GÖRÜŞ - 4 Temmuz'dan 15 Temmuz'a
Siyasete yapılan askeri müdahalelerin sonra ermesi 20072008'de gerçekleşti ve çoğumuz Türkiye'nin devlet kurumlarını demokratik şekilde yeniden düzenleme sürecini en sonunda başlatabileceğini düşündük Fakat askeri vesayetin sona ermesi diğer bir gücü, yani Fethullah Gülen'in kültmafyasını, güçlü kurumsal konumlarda, üstelik nüfuzlarını artırmak, hatta kullanmak için gereken kaynak ve araçlara sahip bir halde bıraktı Türk halkı gösterdiği fedakarlıklarla, ancak kendi seçtiği temsilcilerin devlet kurumlarını kontrol edebileceği gerçeğini garantiye almak suretiyle, kendi demokratik geleceğini de garanti altına almış oldu Türkiye'nin demokratik geleceğini, hatta uzak geleceğini, geçen yıl vatandaşlarının hayatlarını uğrunda feda ettikleri şey belirleyecektir.
ABD Anayasası'nın giriş cümlesi ise şöyledir:'Birleşik Devletler'in halkı olan bizler, daha mükemmel bir birlik oluşturabilmek, adaleti ikame edebilmek, yurt içinde huzuru güvence altına alabilmek, ortak bir savunma ortaya koyabilmek, genel refah seviyesini artırmak ve kendimiz ve gelecek kuşaklar için özgürlüğün nimetlerini garanti altına alabilmek adına, Amerika Birleşik Devletleri için bu Anayasa'yı emir ve tesis ediyoruz.'
'Demokrasiye Doğru: Avrupa ve Amerikan Düşüncesinde Egemenlik Mücadelesi' adlı kitabında James T. Kloppenberg halk egemenliğini, 'halkın iradesinin meşru otoritenin tek kaynağı olarak tanınması' olarak tarif eder.
Amerika'nın İngiltere'den bağımsızlığını ilan etmesinin iki yüzüncü yıl dönümünde, yani 1976'da yapılan kutlamalar, en eski çocukluk hatıralarımdandır. O zamanlar ailem Alaska'nın 'tava sapı' denilen güneydoğu ucundaki ılıman iklimli, sık yağmur ormanlarıyla kaplı, sisli bir adadaki küçük bir kasaba olan Ketchikan'da yaşıyordu. ABD toplumunun ana gövdesinden Ketchikan kadar uzak bir yerde dahi 4 Temmuz yürüyüşü yapılırdı. Geçit töreni araçlarından atılan şekerleri yakalamak için ellerimi uzattığımı hatırlıyorum.
Amerikan devrimi ve ortaya koyduğu --modern dünyadaki ilk ve sayısız halefi için ilham kaynağı olan-- yenilikçi anayasa, modern çağın kurucu siyasi olaylarından biridir. Amerikalılar bu başarıyı, müteakip 241 yıldır haklı olarak kutlamaktalar.
Amerika'nın sistemi kurulduğunda 'demokrasi', çoğu eğitimli insan tarafından hâlâ bir mafya yönetimi ya da anarşi olarak görülüyordu. Ancak ABD'nin demokrasi deneyinin başarısı, demokrasiyi esasen tüm siyasi sistemlerin ideali haline getirdi. Öyle ki 20. yüzyılın en içine kapalı ve diktatörler tarafından idare edilen siyasi sistemlerinin bazıları dahi kendilerini 'demokratik cumhuriyet' olarak tanımladılar.
Amerikan'ın demokratik örnekliğinden derin şekilde etkilenen toplumlardan biri de Türkiye'dir. Fransa'da üretilen siyasi şablonlar, 19. ve 20. yüzyıllar boyunca Türk seçkinlerinin nazarında daha ağır basıyordu. Ancak II. Dünya Savaşı'ndan, küresel siyasi düzene yeni bir ayar verilmesinden, Marshall Planı'ndan ve Türkiye'nin NATO'ya dahil olmasından sonra ABD, Türk toplumu üzerindeki en baskın nüfuz kaynağı haline geldi.
Bununla birlikte, Türkiye'nin o zamanki siyasi sistemi esasen demokratik değildi. Türkiye'de seçimler 1950 yılına kadar demokratik standartlara göre yapılmadı. Türkiye'deki seçim yasalarının, oy vermenin gizli, neticedeki sayım ve listelemenin ise halka açık yapılacak şekilde değiştirilmesinden sonra, devlet kurumları Türk vatandaşlarının seçilmiş temsilcilerinin kontrol alanının dışında kaldı.
Bu sadece, I. Dünya Savaşı'ndan sonra Osmanlı Devleti'nin egemenliğini kurtaran ve 1920'lerin başında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasını mümkün kılan, ama aynı zamanda Türk siyasetine birçok kez müdahale eden orduyla ilgili bir mesele değildi. Bütün Türk devlet kurumları, demokratik gözetim, şeffaflık ve meritokrasiden [yani vazifelerin onları en çok hak edenlere verilmesi sisteminden] yoksundu ve bu standartların dayatılmasına karşı direnç gösterdiler. Türk siyasetçilerin, hakları olan siyasi etki gücünü devlet kurumları üstünde kullanarak devletin kurumsal statükosunu tehdit ettiklerinde aldıkları cevap ise her zaman, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana var olan antidemokratik düzenlemeleri muhafaza ve teyit etme maksadı taşıyan askeri bir müdahale olmuştur.
Bu durum ancak son on yılda değişmeye başladı ve bu değişim, Türkiye'nin 15 Temmuz'u kalıcı bir şekilde demokrasiyi kutladığı bir gün olarak görmesinin temel sebebidir. Türk toplumu bundan 10 yıl önce, yani 2007 senesinde, kimsenin öngöremediği bir istikamet ve mahiyet içeren siyasi bir sürece girdi. O zamanlar çoğu gözlemci, Türkiye'de gerçek bir demokrasinin ortaya çıkabilmesi için askeriyenin kendisini siyasetten çekmesi yahut bundan zorla ek çektirilmesi gerektiğini düşünüyordu. Siyasete yapılan askeri müdahalelerin sonra ermesi 2007-2008'de gerçekleşti ve çoğumuz Türkiye'nin devlet kurumlarını demokratik şekilde yeniden düzenleme sürecini en sonunda başlatabileceğini düşündük.
Fakat askeri vesayetin sona ermesi diğer bir gücü, yani Fethullah Gülen'in kült-mafyasını, güçlü kurumsal konumlarda, üstelik nüfuzlarını artırmak, hatta kullanmak için gereken kaynak ve araçlara sahip bir halde bıraktı. Türk devlet kurumlarının geleneksel şekilde demokratik ve şeffaf bir yapıdan mahrum olmasının, Gülen'in en geç 1980'lerin başından itibaren o kurumlara duhul etmesini mümkün kılan şey olduğunu da vurgulamak lazım. Fakat Gülen'in nihai amaçları konusunda 2007-2008 döneminde uyarılarda bulunan hemen herkes, bu uyarıları gerçek bir demokrasi istedikleri için değil, daha çok statükoyu muhafaza edebilmek için yapmıştı. Düzmece bahanelerle hapse atılan bir gazetecinin ve eski bir emniyet müdürünün teşkil ettiği istisnalara ise, Gülen örgütü aleyhinde bu kadar erken bir safhada konuştuklarından dolayı başlarına gelenler yüzünden, Türk toplumu tarafından çok büyük itibar gösterildi.
2012'nin Şubat ayında başlayıp geçen yılki başarısız darbe girişimiyle zirveye ulaşan sürecin ürettiği siyasi karışıklıklar, kendisini siyasi bir iktidar olarak gören bir kültle, Türk halkının demokratik yollardan seçilen temsilcileri arasındaki çekişmenin göstergeleriydi. Türk halkı gösterdiği fedakarlıklarla, ancak kendi seçtiği temsilcilerin devlet kurumlarını kontrol edebileceği gerçeğini garantiye almak suretiyle, kendi demokratik geleceğini de garanti altına almış oldu. Bu dava uğrunda yaklaşık 250 kişi canını, binden fazla kişi ise sağlığını feda etti.
Dolayısıyla 15 Temmuz günü yabancı gözlemciler şunu hatırlamalı: Geçen sene Türkiye'de hayatlarını ve sağlıklarını feda edenler, İngilizlerle savaşan Amerikalı devrimciler gibidir. Yabancı gözlemcilere tavsiyem, sadece bu anlayışa alışmaları değil, aynı zamanda 15 Temmuz'un neden Amerika'nın 4 Temmuz'una veya Fransa'nın Bastille Günü'ne eşdeğer olduğunu idrak edebilmek için ciddi gayret göstermeleridir. 15 Temmuz, Türk vatandaşlarının kendi kaderlerine sahip çıktıkları günün adıdır. Türkiye'nin durumunda bunun iki kere yapılması gerekti: Birincisi, Türk milliyetçilerin Osmanlı Devleti'nin egemenliğini korumak için mücadele ettiği 1919-1922 aralığında yaşandı. Diğeri ise Türk vatandaşlarının tüfeklere, tanklara, helikopterlere ve F-16'lara sadece ve sadece yürekleri ve cesaret dolu kararlılıklarıyla karşı koyduğu geçen sene. Amerikalı vatandaş-askerler ve Paris'teki halk kitleleri gibi, Türk vatandaşları, kendi siyasi kaderleri için mesuliyet alan bir halkın, bir milletin numunesi oldular.
Umudum o ki bundan 200 sene sonra da Türk çocukları 15 Temmuz geçit töreni araçlarından atılan şekerlere ellerini uzatırlar (yahut teknolojinin artan süratle değiştiği bir dünyada bu halin karşılığı her ne olursa), böylece Türkiye'nin demokrasiyi tüm vatandaşları için kati bir surette ikame etmesini kutlarlar. Türkiye'nin demokratik geleceğini, hatta uzak geleceğini, geçen yıl vatandaşlarının hayatlarını uğrunda feda ettikleri şey belirleyecektir.
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.