Kaymakamdan Gazeteciye İlginç Cevap
Karaman'ın Sarıveliler Kaymakamı Ömer Faruk İlhan, bir gazetede yayınlanan 'Vali ve kaymakamlara ihtiyaç var mı?' başlıklı köşe yazısını eleştirerek, 'Böyle yazarlara ihtiyaç var mı?" dedi.
İlhan, köşe yazısında, yerinden yönetim denilince aklına sadece mahalli idare gelen herkesin yaptığı klasik hataların yapıldığını belirterek, "Ne yazık ki yönetim, ülkemizde serbest atış sahası. Gaz ve ekmek kuyruğundaki vatandaştan, okey’e dördüncü arayan kahve cemaati müntesibine, ömründe bir kez olsun kamu yöneticiliği yapmamış köşe doldurma görevlisine varıncaya kadar herkes kerameti kendinden menkul yöneticidir, bu ülkede" dedi.
İlhan, şunları söyledi: "Yazıda, 'atanmış yöneticiler her durumda seçilmiş belediye başkanının üzerindedir' denilmiş. Kaç tane il ve ilçe dolaştınız da bu cümleyi kuruyorsunuz? Sahiden fiiliyattan haberiniz var mı? Elhak, mülkî âmirlerin eğitim, donanım ve kültür gibi liyakat unsurları noktasında seçilmiş belediye başkanlarının büyük çoğunluğunun açık ara üzerinde oldukları tartışma götürmez! Zira her mülkî âmir, aynı zamanda ve daha nitelikli bir seçimle işbaşına gelen ve sonrasında 1 yılı yurtdışında olmak üzere 3 yıllık özel bir eğitime tâbi tutulan hakiki bir seçilmiştir. Kaymakam olabilmek için binlerce üniversite mezunu ile üç aşamalı bir imtihanda yarışmak ve bu şekilde seçilmek gerektiğini hatırlatmaya gerek var mı? Ne var ki liyakate değer verilmeyen ülkemizde nasıl seçildikleri ortada olan belediye başkanlarının daha rahat ve daha üstün oldukları bir vakıa. En basitinden, aradaki farkı görebilmek için kaymakam ile belediye başkanının pratikteki durumlarını kıyaslayalım. Belediye başkanı, resmî aracın anahtarını cebine kor ve hiç kimseden izin almadan ‘iş takibi’ ayağına gönlünce ilçe dışına çıkıp gezer ve bütün masrafları belediyeye fatura eder. Emrindeki onca memura ve daire amirine her nevi izni veren kaymakam ise hafta sonu bile dışarıya çıkabilmek için valinin kapısında lise öğrencisi gibi izin diye inler. Somut yolsuzluklarda bile belediye başkanına müfettiş gelmesi ve kayda değer bir teftiş yapması neredeyse imkânsızdır, ama kaymakamla ilgili en küçük iftira bile değerlendirmeye alınır ve ânında müfettiş damlar. Devleti uğrattığı büyük kamu zararlarına rağmen belediye başkanına dokunulmaz, ama aldığı huzur hakkından üç kuruşluk gelir vergisi kesintisi sehven yapılmadığında bile Sayıştay müfettişleri kaymakama karşı arslan kesilir ve meşhur sarı zarflarına koydukları ‘kamu zararı nutku’ ile zimmet kararını kaymakama postalarlar. Belediye başkanı eşine dostuna çektiği mükellef ziyafetleri, “temsil-ağırlama gideri” olarak muhasebeleştirdiğinde kimsenin gıkı çıkmaz, kaymakam makamına gelenlere ikram ettiği çaylardan ötürü mülkiye müfettişlerinin hışmına uğrar ve nutuk üstüne nutuk dinler.
Yazıda, 'Peki valilerin ve kaymakamların hiç olmadığı bir Türkiye hayal edemez miyiz?' denilmiş. Her şeyi hayal edebileceğiniz gibi bittabi, bunu da hayal edebilirsiniz. Ama sadece hayal edebilirsiniz. Neticede kimsenin hayallerine ipotek konulamaz! Lâkin bunu hayal ederken, böyle bir hayalin getireceği sosyal ve millî mâliyeti de hayal etmenizde ciddi yararlar var".
İlhan, yönetim konusunda ise şunları kaydetti: "Her ülkenin yönetim sistemi birbirinden farklı olup ülkeler, yönetim sistemlerini kendi kültürel kodları ve uygulama tecrübeleri üzerine kurguladıkları takdirde başarılı olurlar. İskandinav, Slav, Anglo-sakson, Kıta Avrupası, Ortadoğu, Uzakdoğu vs. hiçbir yönetim modeli birbirinin tıpatıp aynısı olmadığı gibi olmak zorunda da değildir! Sözgelimi, hâlâ pek çok gelişmiş Avrupa ülkesinde câri olan meşruti monarşiler aptal oldukları için mi monarşik yapılarını sürdürmektedirler? ABD’de bölge savcısı ve defterdar, seçimle iş başına gelmektedir. Bir ân için savcının ve defterdarın, Türkiye’de seçimle iş başına geldiğini tahayyül etsenize? Amerikan ile Türk’ün kültür kodunu göz ardı ederek böyle bir şey yaptığınızda doğacak vahim neticeleri düşünebiliyor musunuz? Yerinden yönetim, yalnızca mahallî idarelerden ibaret olan bir çerçeve değildir; bunun diğer ayağını da merkezî idarenin taşra temsilcileri oluşturur. Tam da bu noktada yerinden yönetimi güçlendirmek dediğiniz zaman, merkezin taşra temsilcilerini de güçlendirmeniz iktiza eder. Yoksa yalnızca mahallî idareyi mukaddes ilân edip mülkî idareyi görmezden gelmek, fevkalâde büyük hata olur".
Kaynak: İHA
İlhan, şunları söyledi: "Yazıda, 'atanmış yöneticiler her durumda seçilmiş belediye başkanının üzerindedir' denilmiş. Kaç tane il ve ilçe dolaştınız da bu cümleyi kuruyorsunuz? Sahiden fiiliyattan haberiniz var mı? Elhak, mülkî âmirlerin eğitim, donanım ve kültür gibi liyakat unsurları noktasında seçilmiş belediye başkanlarının büyük çoğunluğunun açık ara üzerinde oldukları tartışma götürmez! Zira her mülkî âmir, aynı zamanda ve daha nitelikli bir seçimle işbaşına gelen ve sonrasında 1 yılı yurtdışında olmak üzere 3 yıllık özel bir eğitime tâbi tutulan hakiki bir seçilmiştir. Kaymakam olabilmek için binlerce üniversite mezunu ile üç aşamalı bir imtihanda yarışmak ve bu şekilde seçilmek gerektiğini hatırlatmaya gerek var mı? Ne var ki liyakate değer verilmeyen ülkemizde nasıl seçildikleri ortada olan belediye başkanlarının daha rahat ve daha üstün oldukları bir vakıa. En basitinden, aradaki farkı görebilmek için kaymakam ile belediye başkanının pratikteki durumlarını kıyaslayalım. Belediye başkanı, resmî aracın anahtarını cebine kor ve hiç kimseden izin almadan ‘iş takibi’ ayağına gönlünce ilçe dışına çıkıp gezer ve bütün masrafları belediyeye fatura eder. Emrindeki onca memura ve daire amirine her nevi izni veren kaymakam ise hafta sonu bile dışarıya çıkabilmek için valinin kapısında lise öğrencisi gibi izin diye inler. Somut yolsuzluklarda bile belediye başkanına müfettiş gelmesi ve kayda değer bir teftiş yapması neredeyse imkânsızdır, ama kaymakamla ilgili en küçük iftira bile değerlendirmeye alınır ve ânında müfettiş damlar. Devleti uğrattığı büyük kamu zararlarına rağmen belediye başkanına dokunulmaz, ama aldığı huzur hakkından üç kuruşluk gelir vergisi kesintisi sehven yapılmadığında bile Sayıştay müfettişleri kaymakama karşı arslan kesilir ve meşhur sarı zarflarına koydukları ‘kamu zararı nutku’ ile zimmet kararını kaymakama postalarlar. Belediye başkanı eşine dostuna çektiği mükellef ziyafetleri, “temsil-ağırlama gideri” olarak muhasebeleştirdiğinde kimsenin gıkı çıkmaz, kaymakam makamına gelenlere ikram ettiği çaylardan ötürü mülkiye müfettişlerinin hışmına uğrar ve nutuk üstüne nutuk dinler.
Yazıda, 'Peki valilerin ve kaymakamların hiç olmadığı bir Türkiye hayal edemez miyiz?' denilmiş. Her şeyi hayal edebileceğiniz gibi bittabi, bunu da hayal edebilirsiniz. Ama sadece hayal edebilirsiniz. Neticede kimsenin hayallerine ipotek konulamaz! Lâkin bunu hayal ederken, böyle bir hayalin getireceği sosyal ve millî mâliyeti de hayal etmenizde ciddi yararlar var".
İlhan, yönetim konusunda ise şunları kaydetti: "Her ülkenin yönetim sistemi birbirinden farklı olup ülkeler, yönetim sistemlerini kendi kültürel kodları ve uygulama tecrübeleri üzerine kurguladıkları takdirde başarılı olurlar. İskandinav, Slav, Anglo-sakson, Kıta Avrupası, Ortadoğu, Uzakdoğu vs. hiçbir yönetim modeli birbirinin tıpatıp aynısı olmadığı gibi olmak zorunda da değildir! Sözgelimi, hâlâ pek çok gelişmiş Avrupa ülkesinde câri olan meşruti monarşiler aptal oldukları için mi monarşik yapılarını sürdürmektedirler? ABD’de bölge savcısı ve defterdar, seçimle iş başına gelmektedir. Bir ân için savcının ve defterdarın, Türkiye’de seçimle iş başına geldiğini tahayyül etsenize? Amerikan ile Türk’ün kültür kodunu göz ardı ederek böyle bir şey yaptığınızda doğacak vahim neticeleri düşünebiliyor musunuz? Yerinden yönetim, yalnızca mahallî idarelerden ibaret olan bir çerçeve değildir; bunun diğer ayağını da merkezî idarenin taşra temsilcileri oluşturur. Tam da bu noktada yerinden yönetimi güçlendirmek dediğiniz zaman, merkezin taşra temsilcilerini de güçlendirmeniz iktiza eder. Yoksa yalnızca mahallî idareyi mukaddes ilân edip mülkî idareyi görmezden gelmek, fevkalâde büyük hata olur".