Yazar Ömer Lekesiz SAÜ'ye Konuk Oldu
Sakarya Üniversitesi Akademik ve Sosyal Gelişim Merkezi’nin (SASGEM) düzenlediği ‘Çarşamba Konferansları’nın bu haftaki konuğu eleştirmen yazar Ömer Lekesiz oldu.
Sakarya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Konferans Salonu’nda gerçekleşen etkinlikte “Sanat Bizim Neyimize” başlıklı konu ele alındı. ‘Sanat sanat için midir, halk için midir?’ tartışmasına da değinen Ömer Lekesiz “Bu tartışma yıllardan beri vardır. Sanat zevk içindir. Çünkü zevk almadığınız bir şeye bakmak istemezsiniz. Kaldı ki, bu manada zevk bir şeyin sanatsal değeri de olmaz. Sanat hiçbir şekilde karmaşık olmamalıdır. Sanat bir dildir ve bir şeyi çözümlemek için vardır. Sanat kaostan kozmosa geçiş gibi gösterilemez. Bizim Batı ile ayrıştığımız nokta budur; sanat şu dünyanın varlığını sana hatırlatan bir şeydir” ifadelerini kullandı.
Lekesiz, sözlerinin devamında, “Olumsuz anlamı iş hayatınızda sanatla olan uğraşınızı CV’inize yazdığınız da işverenler sizi melankolik olarak düşünüp olumsuz değerlendirebilir. Evleneceksiniz diyelim, sanatla olan uğraşınız olumlu referans olur mu? Dolaysıyla sanat, karın doyurmaz, araba aldırmaz, yat aldırmaz, sanatın bu anlamda hiçbir pratiği yoktur. Bu anlamda sanat bizim neyimize der geçeriz. Bir de işin dünya konjonktürü ile ilgili kısmı var; Düşünün ki ABD’nin, Irak’ı özgürleştirmek adına öldürdüğü insan sayısı 1,5 milyon. Gözünüzün önünde, burnunuzun dibinde 1,5 milyon insanın öldüğü dünyada sanatın ne anlamı olabilir. Hiçbir anlamı olamaz! Hangi sanat size bunu makul gösterebilir. Gündelik hayatımda da zaten sanatın herhangi bir karşılığı yok. Şimdi gelelim işin bir de olumlu tarafına; Sanat var dedim. Çünkü sanatı doğuran zahiri ve batini hasretler bize rağmen, bizim içimizde kendiliğinden var olan şeyler. Yaşayan bir insan olarak duyduğumuz merak, sevinç coşku, öfke, tefekkür, tecessüs, ihata, övgüye muhtaçlık, tanınma ihtiyacı. Bunların bir ucu yine sanata değmiştir. Sanat bir kaçınılmazdır. Yunus Emre 1300’lü yıllarda iken ne demiştir; Ya ben öleyim mi söylemeyince” diye konuştu.
İnsanların doğduğunda verili bir hikayenin içinde doğduğunu belirten Lekesiz, “ Bize rağmen, bizden önce olan, bizimle ilişiği olmayan, bizsiz var olan bir hikâyenin içimde doğarız. Vakti geldiğinde bizden önce doğanların hikâyelerine değerek ilişerek, ya da onların hikâyelerini kendi hikâyemizin içine çekerek hayat denen şeyin içinde yer alırız. Hayat dediğimiz şey aslında bir hikâyedir. Anneler bize hep cennet tadında hikâyeler anlatır. Çünkü İlk annemiz Havva da, Habil ile Kabil cennetti anlatmıştır. İnsan olarak verilen bu değerin içinde gerek bilerek, gerek bilmeyerek yaşar. Her sanatçı, sanatı farklı şekillerde yorumlamıştır. Sanat kendi hakikati her neyse öyle olması gerekir. Bir de hikmet diye bir şeyden bahsederiz. Tasavvufla uğraşanlar bilir; Hakikat buysa hikmet nedir. Onun da şöyle bir tanımı var: Hakikat, her şeyi kendi hakikat içinde bilmektir. Eşyanın kendi içinde bilme ve tatma duygusudur. Hakikat o şeyi kendi yaratılış üzerinden bilmekse; hikmetse o şeyin bilinme sınırlarını bilmektir” diye konuştu.
Kaynak: İHA
Lekesiz, sözlerinin devamında, “Olumsuz anlamı iş hayatınızda sanatla olan uğraşınızı CV’inize yazdığınız da işverenler sizi melankolik olarak düşünüp olumsuz değerlendirebilir. Evleneceksiniz diyelim, sanatla olan uğraşınız olumlu referans olur mu? Dolaysıyla sanat, karın doyurmaz, araba aldırmaz, yat aldırmaz, sanatın bu anlamda hiçbir pratiği yoktur. Bu anlamda sanat bizim neyimize der geçeriz. Bir de işin dünya konjonktürü ile ilgili kısmı var; Düşünün ki ABD’nin, Irak’ı özgürleştirmek adına öldürdüğü insan sayısı 1,5 milyon. Gözünüzün önünde, burnunuzun dibinde 1,5 milyon insanın öldüğü dünyada sanatın ne anlamı olabilir. Hiçbir anlamı olamaz! Hangi sanat size bunu makul gösterebilir. Gündelik hayatımda da zaten sanatın herhangi bir karşılığı yok. Şimdi gelelim işin bir de olumlu tarafına; Sanat var dedim. Çünkü sanatı doğuran zahiri ve batini hasretler bize rağmen, bizim içimizde kendiliğinden var olan şeyler. Yaşayan bir insan olarak duyduğumuz merak, sevinç coşku, öfke, tefekkür, tecessüs, ihata, övgüye muhtaçlık, tanınma ihtiyacı. Bunların bir ucu yine sanata değmiştir. Sanat bir kaçınılmazdır. Yunus Emre 1300’lü yıllarda iken ne demiştir; Ya ben öleyim mi söylemeyince” diye konuştu.
İnsanların doğduğunda verili bir hikayenin içinde doğduğunu belirten Lekesiz, “ Bize rağmen, bizden önce olan, bizimle ilişiği olmayan, bizsiz var olan bir hikâyenin içimde doğarız. Vakti geldiğinde bizden önce doğanların hikâyelerine değerek ilişerek, ya da onların hikâyelerini kendi hikâyemizin içine çekerek hayat denen şeyin içinde yer alırız. Hayat dediğimiz şey aslında bir hikâyedir. Anneler bize hep cennet tadında hikâyeler anlatır. Çünkü İlk annemiz Havva da, Habil ile Kabil cennetti anlatmıştır. İnsan olarak verilen bu değerin içinde gerek bilerek, gerek bilmeyerek yaşar. Her sanatçı, sanatı farklı şekillerde yorumlamıştır. Sanat kendi hakikati her neyse öyle olması gerekir. Bir de hikmet diye bir şeyden bahsederiz. Tasavvufla uğraşanlar bilir; Hakikat buysa hikmet nedir. Onun da şöyle bir tanımı var: Hakikat, her şeyi kendi hakikat içinde bilmektir. Eşyanın kendi içinde bilme ve tatma duygusudur. Hakikat o şeyi kendi yaratılış üzerinden bilmekse; hikmetse o şeyin bilinme sınırlarını bilmektir” diye konuştu.