Hüseyin Kaplan Bazı Avukatlar Hakkında İşlem Yapılmasını İstedi
Terör örgütü PKK'nın üst yapılanması KCK'ya yönelik yürütülen soruşturma kapsamında 124'ü tutuklu 205 sanık hakkında açılan davada taleplerle ilgili görüşü sorulan Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Kaplan, bazı avukatların 2 gün süresince yaptıkları savunmalarda, suçlara ilişkin savunma haricinde suç örgütünün talebi doğrultusunda savunma sınırını aştıklarını belirterek, bu beyanların tespit edilmesini ve avukatlar hakkında işlem yapılmasını istedi.
İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada, sanık avukatları, kendilerine tanınan sürelerde taleplerde bulundu.
İlk olarak söz alan bütün sanık avukatlarından Baran Doğan, dava dosyasında ''kuvvetli suç şüphesi'' dayanağını oluşturacak hiçbir şeyin olmadığını ve hukukun maddi gerçeği bulma sorumluluğu bulunduğunu belirterek, legal bir parti olan BDP toplantılarına katılmanın kuvvetli suç şüphesi oluşturamayacağını ve bu katılımların yaşamın olağan akışı içinde makul davranışlar olduğunu öne sürdü.
Telefon dinlemeleri, ortam dinlemeleri, fotoğraf, video gibi delillerin doğal değil yapay deliller olduğunu ve bunların da hukukta en son değerlendirilecek delillerden sayılacağını kaydeden Doğan, aramalarda elde edilen eşyaların hiç birinin de kuvvetli suç şüphesi oluşturmadığını ifade etti.
Dava konusu eylemlerin tümünün, BDP'deki toplantılara ilişkin olduğunu ve herhangi bir örgütün söz konusu edilemeyeceğini savunan Doğan, tutuklamaların haksız olduğunu, hukuk devletinin en az zarar verecek tedbiri uygulaması gerektiğini söyledi.
Avukat Doğan, bütün tutuklu sanıkların, gerekirse adli kontrol tedbiri uygulanarak tahliye edilmelerini istedi.
-''Davanın hukuki dayanağı yok''-
Tutuklu 10 sanık adına konuşan avukat Ercan Kanar da, statükoya karşı olanların yargılandığı davalarda aslında statükonun yargılandığını belirterek, bu mahkemede yargılananların da sanıklar değil, Kürt sorununu yıllardır çözemeyenler olduğunu söyledi.
Davada yargılananın anayasal haklarını kullanmak isteyen meşru bir parti olduğunu öne süren Kanar, bu davanın siyasi yönlendirmeyle açıldığını, hukuki bir dayanağı olmadığını ve siyasi omurgasının çöktüğünü iddia ederek müvekkillerinin tahliyesini istedi.
Duruşmada söz alan avukatlardan Veysi Eksi de, mahkeme heyetinden empati kurmasını isteyerek, ''15 yaşında bir çocuksunuz. Batman'dan İstanbul'a göç etmişsiniz. 2 yıldır Türkiye'de yaşananları takip ediyorsunuz. Tüm legal alanlar Kürtler'e kapatılmış. O çocuk legal olanı mı illegal olanı mı seçer-'' diye sordu.
Eski ve söz alan diğer avukatlar da müvekkillerinin tahliyesini talep etti.
Bütün sanıklar adına konuşan Sinan Zincir de, ''Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı meşrudur. Sanıkların tahliyelerini değil, özgürlüklerini istiyoruz'' şeklinde konuştu.
-Savcı avukatlarla ilgili suç duyurusu talebi-
Avukatların talepleriyle ilgili görüşü sorulan Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Kaplan, bazı avukatların 2 gün süresince yaptıkları savunmalarda, suçlara ilişkin savunma haricinde bir kısım suç örgütü talebi doğrultusunda savunma sınırını aştıklarını belirtti.
Avukatların, ''mahkemenin Türk halkı adına değil, Türkiye halkları adına karar vermesi gerektiği'', ''tutuklananların esir ve rehin alındığı'' ve ''davada Kürt halkının yargılandığı'' gibi ifadeler beyan ettiğini kaydeden Kaplan, bu ifadeleri kullanan avukatların duruşmadaki kayıtların incelenerek tespit edilmesini ve gereği için Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilmesini istedi.
Tutuklu sanıkların, delillerin toplanmamış olması ve karartılma ihtimali göz önüne alınarak bu hallerinin devamına hükmedilmesini de isteyen Kaplan, sanıkların hastalığı ve ölüm oruçları taleplerine ilişkin kararın mahkemece değil, ilgili cezaevlerinin savcılıklarınca verilmesi görüşünde olduğunu beyan etti.
Mahkeme Heyeti Başkanı Ali Alçık, taleplerle ilgili kararını vermek üzere duruşmaya ara verdi.
-Basın açıklaması-
Duruşmanın ardından mahkeme kapısında toplanan ve ''Toplumsal barış için koşulsuz müzakere. Öcalan'a sağlık güvenlik özgürlük'' yazılı pankart açan grup adına bir konuşma yapan BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, 9 Ekim 1998'de Abdullah Öcalan'ın Suriye'den çıkarıldığını hatırlatarak, şunları söyledi:
''Mahkeme ne karar verirse versin, sonuç siyasal olacaktır. Sonuç karşısında kimse öfkeye kapılmamalı, herkes duyarlı olmalı. Arkadaşlarımızın serbest bırakılmasını istiyoruz. Onlar suçlu değildir. Yargı eliyle Türkiye Cumhuriyeti'nin elinde rehindirler. Sanıkların tahliyesi de, mahkemenin adaletini göstermeyecektir.''
Bir gazetecinin, ''Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven'in PKK'lılarla ilgili açıklaması ve Başbakan'ın ona bugün verdiği cevap hakkında ne düşünüyorsunuz-'' diye sorduğu Tuncel, şu yanıtı verdi:
''Başbakan bugün yaptığı açıklamayla Kürt halkına, Orta Doğu halklarına neyi reva gördüğünü ifade etmiştir. Bu talihsiz bir açıklamadır. Türkiye'de acıları ortaklaştırmazsak barışın olması mümkün değildir. Orada bile bir dil sorunu vardır. 'Asker', 'polis' deyip, gerilla diyemiyorsak burada da bir problem var. Biz bu ülkede ayrım olmadan insanlar ölmeden nasıl bir yaşamın mümkün olacağını savunuyoruz. Bu ülkede savaş olmasın halklar birbirine karşı silah kullanmasın istiyoruz. Barışın olması için de yeni bir dile ihtiyaç var. Bu ne emniyet müdürünün kullandığı dildir, ne de Başbakan'ın kullandığı dildir. Ama Emniyet Müdürü'nün kullandığı dile bile, ağlama meselesinde çok insani bir reflekse bile Başbakan'ın verdiği cevabı kamuoyunun takdirine bırakıyoruz. Buna bile bu kadar refleks veriyorsa hayır biz ağlamayacağız daha çok anaları ağlatacağız diyorsa biz annelerin ağlamaması için bu savaş politikalarının karşısında duracağız.''
Kaynak: AA
İlk olarak söz alan bütün sanık avukatlarından Baran Doğan, dava dosyasında ''kuvvetli suç şüphesi'' dayanağını oluşturacak hiçbir şeyin olmadığını ve hukukun maddi gerçeği bulma sorumluluğu bulunduğunu belirterek, legal bir parti olan BDP toplantılarına katılmanın kuvvetli suç şüphesi oluşturamayacağını ve bu katılımların yaşamın olağan akışı içinde makul davranışlar olduğunu öne sürdü.
Telefon dinlemeleri, ortam dinlemeleri, fotoğraf, video gibi delillerin doğal değil yapay deliller olduğunu ve bunların da hukukta en son değerlendirilecek delillerden sayılacağını kaydeden Doğan, aramalarda elde edilen eşyaların hiç birinin de kuvvetli suç şüphesi oluşturmadığını ifade etti.
Dava konusu eylemlerin tümünün, BDP'deki toplantılara ilişkin olduğunu ve herhangi bir örgütün söz konusu edilemeyeceğini savunan Doğan, tutuklamaların haksız olduğunu, hukuk devletinin en az zarar verecek tedbiri uygulaması gerektiğini söyledi.
Avukat Doğan, bütün tutuklu sanıkların, gerekirse adli kontrol tedbiri uygulanarak tahliye edilmelerini istedi.
-''Davanın hukuki dayanağı yok''-
Tutuklu 10 sanık adına konuşan avukat Ercan Kanar da, statükoya karşı olanların yargılandığı davalarda aslında statükonun yargılandığını belirterek, bu mahkemede yargılananların da sanıklar değil, Kürt sorununu yıllardır çözemeyenler olduğunu söyledi.
Davada yargılananın anayasal haklarını kullanmak isteyen meşru bir parti olduğunu öne süren Kanar, bu davanın siyasi yönlendirmeyle açıldığını, hukuki bir dayanağı olmadığını ve siyasi omurgasının çöktüğünü iddia ederek müvekkillerinin tahliyesini istedi.
Duruşmada söz alan avukatlardan Veysi Eksi de, mahkeme heyetinden empati kurmasını isteyerek, ''15 yaşında bir çocuksunuz. Batman'dan İstanbul'a göç etmişsiniz. 2 yıldır Türkiye'de yaşananları takip ediyorsunuz. Tüm legal alanlar Kürtler'e kapatılmış. O çocuk legal olanı mı illegal olanı mı seçer-'' diye sordu.
Eski ve söz alan diğer avukatlar da müvekkillerinin tahliyesini talep etti.
Bütün sanıklar adına konuşan Sinan Zincir de, ''Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı meşrudur. Sanıkların tahliyelerini değil, özgürlüklerini istiyoruz'' şeklinde konuştu.
-Savcı avukatlarla ilgili suç duyurusu talebi-
Avukatların talepleriyle ilgili görüşü sorulan Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Kaplan, bazı avukatların 2 gün süresince yaptıkları savunmalarda, suçlara ilişkin savunma haricinde bir kısım suç örgütü talebi doğrultusunda savunma sınırını aştıklarını belirtti.
Avukatların, ''mahkemenin Türk halkı adına değil, Türkiye halkları adına karar vermesi gerektiği'', ''tutuklananların esir ve rehin alındığı'' ve ''davada Kürt halkının yargılandığı'' gibi ifadeler beyan ettiğini kaydeden Kaplan, bu ifadeleri kullanan avukatların duruşmadaki kayıtların incelenerek tespit edilmesini ve gereği için Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilmesini istedi.
Tutuklu sanıkların, delillerin toplanmamış olması ve karartılma ihtimali göz önüne alınarak bu hallerinin devamına hükmedilmesini de isteyen Kaplan, sanıkların hastalığı ve ölüm oruçları taleplerine ilişkin kararın mahkemece değil, ilgili cezaevlerinin savcılıklarınca verilmesi görüşünde olduğunu beyan etti.
Mahkeme Heyeti Başkanı Ali Alçık, taleplerle ilgili kararını vermek üzere duruşmaya ara verdi.
-Basın açıklaması-
Duruşmanın ardından mahkeme kapısında toplanan ve ''Toplumsal barış için koşulsuz müzakere. Öcalan'a sağlık güvenlik özgürlük'' yazılı pankart açan grup adına bir konuşma yapan BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, 9 Ekim 1998'de Abdullah Öcalan'ın Suriye'den çıkarıldığını hatırlatarak, şunları söyledi:
''Mahkeme ne karar verirse versin, sonuç siyasal olacaktır. Sonuç karşısında kimse öfkeye kapılmamalı, herkes duyarlı olmalı. Arkadaşlarımızın serbest bırakılmasını istiyoruz. Onlar suçlu değildir. Yargı eliyle Türkiye Cumhuriyeti'nin elinde rehindirler. Sanıkların tahliyesi de, mahkemenin adaletini göstermeyecektir.''
Bir gazetecinin, ''Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven'in PKK'lılarla ilgili açıklaması ve Başbakan'ın ona bugün verdiği cevap hakkında ne düşünüyorsunuz-'' diye sorduğu Tuncel, şu yanıtı verdi:
''Başbakan bugün yaptığı açıklamayla Kürt halkına, Orta Doğu halklarına neyi reva gördüğünü ifade etmiştir. Bu talihsiz bir açıklamadır. Türkiye'de acıları ortaklaştırmazsak barışın olması mümkün değildir. Orada bile bir dil sorunu vardır. 'Asker', 'polis' deyip, gerilla diyemiyorsak burada da bir problem var. Biz bu ülkede ayrım olmadan insanlar ölmeden nasıl bir yaşamın mümkün olacağını savunuyoruz. Bu ülkede savaş olmasın halklar birbirine karşı silah kullanmasın istiyoruz. Barışın olması için de yeni bir dile ihtiyaç var. Bu ne emniyet müdürünün kullandığı dildir, ne de Başbakan'ın kullandığı dildir. Ama Emniyet Müdürü'nün kullandığı dile bile, ağlama meselesinde çok insani bir reflekse bile Başbakan'ın verdiği cevabı kamuoyunun takdirine bırakıyoruz. Buna bile bu kadar refleks veriyorsa hayır biz ağlamayacağız daha çok anaları ağlatacağız diyorsa biz annelerin ağlamaması için bu savaş politikalarının karşısında duracağız.''