Göçmenlerin akıbetini Cannes etkileyecek

64. Cannes Film Festivali'nin jürisi, yarın Altın Palmiye'yi kazanan filmi açıklayacak. Avrupa'nın göçmen sorunu konusundaki duyarsızlığına karşı bir çığlık olan Kaurismaki'nin 'Le Havre'ı, göçmen hakları ve emekçilerinin dayanışması üstüne alçakgönüllü bir güldürü...

Göçmenlerin akıbetini Cannes etkileyecek
64. Cannes Film Festivali’nin programı açıklandığında nasıl da umutlanmıştık... Son yılların en iyi seçkisi vardı karşımızda. Daha doğrusu, kâğıt üzerinde öyle görünüyordu. Filmleri izledikçe bu yargımız değişmeye başladı. Ustaların bir bölümü, kendilerini tekrarlamaktan öteye gidememişti. Bir bölümü ise iyice uçmuş, bir filmde evrenin sırrını çözmeye çalışmıştı. Festivalde öne çıkan yapımlar olarak, Terence Malick’in ‘Hayat Ağacı’nı, Aki Kaurismaki’nin ‘Le Havre’ını, İtalyan Paolo Sorrentino’nun ‘This Must be the Place’ini sayabilirim. Bunlara, Fransız yönetmen Michel Hazanavicius’un ‘Artist’ini, Nanni Moretti’nin “Bir Papamız Oldu” ve Dardenne kardeşlerin “Bisikletli Oğlan” adlı fimlerini de ekleyebiliriz.

‘Gerçekçi’ masal
Altın Palmiye için favorimin Kaurismaki olduğunu söylemeliyim. Avrupa’nın göçmen sorunu konusundaki duyarsızlığına karşı bir çığlık olan Kaurismaki’nin “Le Havre”ı, göçmen hakları ve emekçilerinin dayanışması üstüne alçakgönüllü bir güldürü. Sözünü sloganlara başvurmaksızın söyleyen, özgün estetiğinden hiç taviz vermeyen bu küçük filmi, büyük iddialar içeren Terence Malick ve Lars von Trier filmlerinden daha samimi ve daha etkileyici buluyorum. Kaurismaki, bir söyleşisinde “Fransa’nın ünlü sloganı ‘Özgürlük, Eşitlik, Dayanışma’nın sadece ‘Dayanışma’ kısmını almışsınız ?” sorusunu, “İlk iki kavram o zaman için de fazla iyimserdi. Ama, ‘dayanışma’ya her yerde rastlayabiliyorsunuz; Fransa’da bile...” diye yanıtlıyor. Filmde, hümanist bir aydının öncülüğünde, Le Havre esnafı Afrikalı göçmen çocuğa sahip çıkıyor. Bunun gerçekçi olup olmadığı sorulduğunda, “Umarım gerçekçidir. Aksi halde, Bergman’ın sözünü ettiği karıncalar dünyasına döneriz” diyen Kaurismaki, bu filminde de iyimserliğini sürdürüyor; gerçek ile masal dünyasının iç içe geçtiği, insani değerlerin unutulmadığı bir dünya tasavvurunu seyircisiyle paylaşıyor.

İşte öne çıkanlar...
Gerek Amerikalı, gerekse Fransız eleştirmenler arasında çok sayıda hayranı olan Terence Malick’in, bu yıl Cannes’dan ödülsüz dönmeyeceği söyleniyor. Bu, bizi mutlu etmeyecek bir Altın Palmiye de olabilir, tüm kariyerini kutsayan bir ‘Özel Palmiye’ de... Dün izlediğimiz Paulo Sorrentino’nun “This Must Be The Place”i, festivalde en fazla beğendiğim yapımlardan biri. İki temayı ustalıkla birleştiren bir film bu: Baba-oğul ilişkisi ve Yahudi soykırımı. Ama, ne babayı görüyoruz filmde ne de soykırım sahnelerini. İrlanda’da yaşayan eski bir rock-star, babasının ölümünden sonra, onun hep yapmak istediği şeyi yapmak, savaş sırasında babasını aşağılayan Nazi subayını bulup, intikamını almak için Amerika’ya gider. David Bryne müziğinin yanı sıra, kısa bir rolle de katkı veriyor filme. Sean Penn, bir kez daha oyunculuk dehasını gösterirken, diğer rolleri John Hurt, Frances Mc Dormand ve Harry Dean Stanton gibi büyük oyuncular paylaşıyor. Baştan sona keyifle izlenen, mükemmel bir görüntü düzenine sahip bu filmin Jüri Büyük Ödülü -hatta Altın Palmiye- alabileceğini düşünüyorum.
‘En İyi Yönetmen’ dalı için adaylarım Dardenne Kardeşler, Sorrentino ve Fransız filmi ‘Polis’in yönetmeni Maiwenn... Senaryo dalında, Sorrentino’nun filmi en güçlü aday bana kalırsa. Kadın Oyuncu dalında, ‘Polis’in tüm kadrosu, “Kevin Hakkında Konuşmalıyız” ile Tilda Swinton, “Hayat Ağacı” ile Jessica Chastain, “Melankolia” ile Kirsten Dunst ve Kaurismaki’nin değişmez oyuncusu Kati Outinen öne çıkıyor.

Almodovar’dan estetik operasyon!
Önceki gün izlediğimiz Pedro Almodovar filmi “İçinde Yaşadığım Deri”, bizi Terence Malick ve Lars von Trier’in metafizik dünyasından çıkarıp, bilimin sınırlarında gezdiriyor. Türler arasında gidip gelen, kah fanteziye (hatta bilim-kurguya), kah güldürüye, kah politikaya (tabii ki cinsel politikaya) yönelen film, yönetmenin önceki filmlerinin hepsinden daha karmaşık bir yapı içeriyor. Pek çok filminde işlediği cinsel kimlik sorununu, bu kez ete kemiğe (en çok da deriye) kavuşturuyor. İnandırıcılıktan uzak bir öyküye, dağınık bir senaryoya karşın, olağanüstü görüntülere sahip olan filmin bir ödül alabileceğini düşünüyorum. Eğer, Terence Malick’e gitmezse, ‘En İyi Sanatsal Katkı’ ödülü için biçilmiş kaftandır.

Nuri Bilge Ceylan’ın filmi “Bir Zamanlar Anadolu” dün akşam yabancı basın ve sinema eleştirmenlerine gösterildi ve olumlu not aldı.

Sean Penn, “This Must Be The Place” adlı filmde bir kez daha oyunculuk dehasını gösteriyor. Usta oyuncu ödüle uzak değil.