Özdağ: Darbecilerin Sosyal ve Kültürel Ortamını Kurutmak Siyasetçinin Vazifesi

12 Eylül 1980 askerî darbesinin ardından tutuklanan ve 6,5 yıl kesintisiz hapis yatan AK Parti Manisi Milletvekili Selçuk Özdağ, siyaset kurumunun bundan böyle hiçbir vesayeti kabul etmeyeceğini söyledi.

Özdağ: Darbecilerin Sosyal ve Kültürel Ortamını Kurutmak Siyasetçinin Vazifesi
1960 darbesinin Türkiye 'de darbelerin anası, 1980 darbesinin de babası olduğunu belirten Özdağ, 28 Şubat, 27 Nisan e-muhtırası, Balyoz, Ergenekon, Sarıkız, Ayışığı gibi darbeler ve darbe girişimlerinin de bunların çocukları olduğunu kaydetti.

Özdağ, Türkiye 'de darbecilerle hesaplaşmak, mal varlıklarını araştırmak, aynı zamanda gelmiş oldukları sosyal ve kültürel ortamı kurutmanın siyasetçinin vazifesi olduğunu bildirdi.

Başka ülkelerin de generalleri, çok başarılı kurmayları ve orduları olduğunu belirten Özdağ, “Ama onlar, zaman zaman Türkiye 'de olduğu gibi durumdan vazife çıkararak yönetime el koymuyor. Halkını küçük görmüyor, küçümsemiyorlar. Zaman zaman toplumsal davranışların dışına herhangi bir general çıkarsa da kurumsal, toplumsal ve sosyal yapı o generalin darbe yapmasına engel oluyor. Türkiye Şili, Yunanistan ve Portekiz olmamalıdır ki oralar hesabını sorduğu halde olmamalıdır diyorum. Türkiye 'nin bin yıllık tarihi var bu coğrafyada. Bin yıllık tarihi olan bir coğrafyada yaşayan Türkler demokrasiyi içselleştirebilmeli, farklı fikirlere tahammül edebilmeli, siyaset kurumuna saygı duyabilmeli. İtibarsızlaştırılmış bir siyaset kurumu, Türkiye 'yi yönetemez bu coğrafyada. Hayatta kalmak istiyorsak, çok güçlü bir orduya sahip olmalıyız ama aynı zamanda demokrasiyi içselleştirmiş, siyasi iradeye râm olmuş bir ordu olmalıdır. Türkiye bu topraklarda ne darbe yapmak isteyen ordu ile ayakta kalabilir ne zayıf ordu ile ayakta durabilir. Her iki yapı da Türkiye 'nin intiharı olur.” dedi.

Türkiye 'nin 88 yıllık cumhuriyet tarihinin son 50 yılının darbeler tarihi olduğunu aktaran Özdağ, “27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve aynı şekilde 1998 yıllarında e-muhtıralar verilmiştir ve darbeler yapılmıştır. Bu darbeler ve muhtıralar, Türk ekonomisine ve Türk demokrasisine çok ciddi şekilde zarar vermiştir. Türkiye hem bölgesinde hem de dünyada küresel aktör olma noktasında 1990'lı yıllarda gelebileceği yerlere ancak 2010 'lu yıllarda gelebilmiştir. Türkiye, dünyayı 20 yıl geriden takip etmektedir. Her darbe Türkiye 'ye 10 yıl değil, 20 yıl kaybettirmiştir. Aynı zamanda insanların demokrasiyle tanışmasını geciktirmiş, ileri demokrasiyle tanışmamız geciktiği gibi aynı zamanda insanlar kutuplaştırılmış, kamplaştırılmış. Elbette ki demokrasilerde farklı fikirler olur, demokrasiler farklı fikirlere tahammül etme sanatıdır, farklı fikirleri birarada yaşatma sanatıdır. Eşit vatandaşlar nizamıdır ama farklı fikirleri de birlikte yaşatabilme, barış içinde yaşatabilme sanatıdır. Maalesef bu darbeler, farklı fikirleri dövüştürmeyi tercih etmiştir, kavga ettirmeyi tercih etmiştir ki kendi darbesini yapabilsin, iç ve dış egemen güçlere hizmet edebilsin. Türkiye 'yi mezhepsel olarak, etnik olarak, ideolojik olarak bölmek, parçalamak istemiştir ve rahatlıkla da bu topraklarda kendi kirli emellerine ulaşmak istemiştir. Hedef, Türkiye 'yi bu bölgede büyütmemektir. Hedef, Türkiye 'yi dünyada küresel aktör yapmamaktır.” dedi.

Darbecilerin, her zaman darbe yapmadan önce kendilerine toplumsal bir zemin bulduklarını hatırlatan Özdağ, “Sağ sol demişlerdir, irtica demişlerdir. Zaman zaman demokrasi askıya alınmıştır. 'Demokratik teamüller işlememektedir, partililer birbirleriyle çatışmaktadır' gibi gerekçeler üretmektedirler ama bu gerekçeleri hem üreten hem de kaldırmak isteyen darbeler, bizim kucağımıza çok daha büyük sosyal problemleri bırakmıştır. Mesela 1960 'tan sonra sağ sol kavgaları başlamış, Alevi Sünni kavgaları başlamış, 1980 'den sonra da Türkiye 'de etnik bölücülük problemi başlamıştır. Bu darbeler, siyasi iradeyi hiçe saymıştır. Oysa ki demokrasilerde senaryoyu halk yazar, rolleri halk dağıtır, kimin aktör, kimin figüran olacağına halk karar verir, çünkü siyasetçinin patronu halktır. Eğer patronajın halk olmadığını söylerseniz, orada darbe yapmak için meşru zeminler aramaya başladınız demektir ve Türkiye 'de siyasetçiler, bu darbelerden dolayı her zaman kendilerine bir vesayetçi aramışlardır.” şeklinde konuştu.

Bu vesayetçilerin cuntacılar, askerî kanattaki cuntacılar olduğunu dile getiren Özdağ, “Zaman zaman Türkiye 'de kirli sermaye olmuş veya dış egemen güçlere yaslanmışlar. Kirli medyanın, şantajcı medyanın milletvekilleri olmuşlar, siyasetçisi olmuşlar. Zaman zaman oligarşik bürokrasinin emrinde kalmışlardır ve bu da siyasette seviyeyi düşürmüştür. Özgür siyaset yapmayı engellemiştir. Oysa ki Türkiye 'de siyasetçi özgür olmalıdır, özgün siyaset yapmalıdır. Sadece millete yaslanmalıdır, sadece millete dayanmalıdır. Egemen güçlere ve vesayetçi yapılara yaslanmamalıdır. Siyasetçi korkmamalıdır. 'Siyasetçinin iki gömleği vardır.' demişti Turgut Özal. Bir tanesi siyaset gömleği, birisi de idamlık gömleği demişti. Oysa ki siyasetçilerin, Türkiye demokratik bir devletse, Türkiye bir hukuk devletiyse bir tek siyaset gömleği olmalı. O milletvekilliği, bakanlık ve başbakanlık gömleğidir. Siyasetçinin korkusu sadece sandıkta olmalıdır, vicdanlarında olmalıdır.” dedi.

Siyaset kurumunun ilk defa vesayetçilere karşı bir direnç göstermeye başladığını belirten Özdağ, şöyle devam etti: “Her zaman asker veya cuntacılar kendisine, siyaset kurumunu dizayn etmek, toplum mühendisliğine soyunmak gibi bir rol biçmiş ve her zaman bir Süleyman Demirel, bir Mesut Yılmaz 'ı karşısında görebileceğini zannetmiştir ama bu sefer karşısında çetin ceviz olan, 10 yıldır iktidarda olan Recep Tayyip Erdoğan vardır. Abdullah Gül vardır, Bülent Arınç vardır. Burada çok ciddi şekilde, vermiş olduğu oyun hesabını sormak isteyen şuurlu bir halk kitlesiyle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. O nedenle de mutluyuz. Siyasete verdiği oyun arkasında durmak istiyor. Halk, 'Benim oylarımı iktidara taşı ve orada muktedir ol. ' diyor. Şimdiye kadar milletin oylarıyla iktidar olanlar, muktedir olmadılar, başkalarının adına muktedirlik yaptılar. Halk, her zaman ikinci sınıf muamelesi gördü. Sadece oy deposu olarak algılandılar ama şimdi öyle değil. Şimdi hem siyasetçi halka karşı hem de halk siyasetçiye karşı birbirinin denetim mekanizmasını çok iyi bir şekilde işletebiliyor.”