Tüsiad, "vizyon 2050 Türkiye Raporu"nu Açıkladı

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, 2050 vizyonunun, ülkelerin kendi başlarına benimseyebilecekleri bir yaklaşımdan ziyade, tüm ülkelerin koordinasyon içinde ortak hedefi olması gerektiğini belirterek, "Sürdürülebilir kalkınma vizyonunu gerçekleştirebilmek için devlet, sivil toplum, iş dünyası ve toplumda farkındalık yaratarak, tüm paydaşların bir araya getirecek bir diyalog platformu oluşturulmalıdır" dedi.

TÜSİAD, sürdürülebilirlik temalı "Vizyon 2050 Türkiye Raporu"nu, düzenlenen bir toplantıyla açıkladı. Sabancı Center'da düzenlenen toplantıda konuşan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, "40. yılında Türkiye ve dünya gündeminin ana temalarından biri olan "sürdürülebilirlik" konusuna odaklanan TÜSİAD, sürdürülebilir kalkınma bakış açısı ile hazırladığı 'Vizyon 2050 Türkiye' raporunu 27 Eylül 2011 Salı günü, İstanbul Sabancı Center'da düzenlenen bir konferans ile açıkladı. 'Vizyon 2050 Türkiye'raporu tanıtım toplantısının açılış konuşmaları TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner ve İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Galya Frayman Molinas tarafından yapıldı" dedi. "Vizyon 2050 Türkiye" Raporu'na ilişkin bilgiler veren Boyner, "Sürdürülebilir kalkınma, insan yaşamının gereksinimleri ve doğal kaynakların sürdürülebilirliği arasında bir denge kurularak, ekonomik, çevresel ve toplumsal boyutlarıyla bugünden geleceğe uyumlu bir planlama yapılmasını amaçlayanbütünsel bir yaklaşımdır. 2050 yılında yaklaşık 9 milyar insanla dünyanın sunabildiği ve yenileyebildiği kaynakların sınırları içerisinde yaşamak durumundayız. 2050 yılında halen sürdürülebilir bir dünyaya sahip olabilmek için, ülkeler küresel işbirliği ve eşgüdüm içinde, sürdürülebilirlik gündemlerini oluşturmakta, hatta eylem planlarını harekete geçirmek durumundadırlar. 2050 yılına geldiğimizde nüfusu 100 milyona ulaşmış Türkiye'nin sürdürülebilir refah ve ekonomiye sahip olması için küresel etkileşimiçinde değişimi takip etmesi gerekmektedir" diye konuştu

Ümit Boyner, TÜSİAD'ın 40. yılında Türkiye'nin geçmiş 40 yılının değerlendirilmesinin yanında gelecek 40 yılına ışık tutmayı amaçladığını söyledi. Bu düşünceden hareketle, 2050 yılında sürdürülebilir kalkınmaya ulaşmak için elinde yeterli kaynak ve araç bulunan iş dünyası bakış açısıyla Türkiye'nin 2050 vizyonunu tartışmaya açtıklarını belirten Boyner, "Vizyon 2050 Türkiye Raporu, Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi tarafından 2010 yılında Dünya CEO Forumu'nda tanıtılan 'Vizyon 2050' raporundanhareketle hazırlanmıştır. 'Sürdürülebilir dünya neye benziyor? Sürdürülebilir dünyaya nasıl ulaşabiliriz? Bu denklemde iş dünyasının rolü nedir?' sorularına cevap arayan rapor, bir reçete veya sayısal bir tahmin sunmayı değil bir tartışma platformu kurarak değişimin yönetişim biçimi ve yöntemini irdelemeyi amaçlamaktadır. Rapor bu arka planı veri alarak, sürdürülebilir bir dünya hedefine ulaşmada iş dünyasının karşılaşacağı zorlukları, izlemesi gereken yol haritasını ve bölgesel ve küresel ölçekte ortayaçıkabilecek fırsatları tahlil etmeye çalışmaktadır" açıklamasında bulundu

TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, sürdürülebilir bir geleceğin bugünle bağlantısını kurmak amacıyla hazırlanan "Vizyon 2050 Türkiye" raporunun, insani kalkınma, enerji, şehirleşme, kentsel ulaştırma, üretim ve tüketim eğilimleri çerçevesinde 2050 yılında sürdürülebilir bir Türkiye'ye ulaşmaya yönelik öneriler geliştirdiğini, Türkiye'nin önündeki fırsatları değerlendirdiğini ve bu yolda çıkabilecek risklere dikkat çektiğini söyledi. Boyner, Türkiye nüfusunun, 2050 yılında yaklaşık yüzde 26 artarak 100 milyonaulaşmasının beklendiğini belirterek, "Çalışma çağındaki nüfus olan 15 - 64 yaş nüfus oranı 2000'de yüzde 64,5'luk seviyeden 2020'de yüzde68,6 ile en yüksek değerine ulaşacak ve bu tarihten sonra yavaşça azalarak 2050 yılında yeniden yüzde 64,5 değerine ulaşacaktır. Bu yaş grubunun 2041 yılında 65,3 milyon ile en yüksek değerine ulaşacaktır. Nüfus artış hızı yavaşlarken, çalışma çağındaki nüfusun artmaya devam etmesi "Demografik Fırsat Penceresi"dir ve bir ülkenin tarihinde bir kez ortaya çıkmaktadır.Üretimi artırabilme ve büyümeyi sağlayabilmek için bu çok önemli bir fırsattır. Birçok Doğu Asya ülkesi bu fırsattan yararlanarak büyümelerini hızlandırmıştır. Öte yandan istihdamı teşvik edici ve kayıtdışı çalışmayı caydırıcı önlemler alınmaması halinde 'Demografik Fırsat Penceresi'nin 'Demografik Tehdit Penceresi'ne dönüşeceği açıktır" dedi

Benzer bir fırsatın, eğitim çağı nüfusunun azalması ile karşımıza çıktığını ifade eden Ümit Boyner, şunları söyledi: "Toplam eğitim çağı nüfusunun (3 - 22 yaş), iki milyonun üzerinde azalacağı bir dönem başlayacaktır. Böylece kaliteli eğitime erişimin yaygınlaşması, eğitim sisteminin modernizasyonu, eğitimin niteliğini geliştirme ve cinsiyet eşitliğinin sağlanması konularında önemli fırsatlar ortaya çıkabilecektir. 20. yüzyılın en önemli özelliklerinden biri bütün dünyada kentsel nüfusun arttığı bir yüzyıl olmasıdır. Bu durum Türkiye için de geçerlidir. Türkiye'de kentsel nüfus 1950'lerden sonra hızlanarak artmış ve2000 yılında yüzde65'e ulaşmıştır. Birleşmiş Milletler projeksiyonlarına göre 2050'de yüzde 80'lere ulaşması beklenilmektedir. Özellikle nüfus ve ekonomi alanındaki hızlı büyüme ile ekonomiyi geliştirme çabaları büyük şehirlerimizin sadece ekonomik yapılarını değil, mekansal yapılarını ve kentsel gelişmelerini de önemli ölçüde etkilemekte ve değiştirmektedir. Bu gelişme ve değişmeler, kentsel dönüşüm ve büyük projeler de dahil olmak üzere sağlıklı bir planlama ile bütünleştirilemediği takdirde, şehirlerinpek çok yerinde yaşanan yanlış kentleşme, göç ve çeşitli fiziksel altyapı sorunlarına neden olmaktadır. 2050 yılından bugüne baktığımızda atılması gereken en önemli adımın iklim değişikliği ile mücadelede alanında olacağı görülmektedir. İklim değişikliği konusuna şehirleşme açısından bakıldığında akıllı yeşil şehirler ekolojik dengeye destek sağlayacak, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini bertaraf etmeyi mümkün kılacaktır." Ümit Boyner, kentsel ulaşımın, özellikle İstanbul gibi bir şehirde yaşayanlar için, sürdürülebilirlik açısından bakıldığında kentlerin en kritik konularından birisi olduğunu söyledi. Bir yandan ulaştırmadan kaynaklanan olumsuz çevresel etkileri azaltma isteği ve ekonomik etkinliklere kolay ve kaliteli erişebilirliğin sağlanmasının kentsel ulaşımda yeni planlama yaklaşımlarını ve politikaları gerekli kıldığının altını çizdi. Ulaştırma planlamasındaki yeni gerçekçiliğin, yol arzını, tahmin edilen trafikartışlarıyla aynı düzeyine çıkarmanın mümkün olmayacağını kabul ettiğini belirten Boyner, "Hangi yol yapım politikası izlenirse izlensin, birim yol uzunluğu başına trafik artacaktır. Gerçekten de bütün yol yapım politikalarının birbirlerinden tek farkı, trafik tıkanıklığının yoğunluk ya da yayılma olarak kötüleşme hızlarıdır. Bu nedenle, mevcut ulaştırma kapasitesinin daha verimli kullanılması ve öncelikli kullanıcılara sunulması sağlanmalıdır. Kentlerdeki motorlu araç sayısındaki artışa bağlı olarak,ulaştırmadan kaynaklanan hava kirliliği hızla artmaktadır. Türkiye'nin 2009 yılındaki toplam sera gazı salımı 296,370 milyon ton CO2 eşdeğeri olup bunun yüzde 80'i'sı CO2 salımıdır. Türkiye'de karayolu ulaşımından kaynaklanan CO2 salımlar 1990 - 2009 yılları arasında yüzde80 artarak 47 milyon tona ulaşmıştır. Başta CO2 olmak üzere sera gaz salımlarından kaynaklanan iklim değişikliği sorunlarının çağımızın en önemli sorunlarından biri. Bu nedenle, kentsel ulaştırmadan ve özellikle de otomobillerdenkaynaklanan sera gazı salımlarının azaltılması için gerekli strateji ve politikaların ivedilikle belirlenmesi yaşamsal bir zorunluluk haline gelmektedir" dedi

Ümit Boyner, 2050 yılına kadar iklim değişikliği ile ilgili gerekli tedbirlerin alınmaması halinde, dünyanın 4 - 6 derece ısınacağının öngörüldüğünü söyledi. Bu ısınmanın sonucu olarak kuraklık, ormansızlaşma, çölleşme, susuzluk ve sel gibi doğal felaketlerin artmasıyla küresel ekonominin yıllık ortalama yüzde 5 küçülmesinin beklendiğini belirten Boyner, "Ülkenin ekonomik büyümesine paralel olarak emisyonların yükselmesine sebep olan ana faktör yüksek enerji talebidir. Enerji talebinin özelliklegelişmekte olan ülkelerin büyümesiyle paralel bir şekilde gelecek yıllarda da düzenli olarak artması beklenmektedir. Uluslararası Enerji Ajansı tahminlerine göre, 2030'daki enerji talebi 2006 verilerine göre ortalama yüzde 1,6 yıllık büyüme ile yüzde 45 artacaktır. Türkiye, sera gazı emisyonları itibariyle dünyada yüzde1'lik pay ile 23. sıradadır. TÜİK verilerine göre 1990-2009 yılları arasında nüfus artışı ve yoğun sanayileşme süreci sebebiyle Türkiye'nin sera gazı emisyonları yüzde 7,9 artmıştır. Öteyandan, Türkiye'nin sosyal ve ekonomik refahını arttırmak için yıllık yüzde 5 - 6 büyümesi gerekmektedir. Bu bağlamda, Türkiye, ekonomik ve sınai kalkınmasını sürdürme noktasında zorlu bir denklemle karşı karşıyadır" diye konuştu

Enerji sektöründe liberalleşme için gerekli koşullar sağlandığı takdirde, halihazırda büyüme eğiliminde olan enerji sektörünün, Türkiye'nin yenilenebilir enerjide var olan potansiyelini de gerçekleştirebilecek şekilde 2050 yılına kadar iş dünyası için çeşitli yatırım olanakları ve fırsatlar sunacağını da belirten TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, 'Tüketim Alışkanlıkları ve Üretimde Enerji Ve Kaynak Verimliliği' konusunda şunları söyledi: "Sürdürülebilir üretim ve tüketim yüksek kalkınma ve düşük ekolojik ayak izi için ürün ve süreç yönetiminde ve tüketim alışkanlarında değişen bir yaklaşımdır. Bu döngü aslında birbirine ters gibi gözükse de aslında birbirini tamamlamakta ve desteklemektedir. Bu çerçevede bizi 2050 Vizyonuna taşıyacak olan 'Verimli ve ileri teknolojili üretim süreci' ile 'bilinç tüketiciler'dir. Tüketicilerin yüzde 58'i çevre dostu ürünlerin çok pahalı olduğunu, yüzde 33'ü ise yeterince işlevsel olmadığını düşünmektedir.Bu çelişkili sonuçlar, önümüzdeki yıllarda üreticilerin bu yargıları kırmak için sürdürülebilir ve ekonomik ürün gelişimi konusunda teknoloji geliştirmeleri ve bu önyargıları kırmaları gerektiğine işaret etmektedir. 2000'lerin başında başlamış olan geleneksel tüketim modelinden sürdürülebilir tüketim odaklı modele geçiş süreci, tüketicilerin giderek artan eğitim seviyesine paralel olarak 2020 - 2030 yıllarında hız kazanacak ve 2050 yılında tamamen geleneksel modelin yerini almış olacaktır. Bu dönüşüm, iticigüç olarak iş dünyasının dönüşümünün hızlanmasını sağlayacak, bu sayede çevreci ürünler daha rekabetçi bir yapıya kavuşacaktır. Öte yandan, sosyal medya kullanımının artmasıyla tüketicilerin örgütlenmesinin kolaylaşacak, iş dünyası ile tüketiciler arasında ilişkinin kuvvetlenecektir. Sürdürülebilir üretim, ekonomik büyüme sürecinde kaynaklara olan ihtiyacı en aza indirgeyen üretim teknolojisinin doğru seçimini gerektirmektedir. Özellikle su ve enerji kaynaklarında enerji verimliliğinin artırılmasına yönelikteknolojiye yapılacak yatırımlar, sanayinin rekabet gücünü arttıracak, daha az kaynak ile aynı verimi alınmasını sağlayacaktır." Boyner, bu bağlamda Türkiye'nin, çeşitli ulusal ve uluslararası kurumlarca enerji verimliği açısından yüksek potansiyele sahip olarak tanımlanmakta olduğunu söyledi. Uluslararası enerji ajansı verilerine göre enerji yoğunluğunun 0,38 ile OECD ortalamasının 2 katı olduğunu belirten Ümit Boyner, enerji etütlerinin ve taramalarının sonuçlarının, sanayide enerji tasarrufu potansiyelinin en az yüzde 20 seviyesinde olduğunu ifade etti

Ümit Boyner, açıklamalarını şöyle tamamladı: "Enerji tasarrufu sağlamak için üretici ve tüketiciyi enerji tüketimi düşük cihazların kullanımına yönlendirmek ve eski cihaz stokunun yeni ve verimli cihazlarla değiştirilmesini sağlamak da bir politika seçeneğidir. Kaldı ki, teknolojik gelişmeler ile birlikte son 20 yılda hemen her sektördeki enerji verimliliği artmıştır. Örneğin, son 20 yılda elektrikli ev aletlerinin enerji tüketiminde ciddi düşüşler gerçekleştirilmiştir. Örneğin, bugünün en iyi buzdolabı 1990 yılına göre yüzde75, çamaşır makinesi1985'lerde çıkan modellere göre enerjide yüzde44, suda yüzde62 tasarruf sağlamaktadır. Bir diğer kritik kaynak ise sudur. Sanayinin sürekli gelişmesine paralel olarak artan su tüketiminin ve su kirliliğinin kontrol altına alınması ve azaltılması önem kazanmaktadır. Bu çerçevede, sanayide su kaynaklarının korunması ve geliştirilmesinde teknoloji seçimi ve modifikasyonu gibi üretim tercihleri gözden geçirilmelidir. 2050 yılında 100 milyon nüfusa ulaşmış Türkiye'nin sürdürülebilir refah ve ekonomiye sahipolması küresel etkileşim içinde değişimi takip etmesiyle sağlanabilecektir. 2050 vizyonu ülkelerin kendi başlarına benimseyebilecekleri bir yaklaşımdan ziyade, tüm ülkelerin koordinasyon içinde ortak hedefi olmalıdır. Sürdürülebilir kalkınma süreci, iş dünyasına birçok fırsatı sunduğu gibi, sürecin sekteye uğramasına neden olabilecek birçok riski de barındırmaktadır. Fırsatları öngörüp, harekete geçen girişimciler bu süreçte sürdürülebilir rekabet avantajı elde etmiş olacaklardır. Öte yandan, sürece ketvuracak risklerin öngörülmesi de, çözüm ve uzlaşı arayışını hızlandıracaktır. Sürdürülebilir kalkınma vizyonunu gerçekleştirebilmek için devlet, sivil toplum, iş dünyası ve toplumda farkındalık yaratarak, tüm paydaşların bir araya getirecek bir diyalog platformu oluşturulmalıdır. İşte bu rapor, Türkiye'nin önümüzdeki 40 yılı kapsayan sürdürülebilir kalkınma vizyonu için hazırlanan yol haritasını tüm paydaşların katılımı ile tartışmaya açmayı amaçlamaktadır."
Kaynak: İHA