Hilafet Tahtının Sultanı Açıklaması Yavuz Sultan Selim
Hükümdarlığı döneminde hilafeti ve kutsal emanetlerin büyük bölümünü ülkeye getiren, 498 yıl önce 22 Eylül'de Çorlu'da vefat eden Yavuz Sultan Selim'in sekiz yıllık yönetimi, Osmanlı tarihinde önemli dönüm noktalarını teşkil ediyor Yavuz Sultan Selim'in İslam dünyası üzerinde bütünleştirici bir lider sıfatına haiz olması dönemin bazı kaynaklarınca 'hilafet tahtının sultanı' şeklinde anılmasına yol açtı, resmi belgelerde ise Mekke ve Medine'nin koruyucusu anlamına gelen Hadimü'lHaremeyn unvanıyla zikredildi.
MÜCAHİT TÜRETKEN - Hilafeti Osmanlı'ya getirerek İslam dünyasının tek bir çatı altında toplanmasını sağlayan ve 498 yıl önce 22 Eylül'de Çorlu'da vefat eden Yavuz Sultan Selim, sekiz yıldan fazla süren yönetiminde, Osmanlı tarihinde dönüm noktası teşkil eden olaylara imza attı.
Babası II. Bayezid'in sancak beyi olarak bulunduğu Amasya'da doğan Yavuz Sultan Selim, küçük yaşlardan itibaren birçok laladan eğitim aldı.
Babasının tahta çıkmasının ardından Şehzade Selim, 1487 yılından 1510 yılına kadar Trabzon sancak beyliği yaptı. Şehzade Selim'in Trabzon'daki idarecilik yılları ona ileride kısa sürecek saltanatı için çok iyi bir tecrübe kazandırdı. Burada iken sınır boylarındaki gelişmeleri, özellikle Gürcü prensliklerinin ve Osmanlı Devleti için büyük bir siyasi-dini mesele oluşturacak olan Şah İsmail'in faaliyetlerini dikkatle takip etti.
Annesi Ayşe Hatun 1506'da vefatına kadar onun yanında bulunurken, oğlu Süleyman da 1494'te Trabzon'da dünyaya geldi. Yine burada doğan Şehzade Salih, 1499'da ve Kamerşah Sultan ise 1503'te küçük yaşta vefat etti.
Şehzade Selim, Sultan II. Bayezid'in kendisi ve Korkut yerine kardeşi Ahmed'i tahta geçirmeye hazırlandığını öğrenince babasına sert ifadeler içeren mektup kaleme aldı.
Babasının hastalığının artması ve divandaki vezirlerin çoğunun onun aleyhinde bulunarak padişahı Ahmed lehine teşvik etmesi üzerine o da önce oğlu Süleyman'ın yanına Kefe'ye ardından 3 bin kişiyle babasının yanına Edirne'ye gitti. Çukurçayır denilen yerde babasıyla karşı karşıya geldi. Burada babası tarafından yatıştırıldı ve kendisine Semendire sancağı verildi, Macarlar'la savaşması için izin çıktı.
Şehzade Selim, ağabeyi Ahmed'in saltanat makamına çağrıldığını haber alınca Edirne'ye girdi, ardından babasına yetişerek Çorlu'ya geldi. Uğraşdere mevkisinde II. Bayezid'in kuvvetleri ani bir saldırıyla Selim'i geri çekilmeye zorladı.
Bununla birlikte İstanbul'da yeniçeriler Şehzade Ahmed'i istemediklerini ve Selim'i desteklediklerini açıkça ilan ettiler. Üsküdar'a kadar gelen Ahmed şehre giremedi, Kefe'de bulunan Selim'e destek mektupları yollandı. Bazı vezir ve paşaların da baskısı sonucu II. Bayezid, tahtından Selim lehine feragat etmek zorunda kaldı. Böylece Selim 24 Nisan 1512'de dokuzuncu Osmanlı hükümdarı olarak tahta çıktı.
Saltanatını terk eden II. Bayezid ise Dimetoka'ya gitmek üzere İstanbul'dan çıkışının ardından 10 Haziran 1512'de Abalar köyünde vefat etti.
Yavuz Sultan Selim'in ilk hedefi ise Osmanlı Devleti için ciddi bir dini ve siyasi tehdit oluşturan Şah İsmail oldu.
Yavuz Sultan Selim, 20 Mart 1514'te Edirne'den İran seferi için yola çıktı. Beş ay süren oldukça zorlu seferin sonunda 23 Ağustos 1514 çarşamba günü Çaldıran'da yapılan savaşta Sultan Selim, düşmanına üstünlük kurdu ve Şah İsmail geri çekilmek zorunda kaldı. Yavuz Sultan Selim, harekatını sürdürerek 6 Eylül Cuma günü Tebriz'e girerek adına hutbe okuttu. Bölgede bazı imar hareketlerinde bulundu ve sayıları bine ulaşan ilim ve sanat erbabını İstanbul'a sevk etti.
Tarihçi İdris-i Bitlisi'yi bölgeye göndererek civardaki Sünni/Şafii aşiretlerini Safeviler'e karşı örgütlemeye çalıştı, mahalli Kürt beylerini de kendi tarafına çekti.
Yavuz Sultan Selim, 5 Haziran 1516'da Doğu seferi için İstanbul'dan ayrıldı. Sünni Memlük sultanının Safevilerle ortak hareket ettiğini öğrenerek Malatya'dan Halep'e doğru ilerledi. 24 Ağustos'ta Mercidabık Ovası'nda yapılan savaşta Memlük ordusunu dağıttı.
Daha sonra Mısır seferine karar veren Yavuz Sultan Selim'in ordusu önce Şam'ı ardından Kudüs'ü ele geçirdi. 9 Ocak'ta Gazze'den Mısır'a doğru yola çıkan Yavuz Sultan Selim ve ordusu, zorlu çöl yolculuğunun ardından 22 Ocak'ta Ridaniye'de yeniden toparlanan Memlük ordusunu bozguna uğrattı. 15 Şubat'ta görkemli bir törenle Kahire'ye girdi ve Kasr-ı Yusuf'ta Mısır tahtına oturdu.
İçlerinde Abbasi Halifesi Mütevekkil-Alellah ve yakınlarıyla öldürülen Memlük sultanı Kansu Gavri'nin oğlu Muhammed'in bulunduğu bazı önde gelen kimseleri, ulemayı, sanatkarları, bir kısım tacirleri, mukaddes emanetleri ve ele geçirilen malzemeleri donanmayla İstanbul'a sevk eden Yavuz Sultan Selim, geldiği yolu takip ederek geri döndü. Şam'a vardığında Muhyiddin İbnü'l-Arabi'nin mezarını buldurarak buraya bir türbe, yanına da bir cami ve tekke yaptırdı.
Yavuz Sultan Selim, iki yıl bir ay süren seferin ardından 25 Temmuz 1518'de İstanbul'a döndü.
1519 yılının nisan ayında Rodos seferi için donanmaya yeni gemiler tedarik ettirip, toplar döktürdü. Ulemanın Şah İsmail'e karşı seferin daha önemli olduğu görüşü sonrası Rodos seferinden vazgeçti.
Sultan Selim, İstanbul'da çıkan veba salgını sonrası 18 Temmuz 1519'da Edirne'ye gitti. Sırtında çıkan bir büyük ur yüzünden Çorlu'dan ileri gidemedi. Hekimlerin müdahalesine rağmen hastalığı giderek ağırlaştı ve iki ay kadar burada ümitsiz bir tedavi gördükten sonra 21-22 Eylül 1520'de yanında yakın adamı Hasan Can varken sabaha karşı vefat etti.
Yavuz Sultan Selim'in vefatı oğlu Süleyman'ın Manisa'dan İstanbul'a gelişine kadar gizli tutuldu. 1 Ekim'de İstanbul'a getirilen naaşı oğlu ve devlet adamları tarafından şehir girişinde karşılandı ve Fatih Camisi'ne indirildi. Burada kılınan namazdan sonra bugünkü türbesinin bulunduğu Mirza Sarayı denilen yerde defnedildi. Üzerine geçici olarak bir çadır kuruldu, daha sonra oğlu Süleyman tarafından buraya bir türbe ile Sultan Selim Camisi ve külliye yaptırıldı.
Yavuz Sultan Selim'in sekiz yıldan biraz fazla süren saltanatı dönemi, Osmanlı tarihi için bir dönüm noktası teşkil etti. Özellikle Doğu meselelerini ele alışı ve bunlara kesin çözüm bulma çabalarıyla dikkat çekti. Safevi tehdidini önlemesi ve onlara karşı ileride Osmanlı dini düşüncesinin sınırlarını tayin edecek ölçüde Sünni anlayışı öne çıkarması aynı zamanda siyasal ve sosyal hayatta da önemli bir dönüşümün habercisi oldu. Yavuz Sultan Selim'in İslam dünyası üzerinde bütünleştirici bir lider sıfatını haiz olması "hilafet tahtının sultanı" şeklinde anılmasına yol açtı. Resmi belgelerde ise Mekke ve Medine'nin koruyucusu anlamına gelen Hadimü'l-Haremeyn unvanıyla zikredildi.
Kaynak: AA
Babası II. Bayezid'in sancak beyi olarak bulunduğu Amasya'da doğan Yavuz Sultan Selim, küçük yaşlardan itibaren birçok laladan eğitim aldı.
Babasının tahta çıkmasının ardından Şehzade Selim, 1487 yılından 1510 yılına kadar Trabzon sancak beyliği yaptı. Şehzade Selim'in Trabzon'daki idarecilik yılları ona ileride kısa sürecek saltanatı için çok iyi bir tecrübe kazandırdı. Burada iken sınır boylarındaki gelişmeleri, özellikle Gürcü prensliklerinin ve Osmanlı Devleti için büyük bir siyasi-dini mesele oluşturacak olan Şah İsmail'in faaliyetlerini dikkatle takip etti.
Annesi Ayşe Hatun 1506'da vefatına kadar onun yanında bulunurken, oğlu Süleyman da 1494'te Trabzon'da dünyaya geldi. Yine burada doğan Şehzade Salih, 1499'da ve Kamerşah Sultan ise 1503'te küçük yaşta vefat etti.
Şehzade Selim, Sultan II. Bayezid'in kendisi ve Korkut yerine kardeşi Ahmed'i tahta geçirmeye hazırlandığını öğrenince babasına sert ifadeler içeren mektup kaleme aldı.
Babasının hastalığının artması ve divandaki vezirlerin çoğunun onun aleyhinde bulunarak padişahı Ahmed lehine teşvik etmesi üzerine o da önce oğlu Süleyman'ın yanına Kefe'ye ardından 3 bin kişiyle babasının yanına Edirne'ye gitti. Çukurçayır denilen yerde babasıyla karşı karşıya geldi. Burada babası tarafından yatıştırıldı ve kendisine Semendire sancağı verildi, Macarlar'la savaşması için izin çıktı.
Şehzade Selim, ağabeyi Ahmed'in saltanat makamına çağrıldığını haber alınca Edirne'ye girdi, ardından babasına yetişerek Çorlu'ya geldi. Uğraşdere mevkisinde II. Bayezid'in kuvvetleri ani bir saldırıyla Selim'i geri çekilmeye zorladı.
Bununla birlikte İstanbul'da yeniçeriler Şehzade Ahmed'i istemediklerini ve Selim'i desteklediklerini açıkça ilan ettiler. Üsküdar'a kadar gelen Ahmed şehre giremedi, Kefe'de bulunan Selim'e destek mektupları yollandı. Bazı vezir ve paşaların da baskısı sonucu II. Bayezid, tahtından Selim lehine feragat etmek zorunda kaldı. Böylece Selim 24 Nisan 1512'de dokuzuncu Osmanlı hükümdarı olarak tahta çıktı.
Saltanatını terk eden II. Bayezid ise Dimetoka'ya gitmek üzere İstanbul'dan çıkışının ardından 10 Haziran 1512'de Abalar köyünde vefat etti.
Yavuz Sultan Selim'in ilk hedefi ise Osmanlı Devleti için ciddi bir dini ve siyasi tehdit oluşturan Şah İsmail oldu.
Yavuz Sultan Selim, 20 Mart 1514'te Edirne'den İran seferi için yola çıktı. Beş ay süren oldukça zorlu seferin sonunda 23 Ağustos 1514 çarşamba günü Çaldıran'da yapılan savaşta Sultan Selim, düşmanına üstünlük kurdu ve Şah İsmail geri çekilmek zorunda kaldı. Yavuz Sultan Selim, harekatını sürdürerek 6 Eylül Cuma günü Tebriz'e girerek adına hutbe okuttu. Bölgede bazı imar hareketlerinde bulundu ve sayıları bine ulaşan ilim ve sanat erbabını İstanbul'a sevk etti.
Tarihçi İdris-i Bitlisi'yi bölgeye göndererek civardaki Sünni/Şafii aşiretlerini Safeviler'e karşı örgütlemeye çalıştı, mahalli Kürt beylerini de kendi tarafına çekti.
Yavuz Sultan Selim, 5 Haziran 1516'da Doğu seferi için İstanbul'dan ayrıldı. Sünni Memlük sultanının Safevilerle ortak hareket ettiğini öğrenerek Malatya'dan Halep'e doğru ilerledi. 24 Ağustos'ta Mercidabık Ovası'nda yapılan savaşta Memlük ordusunu dağıttı.
Daha sonra Mısır seferine karar veren Yavuz Sultan Selim'in ordusu önce Şam'ı ardından Kudüs'ü ele geçirdi. 9 Ocak'ta Gazze'den Mısır'a doğru yola çıkan Yavuz Sultan Selim ve ordusu, zorlu çöl yolculuğunun ardından 22 Ocak'ta Ridaniye'de yeniden toparlanan Memlük ordusunu bozguna uğrattı. 15 Şubat'ta görkemli bir törenle Kahire'ye girdi ve Kasr-ı Yusuf'ta Mısır tahtına oturdu.
İçlerinde Abbasi Halifesi Mütevekkil-Alellah ve yakınlarıyla öldürülen Memlük sultanı Kansu Gavri'nin oğlu Muhammed'in bulunduğu bazı önde gelen kimseleri, ulemayı, sanatkarları, bir kısım tacirleri, mukaddes emanetleri ve ele geçirilen malzemeleri donanmayla İstanbul'a sevk eden Yavuz Sultan Selim, geldiği yolu takip ederek geri döndü. Şam'a vardığında Muhyiddin İbnü'l-Arabi'nin mezarını buldurarak buraya bir türbe, yanına da bir cami ve tekke yaptırdı.
Yavuz Sultan Selim, iki yıl bir ay süren seferin ardından 25 Temmuz 1518'de İstanbul'a döndü.
1519 yılının nisan ayında Rodos seferi için donanmaya yeni gemiler tedarik ettirip, toplar döktürdü. Ulemanın Şah İsmail'e karşı seferin daha önemli olduğu görüşü sonrası Rodos seferinden vazgeçti.
Sultan Selim, İstanbul'da çıkan veba salgını sonrası 18 Temmuz 1519'da Edirne'ye gitti. Sırtında çıkan bir büyük ur yüzünden Çorlu'dan ileri gidemedi. Hekimlerin müdahalesine rağmen hastalığı giderek ağırlaştı ve iki ay kadar burada ümitsiz bir tedavi gördükten sonra 21-22 Eylül 1520'de yanında yakın adamı Hasan Can varken sabaha karşı vefat etti.
Yavuz Sultan Selim'in vefatı oğlu Süleyman'ın Manisa'dan İstanbul'a gelişine kadar gizli tutuldu. 1 Ekim'de İstanbul'a getirilen naaşı oğlu ve devlet adamları tarafından şehir girişinde karşılandı ve Fatih Camisi'ne indirildi. Burada kılınan namazdan sonra bugünkü türbesinin bulunduğu Mirza Sarayı denilen yerde defnedildi. Üzerine geçici olarak bir çadır kuruldu, daha sonra oğlu Süleyman tarafından buraya bir türbe ile Sultan Selim Camisi ve külliye yaptırıldı.
Yavuz Sultan Selim'in sekiz yıldan biraz fazla süren saltanatı dönemi, Osmanlı tarihi için bir dönüm noktası teşkil etti. Özellikle Doğu meselelerini ele alışı ve bunlara kesin çözüm bulma çabalarıyla dikkat çekti. Safevi tehdidini önlemesi ve onlara karşı ileride Osmanlı dini düşüncesinin sınırlarını tayin edecek ölçüde Sünni anlayışı öne çıkarması aynı zamanda siyasal ve sosyal hayatta da önemli bir dönüşümün habercisi oldu. Yavuz Sultan Selim'in İslam dünyası üzerinde bütünleştirici bir lider sıfatını haiz olması "hilafet tahtının sultanı" şeklinde anılmasına yol açtı. Resmi belgelerde ise Mekke ve Medine'nin koruyucusu anlamına gelen Hadimü'l-Haremeyn unvanıyla zikredildi.