GÖRÜŞ - Ahmedinejad'ın İran Yargısına Karşı Neticesiz Mücadelesi

Ahmedinejad, yolsuzluk hakkında her ne söylüyorsa halk nezdinde bir karşılığı var ve İran vatandaşlarının çoğu bu görüşleri paylaşıyor; fakat mesele şu ki, Ahmedinejad'a inanmıyorlar.

İSTANBUL – SELİM CELAL - İran yargısı, daima aşırı politik olmakla eleştirilmiştir. Bu kurumun sicilinde, siyasi rakiplerine yönelik kitlesel ve yargısız infazlar, mağduriyetler ve işkenceler var. Fakat anayasal statüsü itibariyle doğrudan Dini Lider Ayetullah Ali Hamaney'in kontrolünde olmasından dolayı, İran yargısına şimdiye kadar hiç kimse karşı duramadı.

Bununla birlikte, yargıya yönelik eleştiriler birkaç aydır yavaş yavaş yeni bir mecraya evriliyor. Daha öncekinden farklı olarak bu sefer, eleştiriler 2005-2013 yılları arasında iki dönem cumhurbaşkanlığı yapmış olan Mahmud Ahmedinejad'dan geliyor. Ahmedinejad'ın küresel adaletle ilgili, Birleşmiş Milletler Genel Kurul'u dâhil, uluslararası platformlarda yaptığı konuşmalar akla geliyor. Bu konuşmalara bakılacak olursa sanki İslam Cumhuriyeti kendi iç adaletini tesis etme görevini başarıyla yerine getirmiş de artık bu tecrübesini "Mehdici Küresel Adil Toplum" adı altında küresel toplumla paylaşmaya çalışıyordu. Ancak o günler çoktan geride kaldı ve Ahmedinejad artık İran yargısına karşı yükselen en gür ses oldu.

Nitekim, Ahmedinejad görevdeki ikinci döneminde de yargının karşısında durmuştu. Bununla birlikte, o zaman cumhurbaşkanı olduğu için yargının kendisine müsamaha göstereceğine, fakat görev süresi dolar dolmaz kesinlikle peşine düşeceğine ve en azından, selefleri Muhammed Hatemi ve Haşimi Rafsancani'nin de başına geldiği gibi, toplum içine çıkmasına yasak getirileceğine dair genel bir görüş vardı. Ahmedinejad'ın görevini bitirdikten sonra kullandığı lisana da artık dikkat edeceği düşünülüyordu.

Şu ana kadar bu iki tahminin her ikisinin de yanlış olduğu ortaya çıkmış durumda. Ahmedinejad'ın birtakım yandaşlarına karşı bazı adımlar atmış olmasına rağmen yargı, henüz kendisine doğrudan dokunmadı. Öte yandan, bütün bir yargıya kafa tutan bir ekibin destek verdiği Ahmedinejad artık çok daha çatışmacı bir tavır takınıyor.

Üç mühim Ahmedinejad müttefiki olan Hamid Bakai, Ekber Civanfikr ve Habibullah Horasani'nin, kendilerine teslim edilen celbe uyarak mahkemeye gitmek yerine, halk arasında best-nişînî olarak bilinen uygulamaya müracaat ederek, 15 Kasım'da Şah Abdülazîm türbesine sığınmasıyla olayların seyri değişti. Bundan birkaç saat sonra kendilerine Ahmedinejad, ve görevdeyken yardımcılarından biri olan İsfendiyar Rahim Meşai katıldı.

Best-nişînî umutsuzluğa kapılan bir kimse tarafından gerçekleştirilen sembolik bir eylemdir. Şianın sosyo-politik kültüründe herhangi bir Şii imamının veya onun soyundan gelen birinin türbesine sığınanların, sığındığı kişinin emanında olduğu kabul edilir. Bu nedenle, zamanın yöneticilerinden canlarına bir tehdit algılayan herkes, geleneksel olarak bu türbelere sığınmıştır.

Çağdaş İran tarihinde, Şah Abdülazim'in türbesi, ülkenin başkentine olan yakınlığından dolayı best-nişînî uygulaması açısından hususen öne çıkan bir yer; zira bu türbeye sığınan kimse, İran hükümdarlarının dikkatini çok kısa sürede çekebilirdi. İran kralları dahi genel olarak türbelere sığınma uygulamasına saygı göstermiştir.

Prensip olarak best-nişînî, ferdi emniyet için tatbik edilirken, modern İran tarihinde bazı yüksek profilli şahsiyetler de [eylemin ihsas ettirdiğinden] daha büyük siyasi hedeflerle bu yönteme müracaat etmiştir. Mesela, ünlü Müslüman reformist Cemaleddin Afgani de yedi ay boyunca Şah Abdülazim'in türbesinde oturmuş, despotizm karşıtı konuşmalarını oradan yapmıştır.

İran hükümdarları, türbeye duydukları saygının bir nişanesi olarak çoğu durumda protestocuların siyasi taleplerini karşılamışlardır. Hatta İran anayasal devrimi dahi bu uygulamaya çok şey borçludur. Siyaset bilimcisi ve edebiyat eleştirmeni olan Hüma Katuzyan'ın belirttiği gibi, İran Kralı Nasırüddin Şah (1831-1896) meşhur bir Şii alim olan Ayetullah Molla Ali Kâni'ye müracaat ederek best-nişînî'yi yasaklayacak bir fetva vermesini istemiş, Molla Ali Kâni de "Zât-ı alileri adalet kapısını açarlarsa diğer kapı [otomatik olarak] kapanacaktır" diyerek mukabelede bulunmuştur.

1979 devriminden sonra best-nişînî'nin modası geçti. Ahmedinejad'ın dostlarının yaptığı şeyin, İslam Cumhuriyeti'nin tarihindeki ilk ve en önemli best-nişînî uygulaması olduğu iddia edilebilir. Protestocular eylemlerine başlamadan önce yazdıkları mektupta, yargının sebep olduğu mağduriyet ve zulümlerden artık bıktıklarını ve bu yüzden önlerindeki tek seçenek olarak türbeye sığınmaya karar verdiklerini ifade ettiler.

İlginçtir; modern İran yargısı, Şah Abdülazim'in türbesinde bir ay boyunca oturan bazı üst düzey Şia alimlerinin taleplerine bir mukabele olarak Muzaffereddin Şah'ın (1853-1907) emriyle 1905 yılında kuruldu.

Ayrıca Şah Abdülazim'in sadece Şia'nın 12 imamından birinin torunu olduğunu, halbuki 12. imam İmam Mehdi'nin sırra kadem bastığı ve geri geleceğine inanıldığını not etmeli. Ahmedinejad, cumhurbaşkanlığı sırasında, İmam Mehdi ile doğrudan bağlantı halinde olduğunu ima ediyordu. Ahmedinejad, resmî yemeklerde yanına fazladan boş bir tabak koyar ve böylece İmam Mehdi'nin de orada onunla olduğunu ve yanında yemek yediğini ima ederdi. İşe bakın ki şimdi kendisi ve ekibi bu sefer yaşayan bir imama (Mehdi) niyaz etmek yerine bir Şii imamının vefat etmiş ve daha az tanınan bir torunundan (Şah Abdülazim) istimdâd talebini tercih ettiler.

Tarihsel olarak türbelere sığınanlara zarar verilmemiş olmasına rağmen İran'ın mevcut idarecileri, best-nişînî geleneğinin yeniden ortaya çıkmasına müsaade etmemeye kararlı. Buna paralel olarak 18 Kasım'da "sivil giyimli" (libâs-ı şahsî) olarak bilinen İran kolluk kuvvetleri, Ahmedinejad'ın arkadaşlarına saldırdı ve onları türbeden kovdu. Video görüntüleri her iki tarafın da birbirine karşı türbenin içinde çok ağır ifadeler kullandığını gösteriyor.

Bunlardan bahsettikten sonra birkaç soru sormamız gerekiyor: Ahmedinejad'ın hedefleri nedir? Ahmedinejad best-nişînî'ye neden müracaat etti? Ve yargıya karşı yürüttüğü kampanyada, halkın desteğini neden arkasına alamıyor? Bu soruların cevabı, Ahmedinejad'ın şahsi karakterinde ve siyasi davranışlarında gizli.

Ahmedinejad'ın bazı önemli gizli dosyalara erişimi var gibi görünüyor ve bir müddettir İran'ın yönetici elitine, bu belgeleri sızdırma tehdidiyle şantaj yapıyor. Belgelerin içeriğini kestirmek zor, fakat bunların devlet sırlarıyla ilgili olmadığı, daha çok, üst düzey İranlı yetkililerin iktidarlarını kötüye kullanmasıyla ilgili olduğu söylenebilir.

Fakat, Ahmedinejad'ın tehdidi kamu çıkarlarına yönelik değil. Yerleşik düzenle bir anlaşma sağlamak için bu belgeleri, bir pazarlık malzemesi olarak kullanıyor. Ahmedinejad'ın peşinde olduğu anlaşmanın basit bir dokunulmazlığın ötesinde bir şey olduğunu belirtmek gerekir. Ahmedinejad'a göre, yapılacak herhangi bir anlaşma, siyasette kalmasına imkân tanıyacak izni de içermeli. Ve elbette ki siyasette kalarak, Yardım Konseyi, Milli Güvenlik Kurulu vb. gibi konseylerde üyeliği bulunan marjinal bir role sahip merasimsel bir şahsiyet olmanın ötesine geçecektir. Ahmedinejad bu anlaşmayı elde etmek ve bu sene gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimleriyle yürütme erkine yeniden dâhil olmak konusunda çok umutluydu, fakat diskalifiye oldu. Şimdi de gözlerini yaklaşık iki yıl sonra yapılacak olan parlamento seçimlerine dikmiş durumda. Bu talebe ise İran yönetiminin zirvelerinden direnç geldiği görülüyor. Krizin tırmanması, Ahmedinejad'ın hayal kırıklığına uğradığına, bundan dolayı da yerleşik düzen üstündeki baskıyı artırmaya çalıştığına işaret ediyor.

Fakat bu gizli dosyaları sızdırarak şansını azaltmak istemiyor, zira sırlar bir kişi onları kullanabildiği sürece bir değere sahiptir; sızdırıldıkları anda değerleri ciddi şekilde azalır.

Bu arada; Ahmedinejad halk protestoları veya grevler gibi demokratik vasıtalara inanıyor falan değil. Bu yüzden halk kitlelerinden uzakta durmaya ve teokratik sistemi best-nişînî'ye müracaat ederek, teokratik kurallarla yenmeye karar verdi. Bununla birlikte, çok mühim bir ayrıntıyı yanlış hesapladı. Best-nişînî uygulamasının, Şii din adamları tarafından, idarecilere baskı yapabilmek için icat edilmiş olduğunu gözden kaçırdı. Fakat artık iktidarda bu din adamları var ve bu konumlarıyla, Ahmedinejad ve müttefiklerinin dâhil olmak istedikleri oyunun sahibi onlar. Ahmedinejad'ın unuttuğu diğer bir şey ise Humeyni'nin fetvası; "[Teokratik siyasi] sistemi kurtarmak, diğer bütün dini vazifelerin üstündedir". Bu demektir ki, bu fetvaya göre, yerleşik düzenin, teokratik sistemi kurtarmaya yönelik yüce dava için bir türbeye hürmetsizlik yapmasına dahi izin verilmektedir.

Best-nişînî hamlesi akim kalınca Ahmedinejad ve ekibi, İran yargısı ve onun başında bulunan Ayetullah Laricânî'nin aleyhinde ifşaatlarda bulunan bir dizi video yayınlayıp, açık mektuplar yazdılar. Bu eleştirinin çok daha hafif bir versiyonu diğer herhangi bir siyasetçi tarafından -mesela Muhammed Hâtemî, Mir Hüseyin Musevî veya Mehdi Kerrubî gibi- yapılmış olsaydı, dev bir halk hareketine ve hatta ayaklanmalara yol açabilirdi. Fakat Ahmedinejad, ciddi bir halk desteği sağlayamadı. Bu durum, yargıdaki yolsuzluğun halk nezdinde bir endişe kaynağı olmadığı anlamına kesinlikle gelmiyor. Ahmedinejad yolsuzluk hakkında her ne söylüyorsa halk nezdinde bir karşılığı var ve İran vatandaşlarının çoğu bu görüşleri paylaşıyor; fakat mesele şu ki, Ahmedinejad'a inanmıyorlar. Ahmedinejad'ın konuşmalarına ve mektuplarına bakan bir kimse, oradaki gerçekleri nispeten kolaylıkla bulabilir; ancak bulması imkânsız olan şey, samimiyettir. Tam ifadesiyle: kesinlikle doğru olan sözler, yanlış bir ağızdan ifade edilmekte.

Mütercim: Ömer Çolakoğlu

“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

[Türkiye merkezli yazar, İran'ın dış ve iç politikası konularında uzmandır.]
Kaynak: AA