Panik Atak En Çok Kadınlarda Görülüyor
Kadıköy Şifa Ataşehir Hastanesi Uzman Klinik Psikoloğu Merve Büyükkucak, kadınlarda erkeklere göre daha fazla görülen panik atağın tedavi edilmemesi durumunda kendiliğinden geçme ihtimalinin neredeyse yok denecek kadar az olduğunu söyledi.
Psikolog Merve Büyükkucak, 21. yüzyılın hastalığı olarak bilinen panik atağın çok ani ve beklenmedik bir şekilde gelişerek kişiyi çaresiz kılan yoğun bir korku ve panik hali olduğunu belirtti.
Bu atakların en büyük özelliğinin kalp çarpıntısı, göğüs ağrısı, nefes alamama, mide bulantısı, baş dönmesi, el ve ayaklarda uyuşma, titreme, sıcak basmaları gibi birtakım bedensel şikayetlerin korku haline eşlik ettiğini dile getiren Büyükkucak, "Bu şikayetlerin yanı sıra kişi o esnada kontrolünü kaybedeceğine, bayılacağına, kalp krizi geçireceğine, öleceğine veya kimsenin ona yardımcı olamayacağına dair ciddi endişeler yaşar. Bu ataklar, yaşayan kişi tarafından hem fiziksel hem de duygusal olarak oldukça zorlayıcı ve yorucu deneyimler olarak tanımlanabilir. Öyle ki atakların sonrasında sakinleşmek ya da atakların etkisinden kurtulmak oldukça uzun süreler alabilmektedir. Zaman zaman bu ataklar gece uykuları sırasında da görülebilir. Gün içerisinde yaşananlara oranla sıklığı daha az olmasına rağmen bu ataklar, kişiyi sebepsiz bir korku ile aniden uykusundan uyandırabilir ve kişinin sakinleşerek kendine gelmesi epey uzun zaman alabilir” dedi.
Genellikle kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülen panik atağın, yaşamın çeşitli dönemlerinde ortaya çıkmasına rağmen en çok genç yetişkinlerde kendini gösterdiğini belirten Büyükkucak, “Panik atak hakkında birçok araştırma ortaya çıkmıştır. Özellikle son yıllarda bu konudaki araştırmaların sayısında artışlar meydana gelmiştir. Bunların en ünlülerinden biri ‘korkunun korkusu’ ya da başka bir deyişle ‘korkudan korkmak’ kavramından yola çıkarak bedensel duyumlar bir kez kaygıyla eşleştiğinde takip eden her seferinde bu duyumların kaygı ve korkunun habercisi haline gelebildiğini ifade etmektedir. Bu yorumlar da kaygı ve korkunun daha da artmasına sebebiyet vererek, döngüyü daha da kuvvetlendirmektedir" diye konuştu.
Panik atağın son yıllarda kaygıya duyarlılık kavramıyla da ilişkilendirildiğini söyleyen Büyükkucak, vücudundaki değişimlere hassas olan insanların panik atak geçirme eğilimlerinin kaygı hassasiyeti düşük olan insanlara göre daha fazla olduğunu ifade etti.
Büyükkucak, "Bu atakların duygularını söze dökme becerileri görece daha zayıf olan kişilerde görüldüğünü söylemek mümkündür. Halk arasındaki tabiriyle ‘kendini, bedenini sık sık dinleyen’ kişiler bu gruba rahatlıkla dahil olabilirler” dedi
Kişinin hayatında yaşadığı acı tecrübelerin de panik atakta etkili olduğunu kaydeden Büyükkucak, sözlerini şöyle sürdürdü: "En başta genetik geçirgenliğin etkili olduğu, ailesinde panik atak yaşayan bireyler bulunan kişilerin hayatlarının bir döneminde benzer ataklar geçirme olasılıklarının böyle bir aile öyküsü olmayanlara oranla elbette ki daha fazla olacağı bilinmektedir. Bu yönde ortaya atılan başka bir teori ise vücudumuzun gerçek ve fiziksel bir tehdit karşısında harekete geçen ve kendimizi korumamıza yol açan bir dizi fiziksel, zihinsel mekanizmalardan oluşan alarm sisteminin ortada gerçek bir tehdit ya da tehlike yokken gereksiz yere harekete geçmesi şeklinde açıklanabilir. Bunun yanı sıra birçok araştırma geçmişinde fiziksel ya da cinsel taciz öyküsü olan kişilerin bu atakları yaşama riskinin böyle bir yaşam öyküsü bulunmayan kişilere oranla daha yüksek olduğunu göstermektedir."
Panik atağın tedavi edilmemesi durumunda kendiliğinden geçme ihtimalinin neredeyse yok denecek kadar az olduğunu, ciddi anlamda kronikleşebilme riskinin yüksek olduğunu söyleyen Büyükkucak, şu uyarı ve önerilerde bulundu: "Atakların yaşanması halinde tedaviye başvurmak oldukça önemlidir. Ancak bu hastalar çoğunlukla birçok tıbbi tetkikten geçmiş şekilde ruh sağlığı uzmanlarına ulaşırlar. Bu birçok hasta için aslında son duraktır. Çünkü ilk etapta kendilerine bir şey olacağından korkarak panik içerisinde hastanelere veya en yakın sağlık ocağına başvururlar. Bu durumun ruhsal bir sorun olduğunu bir türlü kabul etmek istemezler. Bu hasta grubu ne yazık ki tedavide işbirliği sağlamanın görece biraz daha güç olduğu, kısmen dirençli vakalardır denebilir. Ancak işbirliği sağlandığında tedavisi mümkün olan bir durumdur. Eğer siz de bu şikayetleri yaşıyorsanız mutlaka gecikmeden bir uzmana başvurmanız ve tedaviye mümkün olan en kısa sürede başlamanız önerilir.”
Kaynak: İHA
Bu atakların en büyük özelliğinin kalp çarpıntısı, göğüs ağrısı, nefes alamama, mide bulantısı, baş dönmesi, el ve ayaklarda uyuşma, titreme, sıcak basmaları gibi birtakım bedensel şikayetlerin korku haline eşlik ettiğini dile getiren Büyükkucak, "Bu şikayetlerin yanı sıra kişi o esnada kontrolünü kaybedeceğine, bayılacağına, kalp krizi geçireceğine, öleceğine veya kimsenin ona yardımcı olamayacağına dair ciddi endişeler yaşar. Bu ataklar, yaşayan kişi tarafından hem fiziksel hem de duygusal olarak oldukça zorlayıcı ve yorucu deneyimler olarak tanımlanabilir. Öyle ki atakların sonrasında sakinleşmek ya da atakların etkisinden kurtulmak oldukça uzun süreler alabilmektedir. Zaman zaman bu ataklar gece uykuları sırasında da görülebilir. Gün içerisinde yaşananlara oranla sıklığı daha az olmasına rağmen bu ataklar, kişiyi sebepsiz bir korku ile aniden uykusundan uyandırabilir ve kişinin sakinleşerek kendine gelmesi epey uzun zaman alabilir” dedi.
Genellikle kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülen panik atağın, yaşamın çeşitli dönemlerinde ortaya çıkmasına rağmen en çok genç yetişkinlerde kendini gösterdiğini belirten Büyükkucak, “Panik atak hakkında birçok araştırma ortaya çıkmıştır. Özellikle son yıllarda bu konudaki araştırmaların sayısında artışlar meydana gelmiştir. Bunların en ünlülerinden biri ‘korkunun korkusu’ ya da başka bir deyişle ‘korkudan korkmak’ kavramından yola çıkarak bedensel duyumlar bir kez kaygıyla eşleştiğinde takip eden her seferinde bu duyumların kaygı ve korkunun habercisi haline gelebildiğini ifade etmektedir. Bu yorumlar da kaygı ve korkunun daha da artmasına sebebiyet vererek, döngüyü daha da kuvvetlendirmektedir" diye konuştu.
Panik atağın son yıllarda kaygıya duyarlılık kavramıyla da ilişkilendirildiğini söyleyen Büyükkucak, vücudundaki değişimlere hassas olan insanların panik atak geçirme eğilimlerinin kaygı hassasiyeti düşük olan insanlara göre daha fazla olduğunu ifade etti.
Büyükkucak, "Bu atakların duygularını söze dökme becerileri görece daha zayıf olan kişilerde görüldüğünü söylemek mümkündür. Halk arasındaki tabiriyle ‘kendini, bedenini sık sık dinleyen’ kişiler bu gruba rahatlıkla dahil olabilirler” dedi
Kişinin hayatında yaşadığı acı tecrübelerin de panik atakta etkili olduğunu kaydeden Büyükkucak, sözlerini şöyle sürdürdü: "En başta genetik geçirgenliğin etkili olduğu, ailesinde panik atak yaşayan bireyler bulunan kişilerin hayatlarının bir döneminde benzer ataklar geçirme olasılıklarının böyle bir aile öyküsü olmayanlara oranla elbette ki daha fazla olacağı bilinmektedir. Bu yönde ortaya atılan başka bir teori ise vücudumuzun gerçek ve fiziksel bir tehdit karşısında harekete geçen ve kendimizi korumamıza yol açan bir dizi fiziksel, zihinsel mekanizmalardan oluşan alarm sisteminin ortada gerçek bir tehdit ya da tehlike yokken gereksiz yere harekete geçmesi şeklinde açıklanabilir. Bunun yanı sıra birçok araştırma geçmişinde fiziksel ya da cinsel taciz öyküsü olan kişilerin bu atakları yaşama riskinin böyle bir yaşam öyküsü bulunmayan kişilere oranla daha yüksek olduğunu göstermektedir."
Panik atağın tedavi edilmemesi durumunda kendiliğinden geçme ihtimalinin neredeyse yok denecek kadar az olduğunu, ciddi anlamda kronikleşebilme riskinin yüksek olduğunu söyleyen Büyükkucak, şu uyarı ve önerilerde bulundu: "Atakların yaşanması halinde tedaviye başvurmak oldukça önemlidir. Ancak bu hastalar çoğunlukla birçok tıbbi tetkikten geçmiş şekilde ruh sağlığı uzmanlarına ulaşırlar. Bu birçok hasta için aslında son duraktır. Çünkü ilk etapta kendilerine bir şey olacağından korkarak panik içerisinde hastanelere veya en yakın sağlık ocağına başvururlar. Bu durumun ruhsal bir sorun olduğunu bir türlü kabul etmek istemezler. Bu hasta grubu ne yazık ki tedavide işbirliği sağlamanın görece biraz daha güç olduğu, kısmen dirençli vakalardır denebilir. Ancak işbirliği sağlandığında tedavisi mümkün olan bir durumdur. Eğer siz de bu şikayetleri yaşıyorsanız mutlaka gecikmeden bir uzmana başvurmanız ve tedaviye mümkün olan en kısa sürede başlamanız önerilir.”