Güvenlik Uzmanı Ağar, Irak Parlamentosu'nun Kararını Değerlendirdi

Güvenlik Uzmanı Abdullah Ağar, Irak Parlamentosu’nun kararı üzerinden ’İran-Türkiye’ gerilimini değerlendirdi.

Güvenlik Uzmanı Abdullah Ağar, Ekim ayı içerisinde Musul operasyonunun başlayacağının konuşulduğunu hatırlatarak, bunun Rakka operasyonu ile eş zamanlı yapılıp yapılamayacağının bir başka odak noktası olduğunu ifade etti.

Musul ya da Rakka’da DAİŞ’in ürettiği etkinin öyle kolay kolay ortadan kalkmayacağının temel bir gerçek olduğuna dikkat çeken Ağar, şunları dedi:

"Hatta ürettiği düşmanlıklarla asrımıza damgasını vuracağı, tetiklediği rekabet, düşmanlık ve araya giren kanlarla birlikte DAİŞ (IŞİD-İLTÖ) sorununun çok başka boyutlarda farklı alanlarda çok daha sert ve çok daha büyük boyutlarda yaşanabileceği de sorunun asıl boyutu. Musul’la gündemimize oturan radikal DAİŞ (IŞİD-İLTÖ) gerçeği büyük bir vakum etkisi üreterek günümüzü etkilerken, ürettiği diğer kırılma ve savaşlarla birlikte bütün coğrafyayı ve dünyayı içine çekebilecek başka başka anaforların oluşmasına neden oluyor."

Tam bu noktada Irak Temsilciler Meclisi’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklamaları, Başika’daki Türk askeri varlığını ve TBMM’de kabul edilen Irak ve Suriye tezkerelerini merkeze oturtarak ve hedef alarak diplomatik temayülleri fazlasıyla zorlayan açıklamasının bu konularla ilgili pek çok gerçeğin konuşulmasını zorunlu kıldığını vurgulayan Ağar, "Irak Temsilciler Meclisi’nin Başika’daki Türk askeri varlığını ’işgalci güçler’ olarak tanımlaması, gerekirse karadan ve havadan müdahale edileceğine dair bir vurgu yapması ise bir başka çok önemli boyut. Olası böyle bir hamle bütün coğrafyanın kırılması demek. Peki Türkiye’ye yönelik bu hasmane (!) tutum, Irak Temsilciler Meclisi’ne ait özgür bir irade mi yoksa bir yönlendirme var mı? Bu sorunun yanıtı IŞİD (DAİŞ-İLTÖ) sonrası Irak’ta oluşan-oluşturulan siyasi-askeri ve paramiliter yapılarda gizli" ifadesini kullandı.

Irak’ta Haziran 2014’de Musul’da kendini gösteren ve Irak’ın yaklaşık yüzde 40’ını ele geçirmesiyle zirve noktasına ulaşan IŞİD travması sırasında oluşturulan Irak kabinesinin doğrudan doğruya İran, İngiltere ve ABD etkisi ve güdümü altında olduğuna dikkat çeken Ağar, şu değerlendirmeyi yaptı:

"İran, ürettiği mezhebi etkiyle Irak’a tamamıyla girmiş durumda. Elde ettiği siyasi erk ve yurt dışı operasyonlarını yapan Kudüs Tugayları ve angajmanındaki Bedir Örgütü-Hadi El Amiri başta olmak üzere yüzü aşan Şii Haşdi Şabi milis örgütü üzerinden Irak’ın ve coğrafyanın geleceğine doğrudan ve etkili bir şekilde müdahale ediyor. Sahadaki kaynaklar İran’ın Irak’ta her istediğini yaptıramasa bile istemediği hiçbir şeyin yapılamadığını ifade ediyor. Öte tarafıyla Irak kabinesindeki en az 10 bakanın İngiliz pasaportu taşıdığı, Cumhurbaşkanı Fuat Masum’un pasaportunu iade etmiş olsa bile İngiliz kimliğini taşımaya devam ettiği biliniyor."

Irak Temsilciler Meclisi’nin bu tavrı ile ile ilgili değerlendirmede bulunan Ağar, şunları kaydetti:

"Öncelikle bu etkinin İran’dan kaynaklandığını ifade etmek gerekiyor. Diğer bir boyutuyla da İngiltere ve ABD’nin bu duruma pek fazla ses etmediği de anlaşılıyor. Böylece kadim bir hastalığın (mezhebi kırılganlığın) tekrar hortladığı günümüz coğrafyasında Türkiye ile İran arasındaki rekabet gün be gün kendisini daha çok göstermeye başladığı ve etki üretmesinin istendiği anlaşılıyor. Neden mezhebi kırılganlık, husumet ve olası çatışma? Konunun iyi anlaşılması için İran’ın yakın zamanda aldığı pozisyonlara bakmak gerekiyor. 2003 işgali ve sonrasında özellikle Bedir Tugayları üzerinden işgale verdiği dozajlı destek ve neden olduğu mezhebi kırılma özel önem taşıyor. Irak’ta 2006-2008 yıllarında yaşanan mezhep kökenli iç savaşta aldığı İran’ın aldığı Şii orijinli pozisyon ve etki çok bilinmiyor. 2015 Tikrit’in kurtarılması sonrasında Yemen’de Suudi Arabistan ve İran arasında yaşanan Vahhabi ve Şii savaşı gözümüzün önünde tam yorumlanamadan öylece duruyor. Suriye iç savaşına İran’ın Şiilik üzerinden tüm gücüyle müdahil olduğunun bilinmesi gerekiyor. 2014 Musul IŞİD kaosuna kadar Irak’ta varlık ve etki üreten İran güdümündeki 30 kadar Şii paramiliter örgüte yine İran güdümünde onlarcası eklendi. Başbakan Abadi’nin açıklamasına göre bu milis örgütlerinin sayısı şu an 103. Bu örgütler mezhebi eksen ve etki ile hareket ediyor ve çatışma alanlarında yaptıklarıyla mezhebi ve etnik kırılganlık ve düşmanlığı büyüttükleri görülüyor. Suriye iç savaşına üzere - Şii ve Nusayri kanat üzerinden- başta Hizbullah olmak Zeynebiyyun-Fatimiyyun-Abu’l Fazl el Abbas Tugayları’nın, Ashab-ül Ehlül Hakk’ın, Nuceba Birlikleri’nin, Hawsiler’in, hatta Feyli Kürtleri’nin dahil olması İran ve Kudüs Tugayları etkisinin bilinmesi gerekiyor. Sahadan gelen bilgilere göre Suriye iç savaşında 40 kadar üst düzey Kudüs komutanının ve 500’e yakın pastarın hayatını kaybettiği ifade ediliyor."

Bütün bunlarla birlikte Irak’taki Alevi-Bektaşi Türkmenlerin Şiileştirilmesinde, Şii Türkmenlerin İran güdümüne girmesinde ve Şiilik adına silahlı bir şekilde organize edilmesinde, Irak’taki Sünni Türkmenlere İran’ın el atmasında, Goran ve KYB üzerinde ve coğrafyasında kırılganlık üzerinden etki üretmesinde ve PKK ile girdiği angajmanlar nedeniyle Türkiye ve İran arasında adı konmamış çok büyük bir rekabet ve gerilim yaşandığına dikkat çeken Ağar, bütün bunların Musul’a yapılacak harekat öncesinde kendisini göstermeye başladığını kaydetti.

Sahada Başika’daki Türk askeri varlığı, Musul operasyonuna sağlanacak ateş ve hava gücü desteği, koalisyon uçaklarına sağlanacak üs desteği (TSAA-Zaman hassasiyetli hava akınları-Time Sensetive Air Attack), eğitim ve lojistik imkan kabiliyetlerinin kullandırmasının Musul operasyonuna Türk etkisini ortaya koyduğunu ifade eden Ağar şunlara dikkat çekti:

“Bununla birlikte PKK konusunda düğümlenen bu ve olası diğer destekler, IŞİD’le mücadele konusunda Türkiye’nin sağlayacağı kavramsal katkı, her şeyin ötesinde çok büyük bir anlam ve önem taşıyor. Türkiye’nin Irak politikasının merkezinde ‘konuyla ilgili olan kısmıyla’ Irak’tan üreyen PKK ve IŞİD tehdidi başta olmak üzere demografik kırılmalara (mezhepsel olarak Sünni-Şii, etnik olarak Türkmen-Kürt-Arap) kalıcı bir çözüm üretilmesini istediği, bu coğrafyadan kendisine tehdit üremesine ve üretilmesine engel olmaya çalıştığı biliniyor. IŞİD’le mücadele adı altında üreyen gerekçelerle coğrafyanın dizayn edildiği bir süreçte, Türkiye’de kendi bekası adına kendisini tehdit edecek oluşumlara engellemek ve yok etmek, tehditleri sınır ötesi alanlarda domine etmek, partnerlerini korumak ve kollamak, tehditlerin kendisini ulaşmasına, yakıcı ve kırıcı etki üretmesine engel olmak, olası müzakere masasında kartlarını güçlü tutmak adına bazı hamleler yapıyor."

Türkiye’nin bunu yaparken de kendi jeopolitiğini, jeostratejisini ve kendi hinterlandını esas almaya çalıştığını kaydeden Ağar şunları dedi:

"Öyle anlaşılıyor ki Türkiye’nin son dönemde ortaya koyduğu sahadaki etki (Fırat Kalkanı ve Başika) bölgesel ve yerel partnerleriyle ilişkileri ve ürettiği etki, uluslararası ilişkilerindeki açılım (Rusya-özellikle İsrail), diplomatik hamleler (Byden ve Barzani’nin Türkiye ziyaretinde ve Erdoğan’ın son ABD ziyaretinde konuşulan konular ve üreyecek olası etki), başta İran ve diğer bazı ülkeleri fazlasıyla rahatsız etmiş ve tetiklemiş durumda. Irak’tan üreyen ve etki üreten kadim hastalığın hortladığı (mezhebi fitnenin), bu süreçte Irak’ın en büyük önem ve anlam ürettiğini unutmadan kavramsal çözümün orada (Irak’ta) olduğunu da bilerek, İran-Türkiye-Irak-Suriye başta olmak üzere insanlığın lehine üretilecek ortak akıl-ortak strateji ve ortak eylem, eskisinden çok daha büyük bir önem taşıyor. Yoksa DAİŞ’in (IŞİD-İLTÖ) ürettiğinden çok daha büyük vakum, dibi bilinmez bir karadelik bütün dünyayı içine çekecek. Kaynayan cadı kazanı Musul’la birlikte artık fokurdamaya başlamış durumda."
Kaynak: İHA