstanbul’a götürerek çaldığı” yalanını ispatlama çabası içine girdi. 1915 olaylarına el atmayan bir Suud medyası kalmıştı ki o da oldu: Ukaz gazetesi yazarı Muhammed es-Said “Osmanlı 1,5 milyon Ermeniyi niçin öldürdü?” başlıklı makalesinde, sanki o dönemin bizzat tanığıymış gibi ahkam kesiyor, tarihçilere pabuç bırakmıyor ve ne hikmetse Ermeni çetelerin katlettiği Arap, Türk ve Kürt Osmanlı tebaasını görmezden geliyor.
Bu isimlerin tarihi tarihçilere bırakma niyetinde olmadıkları, şantaj ve kara propaganda aracı olarak kullanmak istedikleri çok açık. Oysa tarihi olayların içyüzünü tarihçiler araştırmalı. Nitekim Türkiye Ermeni iddialarının tarihçilerden oluşacak bir tarihçiler komisyonu tarafından tartışılmasını önermiş, fakat dönemin Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan “tarihçiler komisyonu sorunu çözemez” diyerek öneriyi geri çevirmişti.
Ukaz gazetesi yazarı Hani ez-Zahiri de “Osmanlıyı Birinci DEAŞ devletine” benzeten iftiralarla dolu makalesine gösterdiğimiz tepkiye cevaben yazdığı makalesinde, Osmanlı tarihiyle ilgili bir daha yazmamasının karşılığı olarak Türk medyasında da Suudi Arabistan’a ve yönetimine karşı haberlerin yapılmamasını şart koşarak, esasında bu benzetmeyi ne maksatla yaptığını itiraf ediyordu. Türk medyasının Suudi Arabistan ve yönetimiyle ilgili (çoğunluğu yapıcı eleştiriler içeren) haber ve yorumları bir elin parmaklarını geçmezken, bu konuda Suud medyasının eline asla su dökemeyeceğini ifade etmek gerekiyor.
Suud medyasının tüm gündemini ve manşetlerini Türkiye, İran, Katar ve Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan) oluşturuyor. Hatta yanı başındaki Yemen bile gündemin çok gerisinde kalmış durumda. Türkiye’deki yerel seçimlerde iktidar partisinin bazı büyükşehirleri kaybetmesi memnuniyetle karşılandı. ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’ın resmi ordusunun bir parçasını oluşturan Devrim Muhafızları Ordusu’nu (DMO) terör örgütleri listesine alma kararına tepki gösteren Türkiye ve Katar da İran’la birlikte “şer üçgeni” içinde gösterildi.
Haber ve yorumlarda Cezayir, Sudan ve Libya’daki son gelişmelerden dolayı “Türkiye ve Katar’ın Afrika’da ağır darbe aldığı” tezi işlenirken, Trump’ın Mısır Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nı “terör örgütü” ilan etme hazırlığı şu an Suud medyasının gündemine oturmuş durumda. İhvan’dan ayrılmış eski yönetici ve üye sıfatı taşıyan ne kadar isim varsa mikrofon uzatılıyor. Bu isimler tabii olarak İhvan’la ilgili iyi şeyler söylemiyorlar. Ayrıca Trump’ın kararının Türkiye, Katar ve İran’a büyük bir darbe vuracağının da özellikle altının çizildiğini müşahede ediyoruz.
- Kral Selman’a yapılan saygısızlık
Halbuki Türkiye’yi Katar ve İran’la birlikte “şer üçgeni” kapsamında zikrederek cinnet çıtasını yükselten Suud medyasının ele alması ve kafa yorması gereken o kadar çok netameli ve bir o kadar önemli dosya var ki. Sözgelimi, geçenlerde ABD Başkanı Donald Trump’ın, düzenlediği bir mitingde, Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz ile yaptığı telefon konuşmasını adeta bir stand-up şovmeni gibi anlatması ve Selman’dan istediği haraç benzeri para talebini ekranlar karşısında dalga geçerek yansıtmasıyla ilgili Suud medyasında tek bir satır haber ve yorum göremedik. Trump’ın Körfez ülkelerini dolar veya banka olarak görmesi muhakkak ki Suudlu meslektaşlarımızı rahatsız etmiştir. Her halükarda, Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi’nin hizmetkârı unvanını taşıyan Kral Selman bin Abdülaziz’e karşı yapılan bu saygısızlığa asla sessiz kalmamaları beklenirdi.
Suud medyası enerjisini, Trump’ın Tel Aviv’deki ABD Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıma kararına ve Arap Suriye’nin toprağı olan işgal altındaki Golan tepelerini İsrail’e hediye etmesine harcayabilir; Katar’la yaşanan ve uzadıkça dozu artan kardeş kavgasının sona erdirilmesine, her geçen gün maliyeti artan Yemen savaşının bitirilmesinin yanı sıra Filistin bölünmüşlüğüne ve Trump’ın Ramazan ayından sonra açıklaması muhtemel “Yüzyılın Anlaşması” planına kafa yorabilirdi.
- Medya ikili ilişkilerin gelişimine katkı sunmalı
Türkiye karşıtı haberler Katar krizi ve Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti sürecinde hız kazandı. Fakat bu süre zarfında Suud medyasında Riyad-Ankara ilişkilerinin bu süreci kazasız belasız atlatması yönünde kaleme alınmış tek satır haber, analiz ve makale göremedik dersek abartmış olmayız. Sadece Riyad gazetesinde Züheyr el-Harisi imzasıyla 26 Şubat 2019’da yayınlanan bir makalede, genel olarak Arap Baharı öncesi Arap-Türk ilişkilerine değinilerek, “komşularla sıfır sorun” politikasıyla başlayan Türk açılımını Arapların İran yayılmacılığına karşı bir alternatif olarak gördüklerinden ve olumlu karşıladıklarından bahsediliyor. Suudi Arabistan Şura Meclisi üyesi de olan Harisi, makalesinde dönüp dolaşıp konuyu Osmanlıcılık, İhvan, Katar ve Kaşıkçı cinayetine getiriyor; fakat halihazırda iki ülke ilişkilerinin bu süreçten etkilenmeden çıkması için atılması gereken adımlara dair hiçbir çözüm önerisi sunmuyor.
Bölgesel ve uluslararası gelişmeler, İslam dünyasının iki önemli ülkesi olan Türkiye ve Suudi Arabistan’ı doğrudan etkiliyor ve işbirliğini zorunlu kılıyor. Dolayısıyla Ankara ile Riyad ilişkilerinin geliştirilmesinin, bölgesel ve uluslararası düzlemde patlak veren krizlere karşı her iki ülkenin de konumunu güçlendireceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu minvalde medyaya da önemli roller düşüyor. Medyanın yapıcı bir rol oynaması, sürecin sağlıklı işlemesi açısından bir zorunluluk.
Suudi Arabistan’ın Ankara Büyükelçisi Velid bin Abdülkerim el-Hureyci de bu noktanın altını çiziyor. Hureyci 23 Mayıs 2018 tarihinde Ankara’da gerçekleştirilen “Türkiye-Suudi Arabistan Medya Buluşması” isimli programdaki konuşmasında, medyanın iki ülke ilişkilerinin gelişmesinde oynadığı role dikkat çekmiş, ilişkilere zarar verecek yayınlardan kaçınılması gerektiğini dile getirerek güvenlik, ekonomi ve turizm alanlarında iyi bir ivme kazanan ilişkilerin önemine değinmişti. Bu tespit önemli ve bu tür seslerin daha fazla çıkması gerekiyor. Her iki ülke medyasının kendi hükümetlerinin resmi görüşünü yansıtması gayet doğal; ancak medya bu görüşünü saldırgan ve ötekileştirici bir dil kullanarak yapmamalı.
- İkili ilişkilerin tarihi geleceğe ışık tutuyor
Cezayir, Libya ve Sudan’daki gelişmeler, İran’a yönelik ambargo ve Filistin sorunu iki ülkenin işbirliğini zorunlu kılıyor. Yüz yıla yaklaşan köklü siyasi, dini, sosyal, ekonomik, ticari ilişkilerin tarihi de geleceğe ışık tutmakta.
Türkiye ile Suudi Arabistan arasında 3 Ağustos 1929’da başlayan diplomatik ilişkilerin tarihinin karşılıklı ziyaretler, imzalanan siyasi, ekonomik ve kültürel anlaşmalarla dolu olduğunu görüyoruz. 1980’li yıllarda ciddi bir hareketlenme yaşayan ve 1990’lı yılların ilk yarısında da devam eden ilişkiler, 2000’li yıllarda terörizmle mücadelede uluslararası işbirliğinin artmasıyla birlikte daha da güçlendi.
Kral Abdullah’ın 8 Ağustos 2006’daki Türkiye ziyareti, ilişkiler tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu ve bu ziyarette iki ülke arasında altı anlaşma imzalandı. İki ülke askeri alanda da Eylül 2013’te önemli bir işbirliği anlaşmasına imza attılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2015 yılı sonundaki Riyad ziyareti sırasında Kral Selman’la stratejik işbirliği anlaşması imzalandı.
Kral Selman bin Abdülaziz’in 11-14 Nisan 2016 tarihindeki Türkiye ziyareti sırasında, iki ülke arasında bir koordinasyon konseyinin kurulması yönünde mutabakat anlaşması imzalandı ve konseyin ilk toplantısı 7-8 Şubat 2017 tarihlerinde dışişleri bakanlarının başkanlık ettiği heyetler arasında Ankara’da gerçekleşti.
Ortak askeri sanayi alanında da ciddi bir işbirliğine gidildi. Türkiye ve Körfez ülkeleri Suudi Arabistan’daki askeri tatbikatlara katıldı. Suudi Arabistan Hava Kuvvetleri Konya’da eğitim aldı.
İki ülke arasındaki yıllık ticaret hacmi 5 milyar dolar civarında. Bazı Türk inşaat firmaları 2030 vizyonu kapsamında önemli inşaat işleri aldılar ve bu projelerin artması bekleniyor.
Tatil için Türkiye’yi tercih eden Suudluların sayısı her geçen yıl artarken Türkiye’ye emlak yatırımı yapan yabancılar sıralamasında Suudlular ilk sıralarda yer alıyor. Her yıl 500 binden fazla Türk vatandaşı umre ve hac ibadetlerini yerine getirmek için bu ülkeye gidiyor.
- İki ülkenin ortak paydaları
Her iki ülke de İran’ın Suriye, Lübnan, Irak, Yemen ve Bahreyn’deki nüfuzunu genişletme amaçlı çabalarından rahatsızlık duyuyor ve her fırsatta bu rahatsızlığı dile getiriyor. Keza terör örgütü DEAŞ’la mücadelede ve Suriye’de Beşşar Esed rejiminin gitmesi yönünde de ortak bir yaklaşım söz konusu. Fakat burada Suudi Arabistan’ın, “Suriye’de DEAŞ’tan kurtarılan bölgelerin yeniden imarı” adı altında, terör örgütü PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan PYD/YPG’nin işgal ettiği bölgelere verdiği desteğin Türkiye’yi fazlasıyla rahatsız ettiğinin de altını çizmek gerekiyor.
Türkiye Suudi Arabistan’ın başını çektiği Arap Koalisyonu’nun Yemen’deki “Kararlılık Fırtınası” operasyonuna destek vermiştir. Fakat Birleşik Arap Emirlikleri’nin Yemen’deki yanlış ve gizli faaliyetleri ve koalisyon güçlerinin sebep olduğu sivil ölümlerdeki artış, uluslararası toplum gibi Ankara’nın da tepkisini çekmiştir.
Türkiye ABD’nin Suudi Arabistan’a 11 Eylül saldırılarından dolayı dava açılmasına imkan tanıyan “Terörizme Destek Verenlere Karşı Adalet” (JASTA) adlı yasaya tepki göstermiş ve bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Dubai merkezli Rotana televizyonuna verdiği özel mülakatta konuyla ilgili Suudi Arabistan’ın yanında olduklarını açıklamıştı.
Her iki ülke de Filistin’de iki devletli çözümü savunuyor. Türkiye Filistin’de Hamas ve Fetih hareketlerini içine alan bir denge politikası izlerken Suudi Arabistan sadece Fetih Hareketi üzerinden destek veriyor.
- İki ülkenin ayrıştığı politikalar
Riyad ile Ankara’nın anlaşmazlık noktaları veya ayrıştıkları politikalar ne boyutta olursa olsun, ilişkilerde tam bir kopuşa yol açacak nitelikte değil. Esasında Ankara Mısır’daki darbe, Katar ablukası ve Kaşıkçı meselesi gibi birçok konuda farklı bir politika ortaya koysa da, Riyad’la tansiyonu yükseltme eğiliminde değil. Suudi Arabistan ve bazı Körfez ülkeleriyle Katar arasında yaşanan kardeş kavgasının sonlandırılmasıyla birlikte, Türkiye ile Suudi Arabistan arasında yeni bir sayfa açılması mümkün. Türkiye’nin Katar’da askeri üs kurması Suudi Arabistan ve bazı bölge ülkelerini rahatsız etti. Fakat o vakit Ankara Riyad’ın talep etmesi durumunda bu ülkeye asker göndermeye hazır olduğu yönünde bir iyi niyet de ortaya koymuştu. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) güçlü üyesi olarak Türkiye’nin, Körfez ülkeleriyle Katar arasındaki krizin çözüme kavuşturulması için arabulucu rolü oynaması da ihtimal dahilinde ve Türkiye bu rolü üstlenmeye hazır.
- Ankara’nın Kaşıkçı yaklaşımı Riyad’ın çıkarına
Kaşıkçı meselesinde Türkiye başından itibaren Suudlu yetkililere işbirliği çağrısı yapmış ve bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan gayet sıcak bir üslupla Kral Selman’dan gerçeğin ortaya çıkarılması için işbirliği yapmasını istemiştir. Bu olaydan Kral Selman’ı tamamen ayrı tutmuş, bu ülkeye baskı konusunda dikkatli bir dil kullanarak ilişkileri riske atmamıştır. Türkiye’nin arzusu, Kaşıkçı davasının bölgenin ve Suudi Arabistan’ın istikrarını olumsuz etkilememesi olmakla birlikte, Ankara’nın davadaki adil soruşturma yaklaşımı öncelikle Suudi Arabistan’ın çıkarınadır.
Sonuç itibarıyla, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın bölgeyi ilgilendiren birçok konuda birlikte hareket etmesi bir zorunluluktur. Bölge dışı aktörlerin bölgeye yönelik politikaları tamamen çıkar temellidir ve asla bölge ülkelerinin huzur ve refahını esas almamaktadır. İç savaşlar, askeri darbeler ve terör eylemleriyle boğuşan coğrafyamızda, Türkiye ile Suudi Arabistan siyasi, ekonomik, askeri, ticari ve sosyal alanda güçlü işbirliklerine imza atabilirler; başta Katar krizi olmak üzere bölgenin tüm sorunlarını masaya yatırıp çözüm yolları sunabilirler. Tabii ki medyanın da bu noktada müspet rol oynaması sürecin olmazsa olmazı.
Müslüman Kardeşler https://www.aa.com.tr/tr/analiz/suud-medyasinin-kroniklesen-turk-dusmanligi/1445337
Kaynak: AA
Suudi Arabistan’ın önde gelen görsel ve yazılı medyası “Türkiye’de 1006 Suudlunun kayıp olduğu ve akıbetlerinin bilinmediği” yönünde sosyal medyada çıkan asılsız iddiaları haberleştirebiliyor; Körfez’deki ve ülkedeki turistleri Türkiye’ye gitmemeleri, şayet giderlerse canlarının ve mallarının tehlikede olacağı yönünde korkutma amaçlı bu tür iddiaları doğruymuş gibi kabullenebiliyor. Türkiye’de yabancılara yönelik işlenen adi cinayet vakalarını Arap turistlere yapılmış gibi gösterip bir algı oluşturuyorlar. Türkiye’ye giden Suudlu turist sayısında yüzde 60-70’e varan azalma olduğunu yazıp duruyorlar. İçlerinden sadece biri, Ukaz gazetesi yazarı Hamud Ebu Talib akledip ülkesinin resmi makamlarına sesleniyor ve kayıp Suudluların akıbetleriyle ilgili açıklama yapmalarını istiyor. Çünkü rakam oldukça yüksek ve resmi makamlardan şu ana kadar iddiayı doğrulayan veya yalanlayan bir açıklama gelmiş değil. Açıklama Türkiye’den ve Riyad’daki Büyükelçilikten geldi. Elçiliğin açıklamasında, “herhangi bir somut bilgiye ve belgeye dayanmayan ve kamuoyunu yanıltmaya yönelik maksatlı yayınlardan oluşan bu tür gerçekdışı iddialara hiçbir şekilde itibar edilmemesi gerekmektedir” denildi. Büyükelçilik ayrıca 2019’un ilk üç ayında ülkemizi ziyaret eden Suudlu kardeşlerimizin sayısının 75 bin 266 olduğu bilgisini de paylaştı. Yani önceki yılın aynı dönemine kıyasla artan bir rakam söz konusu.
Vatan gazetesi üç gün üst üste yayınladığı kapsamlı dosyada 1916-1919 yılları arasında Medine’de görev yapan Fahreddin Paşa’nın “şehir halkını sürdüğü, binlerce insanı yollara döktüğü, kutsal emanetleri İstanbul’a götürerek çaldığı” yalanını ispatlama çabası içine girdi. 1915 olaylarına el atmayan bir Suud medyası kalmıştı ki o da oldu: Ukaz gazetesi yazarı Muhammed es-Said “Osmanlı 1,5 milyon Ermeniyi niçin öldürdü?” başlıklı makalesinde, sanki o dönemin bizzat tanığıymış gibi ahkam kesiyor, tarihçilere pabuç bırakmıyor ve ne hikmetse Ermeni çetelerin katlettiği Arap, Türk ve Kürt Osmanlı tebaasını görmezden geliyor.
Bu isimlerin tarihi tarihçilere bırakma niyetinde olmadıkları, şantaj ve kara propaganda aracı olarak kullanmak istedikleri çok açık. Oysa tarihi olayların içyüzünü tarihçiler araştırmalı. Nitekim Türkiye Ermeni iddialarının tarihçilerden oluşacak bir tarihçiler komisyonu tarafından tartışılmasını önermiş, fakat dönemin Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan “tarihçiler komisyonu sorunu çözemez” diyerek öneriyi geri çevirmişti.
Ukaz gazetesi yazarı Hani ez-Zahiri de “Osmanlıyı Birinci DEAŞ devletine” benzeten iftiralarla dolu makalesine gösterdiğimiz tepkiye cevaben yazdığı makalesinde, Osmanlı tarihiyle ilgili bir daha yazmamasının karşılığı olarak Türk medyasında da Suudi Arabistan’a ve yönetimine karşı haberlerin yapılmamasını şart koşarak, esasında bu benzetmeyi ne maksatla yaptığını itiraf ediyordu. Türk medyasının Suudi Arabistan ve yönetimiyle ilgili (çoğunluğu yapıcı eleştiriler içeren) haber ve yorumları bir elin parmaklarını geçmezken, bu konuda Suud medyasının eline asla su dökemeyeceğini ifade etmek gerekiyor.
Suud medyasının tüm gündemini ve manşetlerini Türkiye, İran, Katar ve Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan) oluşturuyor. Hatta yanı başındaki Yemen bile gündemin çok gerisinde kalmış durumda. Türkiye’deki yerel seçimlerde iktidar partisinin bazı büyükşehirleri kaybetmesi memnuniyetle karşılandı. ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’ın resmi ordusunun bir parçasını oluşturan Devrim Muhafızları Ordusu’nu (DMO) terör örgütleri listesine alma kararına tepki gösteren Türkiye ve Katar da İran’la birlikte “şer üçgeni” içinde gösterildi.
Haber ve yorumlarda Cezayir, Sudan ve Libya’daki son gelişmelerden dolayı “Türkiye ve Katar’ın Afrika’da ağır darbe aldığı” tezi işlenirken, Trump’ın Mısır Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nı “terör örgütü” ilan etme hazırlığı şu an Suud medyasının gündemine oturmuş durumda. İhvan’dan ayrılmış eski yönetici ve üye sıfatı taşıyan ne kadar isim varsa mikrofon uzatılıyor. Bu isimler tabii olarak İhvan’la ilgili iyi şeyler söylemiyorlar. Ayrıca Trump’ın kararının Türkiye, Katar ve İran’a büyük bir darbe vuracağının da özellikle altının çizildiğini müşahede ediyoruz.
- Kral Selman’a yapılan saygısızlık
Halbuki Türkiye’yi Katar ve İran’la birlikte “şer üçgeni” kapsamında zikrederek cinnet çıtasını yükselten Suud medyasının ele alması ve kafa yorması gereken o kadar çok netameli ve bir o kadar önemli dosya var ki. Sözgelimi, geçenlerde ABD Başkanı Donald Trump’ın, düzenlediği bir mitingde, Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz ile yaptığı telefon konuşmasını adeta bir stand-up şovmeni gibi anlatması ve Selman’dan istediği haraç benzeri para talebini ekranlar karşısında dalga geçerek yansıtmasıyla ilgili Suud medyasında tek bir satır haber ve yorum göremedik. Trump’ın Körfez ülkelerini dolar veya banka olarak görmesi muhakkak ki Suudlu meslektaşlarımızı rahatsız etmiştir. Her halükarda, Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi’nin hizmetkârı unvanını taşıyan Kral Selman bin Abdülaziz’e karşı yapılan bu saygısızlığa asla sessiz kalmamaları beklenirdi.
Suud medyası enerjisini, Trump’ın Tel Aviv’deki ABD Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıma kararına ve Arap Suriye’nin toprağı olan işgal altındaki Golan tepelerini İsrail’e hediye etmesine harcayabilir; Katar’la yaşanan ve uzadıkça dozu artan kardeş kavgasının sona erdirilmesine, her geçen gün maliyeti artan Yemen savaşının bitirilmesinin yanı sıra Filistin bölünmüşlüğüne ve Trump’ın Ramazan ayından sonra açıklaması muhtemel “Yüzyılın Anlaşması” planına kafa yorabilirdi.
- Medya ikili ilişkilerin gelişimine katkı sunmalı
Türkiye karşıtı haberler Katar krizi ve Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti sürecinde hız kazandı. Fakat bu süre zarfında Suud medyasında Riyad-Ankara ilişkilerinin bu süreci kazasız belasız atlatması yönünde kaleme alınmış tek satır haber, analiz ve makale göremedik dersek abartmış olmayız. Sadece Riyad gazetesinde Züheyr el-Harisi imzasıyla 26 Şubat 2019’da yayınlanan bir makalede, genel olarak Arap Baharı öncesi Arap-Türk ilişkilerine değinilerek, “komşularla sıfır sorun” politikasıyla başlayan Türk açılımını Arapların İran yayılmacılığına karşı bir alternatif olarak gördüklerinden ve olumlu karşıladıklarından bahsediliyor. Suudi Arabistan Şura Meclisi üyesi de olan Harisi, makalesinde dönüp dolaşıp konuyu Osmanlıcılık, İhvan, Katar ve Kaşıkçı cinayetine getiriyor; fakat halihazırda iki ülke ilişkilerinin bu süreçten etkilenmeden çıkması için atılması gereken adımlara dair hiçbir çözüm önerisi sunmuyor.
Bölgesel ve uluslararası gelişmeler, İslam dünyasının iki önemli ülkesi olan Türkiye ve Suudi Arabistan’ı doğrudan etkiliyor ve işbirliğini zorunlu kılıyor. Dolayısıyla Ankara ile Riyad ilişkilerinin geliştirilmesinin, bölgesel ve uluslararası düzlemde patlak veren krizlere karşı her iki ülkenin de konumunu güçlendireceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu minvalde medyaya da önemli roller düşüyor. Medyanın yapıcı bir rol oynaması, sürecin sağlıklı işlemesi açısından bir zorunluluk.
Suudi Arabistan’ın Ankara Büyükelçisi Velid bin Abdülkerim el-Hureyci de bu noktanın altını çiziyor. Hureyci 23 Mayıs 2018 tarihinde Ankara’da gerçekleştirilen “Türkiye-Suudi Arabistan Medya Buluşması” isimli programdaki konuşmasında, medyanın iki ülke ilişkilerinin gelişmesinde oynadığı role dikkat çekmiş, ilişkilere zarar verecek yayınlardan kaçınılması gerektiğini dile getirerek güvenlik, ekonomi ve turizm alanlarında iyi bir ivme kazanan ilişkilerin önemine değinmişti. Bu tespit önemli ve bu tür seslerin daha fazla çıkması gerekiyor. Her iki ülke medyasının kendi hükümetlerinin resmi görüşünü yansıtması gayet doğal; ancak medya bu görüşünü saldırgan ve ötekileştirici bir dil kullanarak yapmamalı.
- İkili ilişkilerin tarihi geleceğe ışık tutuyor
Cezayir, Libya ve Sudan’daki gelişmeler, İran’a yönelik ambargo ve Filistin sorunu iki ülkenin işbirliğini zorunlu kılıyor. Yüz yıla yaklaşan köklü siyasi, dini, sosyal, ekonomik, ticari ilişkilerin tarihi de geleceğe ışık tutmakta.
Türkiye ile Suudi Arabistan arasında 3 Ağustos 1929’da başlayan diplomatik ilişkilerin tarihinin karşılıklı ziyaretler, imzalanan siyasi, ekonomik ve kültürel anlaşmalarla dolu olduğunu görüyoruz. 1980’li yıllarda ciddi bir hareketlenme yaşayan ve 1990’lı yılların ilk yarısında da devam eden ilişkiler, 2000’li yıllarda terörizmle mücadelede uluslararası işbirliğinin artmasıyla birlikte daha da güçlendi.
Kral Abdullah’ın 8 Ağustos 2006’daki Türkiye ziyareti, ilişkiler tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu ve bu ziyarette iki ülke arasında altı anlaşma imzalandı. İki ülke askeri alanda da Eylül 2013’te önemli bir işbirliği anlaşmasına imza attılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2015 yılı sonundaki Riyad ziyareti sırasında Kral Selman’la stratejik işbirliği anlaşması imzalandı.
Kral Selman bin Abdülaziz’in 11-14 Nisan 2016 tarihindeki Türkiye ziyareti sırasında, iki ülke arasında bir koordinasyon konseyinin kurulması yönünde mutabakat anlaşması imzalandı ve konseyin ilk toplantısı 7-8 Şubat 2017 tarihlerinde dışişleri bakanlarının başkanlık ettiği heyetler arasında Ankara’da gerçekleşti.
Ortak askeri sanayi alanında da ciddi bir işbirliğine gidildi. Türkiye ve Körfez ülkeleri Suudi Arabistan’daki askeri tatbikatlara katıldı. Suudi Arabistan Hava Kuvvetleri Konya’da eğitim aldı.
İki ülke arasındaki yıllık ticaret hacmi 5 milyar dolar civarında. Bazı Türk inşaat firmaları 2030 vizyonu kapsamında önemli inşaat işleri aldılar ve bu projelerin artması bekleniyor.
Tatil için Türkiye’yi tercih eden Suudluların sayısı her geçen yıl artarken Türkiye’ye emlak yatırımı yapan yabancılar sıralamasında Suudlular ilk sıralarda yer alıyor. Her yıl 500 binden fazla Türk vatandaşı umre ve hac ibadetlerini yerine getirmek için bu ülkeye gidiyor.
- İki ülkenin ortak paydaları
Her iki ülke de İran’ın Suriye, Lübnan, Irak, Yemen ve Bahreyn’deki nüfuzunu genişletme amaçlı çabalarından rahatsızlık duyuyor ve her fırsatta bu rahatsızlığı dile getiriyor. Keza terör örgütü DEAŞ’la mücadelede ve Suriye’de Beşşar Esed rejiminin gitmesi yönünde de ortak bir yaklaşım söz konusu. Fakat burada Suudi Arabistan’ın, “Suriye’de DEAŞ’tan kurtarılan bölgelerin yeniden imarı” adı altında, terör örgütü PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan PYD/YPG’nin işgal ettiği bölgelere verdiği desteğin Türkiye’yi fazlasıyla rahatsız ettiğinin de altını çizmek gerekiyor.
Türkiye Suudi Arabistan’ın başını çektiği Arap Koalisyonu’nun Yemen’deki “Kararlılık Fırtınası” operasyonuna destek vermiştir. Fakat Birleşik Arap Emirlikleri’nin Yemen’deki yanlış ve gizli faaliyetleri ve koalisyon güçlerinin sebep olduğu sivil ölümlerdeki artış, uluslararası toplum gibi Ankara’nın da tepkisini çekmiştir.
Türkiye ABD’nin Suudi Arabistan’a 11 Eylül saldırılarından dolayı dava açılmasına imkan tanıyan “Terörizme Destek Verenlere Karşı Adalet” (JASTA) adlı yasaya tepki göstermiş ve bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Dubai merkezli Rotana televizyonuna verdiği özel mülakatta konuyla ilgili Suudi Arabistan’ın yanında olduklarını açıklamıştı.
Her iki ülke de Filistin’de iki devletli çözümü savunuyor. Türkiye Filistin’de Hamas ve Fetih hareketlerini içine alan bir denge politikası izlerken Suudi Arabistan sadece Fetih Hareketi üzerinden destek veriyor.
- İki ülkenin ayrıştığı politikalar
Riyad ile Ankara’nın anlaşmazlık noktaları veya ayrıştıkları politikalar ne boyutta olursa olsun, ilişkilerde tam bir kopuşa yol açacak nitelikte değil. Esasında Ankara Mısır’daki darbe, Katar ablukası ve Kaşıkçı meselesi gibi birçok konuda farklı bir politika ortaya koysa da, Riyad’la tansiyonu yükseltme eğiliminde değil. Suudi Arabistan ve bazı Körfez ülkeleriyle Katar arasında yaşanan kardeş kavgasının sonlandırılmasıyla birlikte, Türkiye ile Suudi Arabistan arasında yeni bir sayfa açılması mümkün. Türkiye’nin Katar’da askeri üs kurması Suudi Arabistan ve bazı bölge ülkelerini rahatsız etti. Fakat o vakit Ankara Riyad’ın talep etmesi durumunda bu ülkeye asker göndermeye hazır olduğu yönünde bir iyi niyet de ortaya koymuştu. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) güçlü üyesi olarak Türkiye’nin, Körfez ülkeleriyle Katar arasındaki krizin çözüme kavuşturulması için arabulucu rolü oynaması da ihtimal dahilinde ve Türkiye bu rolü üstlenmeye hazır.
- Ankara’nın Kaşıkçı yaklaşımı Riyad’ın çıkarına
Kaşıkçı meselesinde Türkiye başından itibaren Suudlu yetkililere işbirliği çağrısı yapmış ve bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan gayet sıcak bir üslupla Kral Selman’dan gerçeğin ortaya çıkarılması için işbirliği yapmasını istemiştir. Bu olaydan Kral Selman’ı tamamen ayrı tutmuş, bu ülkeye baskı konusunda dikkatli bir dil kullanarak ilişkileri riske atmamıştır. Türkiye’nin arzusu, Kaşıkçı davasının bölgenin ve Suudi Arabistan’ın istikrarını olumsuz etkilememesi olmakla birlikte, Ankara’nın davadaki adil soruşturma yaklaşımı öncelikle Suudi Arabistan’ın çıkarınadır.
Sonuç itibarıyla, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın bölgeyi ilgilendiren birçok konuda birlikte hareket etmesi bir zorunluluktur. Bölge dışı aktörlerin bölgeye yönelik politikaları tamamen çıkar temellidir ve asla bölge ülkelerinin huzur ve refahını esas almamaktadır. İç savaşlar, askeri darbeler ve terör eylemleriyle boğuşan coğrafyamızda, Türkiye ile Suudi Arabistan siyasi, ekonomik, askeri, ticari ve sosyal alanda güçlü işbirliklerine imza atabilirler; başta Katar krizi olmak üzere bölgenin tüm sorunlarını masaya yatırıp çözüm yolları sunabilirler. Tabii ki medyanın da bu noktada müspet rol oynaması sürecin olmazsa olmazı.
Müslüman Kardeşler https://www.aa.com.tr/tr/analiz/suud-medyasinin-kroniklesen-turk-dusmanligi/1445337