Yüzde 50'de Stockholm sendromunun etkisi var
CHP lideri Kılıçdaroğlu, kurmayları ile birlikte seçim sonuçlarını değerlendirildiği MYK toplantısında AK Parti'ni seçim zaferini değerlendirdi. Kılıçdaroğlu halkın AK Parti'yi tercih etmesini 'rehinenin rehin alana duygusal bağımlılığı' olarak tanımlanan 'Stockholm sendromu' ile açıkladı.
Tarih, 15 Haziran 2011 Çarşamba. CHP'nin, seçim sonuçlarını değerlendirdiği MYK (Merkez Yürütme Kurulu) toplantısında çok ilginç bir kavram tartışılıyor: Stockholm Sendromu.
Adını, 38 yıl önce Stockholm'deki başarısız bir soygun girişiminden alan, sonrasında da ilişkiler temelinde, sosyoloji ve psikiyatri literatürüne giren bir kavram bu. Kabaca karşılığı; mağdurun kendisine baskı uygulayana, otoriteye, hayatta kalma içgüdüsüyle duyduğu hayranlık.
Altı saat süren o MYK toplantısında Stockholm Sendromu; 12 Haziran seçimlerinde her iki oydan birini alan AKP'nin seçim zaferi değerlendirilirken gündeme gelmiş. Dile getiren ise Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu. Hemen söylemeli ki, Kılıçdaroğlu, tartışma yaratacağını düşündüğüm bu kavramsal bakışı, iktidar partisinin seçmen tabanının tamamı için kullanmamış. Stockholm Sendromu ile izah edilen seçmen profili, hayatından memnun olmadığı; gelecekten de ümidini kestiği halde iktidar partisine oy vermeyi sürdürenlerden oluşuyor.
Bu çerçevenin MYK toplantısındaki seyri ise şöyle: Son bir yıl içinde yapılan; farklı yaş ve sosyoekonomik grupları kapsayan çok sayıda anket, kampanya boyunca gidilen yerlerde, yüzyüze alınan tepkiler önümüzde duruyor. Ve bu tabloda, -sağlık ve ulaşım hizmetleri bir yana bırakılırsa- öğrenciden esnafa; çiftçiden işçiye; ekonomik ve sosyal açıdan bugünkü yaşam kalitesinden memnun olmayan ciddi bir kesim mevcut. İlaveten, gelecek kaygısı dillendiriliyor. Ne var ki, 'ekonomik sorunlarım var, gelecek ümidim yok' diyenler, AKP'ye gidiyor. Peki neden? Toplantıda bu önemli cevabının 'güç algısı' olduğu konuşuluyor. İşte Kılıçdaroğlu, tam da bu noktada 'Stockholm Sendromu'ndan söz ediyor.
SENDROM NASIL AŞILIR?
Tezin tartışmada devamı da var. Kavrama aşina olan parti yöneticilerinden biri şunu söylüyor: Mağdur, ihtiyaçları için kendisine baskı yapana bağımlı olduğunu hissedip hayranlık duyuyor. Ama sonrasındaki kopuş, çok keskin. Bu yorumun, anamuhalefet partisinin rotasındaki analizi ise şu: Son bir yıl içinde durumundan memnun olmayan seçmenle bir ilişki kuruldu. Ama kalıcı bir güven mekanizmasını kurmak için, bir yıllık süre çok az. Kitlelere güven verme çabası sürerse, Stockholm Sendromu'nu aşmak imkansız değil.
Rehineler soyguncu için birlikte avukat tuttu
1973 yılında Stockholm'de Kreditbanken adlı bankaya giren soyguncular, polis tarafından kuşatılınca dört banka çalışanını rehin alarak, altı gün boyunca direnir. Altı günün sonunda, polis operasyon yaptığında ise beklenmedik bir durumla karşılaşılır. Rehineler, kurtarılmaya aktif biçimde direnir ama kurtarılırlar. Sonrasında rehineler, mahkemede soyguncu aleyhine ifade vermekten kaçınır. Dahası, aralarında para toplayıp soyguncuların savunmasına yardımcı olur. Kurbanın kendisini, baskıcının yerine koyup olayları onun gözünden görmesini anlatan Stockholm Sendromu, bugün tarikat üyeleri, savaş esirleri, aile içi şiddet mağdurları gibi farklı durumlarda bir anahtar kavram olarak kullanılıyor.
'Aynı sendroma yakalandı' İddiası
Kılıçdaroğlu'nun CHP'ye Genel Başkan olduğu dönemde bazı Kürt sitelerinde 'Dersim soykırımında katledilen bir dedenin torunu olması, kendi soyuna kast etmiş bir partiye veya bir zihniyete genel başkan olacak kadar aşık olması Stockholm Sendromu'na yakalandığı anlamına gelir' yorumları yapılmıştı
FİLME DE KONU OLMUŞTU
1973 yılında Stockholm'de yaşanan soygun Al Pacino'nun başrolünü oynadığı 1975 yapımı Dog Day Afternoon (Köpeklerin Günü) filmine de konu edildi. Film, banka soygununun Brooklyn versiyonunu anlattı.
Adını, 38 yıl önce Stockholm'deki başarısız bir soygun girişiminden alan, sonrasında da ilişkiler temelinde, sosyoloji ve psikiyatri literatürüne giren bir kavram bu. Kabaca karşılığı; mağdurun kendisine baskı uygulayana, otoriteye, hayatta kalma içgüdüsüyle duyduğu hayranlık.
Altı saat süren o MYK toplantısında Stockholm Sendromu; 12 Haziran seçimlerinde her iki oydan birini alan AKP'nin seçim zaferi değerlendirilirken gündeme gelmiş. Dile getiren ise Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu. Hemen söylemeli ki, Kılıçdaroğlu, tartışma yaratacağını düşündüğüm bu kavramsal bakışı, iktidar partisinin seçmen tabanının tamamı için kullanmamış. Stockholm Sendromu ile izah edilen seçmen profili, hayatından memnun olmadığı; gelecekten de ümidini kestiği halde iktidar partisine oy vermeyi sürdürenlerden oluşuyor.
Bu çerçevenin MYK toplantısındaki seyri ise şöyle: Son bir yıl içinde yapılan; farklı yaş ve sosyoekonomik grupları kapsayan çok sayıda anket, kampanya boyunca gidilen yerlerde, yüzyüze alınan tepkiler önümüzde duruyor. Ve bu tabloda, -sağlık ve ulaşım hizmetleri bir yana bırakılırsa- öğrenciden esnafa; çiftçiden işçiye; ekonomik ve sosyal açıdan bugünkü yaşam kalitesinden memnun olmayan ciddi bir kesim mevcut. İlaveten, gelecek kaygısı dillendiriliyor. Ne var ki, 'ekonomik sorunlarım var, gelecek ümidim yok' diyenler, AKP'ye gidiyor. Peki neden? Toplantıda bu önemli cevabının 'güç algısı' olduğu konuşuluyor. İşte Kılıçdaroğlu, tam da bu noktada 'Stockholm Sendromu'ndan söz ediyor.
SENDROM NASIL AŞILIR?
Tezin tartışmada devamı da var. Kavrama aşina olan parti yöneticilerinden biri şunu söylüyor: Mağdur, ihtiyaçları için kendisine baskı yapana bağımlı olduğunu hissedip hayranlık duyuyor. Ama sonrasındaki kopuş, çok keskin. Bu yorumun, anamuhalefet partisinin rotasındaki analizi ise şu: Son bir yıl içinde durumundan memnun olmayan seçmenle bir ilişki kuruldu. Ama kalıcı bir güven mekanizmasını kurmak için, bir yıllık süre çok az. Kitlelere güven verme çabası sürerse, Stockholm Sendromu'nu aşmak imkansız değil.
Rehineler soyguncu için birlikte avukat tuttu
1973 yılında Stockholm'de Kreditbanken adlı bankaya giren soyguncular, polis tarafından kuşatılınca dört banka çalışanını rehin alarak, altı gün boyunca direnir. Altı günün sonunda, polis operasyon yaptığında ise beklenmedik bir durumla karşılaşılır. Rehineler, kurtarılmaya aktif biçimde direnir ama kurtarılırlar. Sonrasında rehineler, mahkemede soyguncu aleyhine ifade vermekten kaçınır. Dahası, aralarında para toplayıp soyguncuların savunmasına yardımcı olur. Kurbanın kendisini, baskıcının yerine koyup olayları onun gözünden görmesini anlatan Stockholm Sendromu, bugün tarikat üyeleri, savaş esirleri, aile içi şiddet mağdurları gibi farklı durumlarda bir anahtar kavram olarak kullanılıyor.
'Aynı sendroma yakalandı' İddiası
Kılıçdaroğlu'nun CHP'ye Genel Başkan olduğu dönemde bazı Kürt sitelerinde 'Dersim soykırımında katledilen bir dedenin torunu olması, kendi soyuna kast etmiş bir partiye veya bir zihniyete genel başkan olacak kadar aşık olması Stockholm Sendromu'na yakalandığı anlamına gelir' yorumları yapılmıştı
FİLME DE KONU OLMUŞTU
1973 yılında Stockholm'de yaşanan soygun Al Pacino'nun başrolünü oynadığı 1975 yapımı Dog Day Afternoon (Köpeklerin Günü) filmine de konu edildi. Film, banka soygununun Brooklyn versiyonunu anlattı.