Bankalar Birliği Başkanı Aydın: Ekonomik Krizde Türkiye Dimdik Ayakta Kaldı
Bankalar Birliği Başkanı ve Ziraat Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın, Türkiye`nin son 10 yılda ortalama 5.
3 oranında büyüdüğünü söyledi. Amerika`da başlayıp Avrupa`nın tamamına sıçrayan son ekonomik krizde Türkiye`nin dimdik ayakta kaldığını belirten Aydın, bu krize rağmen tahminlerine göre Türkiye`nin 2012 büyüme seviyesinin yüzde 4 olacağını söyledi.
Suriçi Grup, 3 ayda bir düzenledikleri 2011/2012 İstanbul toplantılarının sonuncusunu Topkapı Eresin Otel`de gerçekleştirdi. Toplantıya Çankırı Valisi Vahdettin Özcan, Bankalar Birliği Başkanı ve Ziraat Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın, bazı banka genel müdür, genel müdür yardımcıları ve yönetim kurulu üyeleri ile iş adamları katıldı.
Suriçi Grup Genel Başkanı Nedim Abi, açılış konuşmasında, "Ülkemizi ve milletimizi ilgilendiren her konu grubumuzun gündemindedir. Avrupa, Türkiye`nin başarılı bir sektörü olan Türk bankacılığını konuşuyor. Biz de konu ile ilgili görüşlerini paylaşmak için Bankalar Birliği Başkanı Hüseyin Aydın`ı davet ettik." dedi.
Çankırı Valisi Vahdettin Özcan ise, dünyanın en büyük seramik ve granit fabrikasının Çankırı`da olduğunu hatırlatarak Hüseyin Aydın`ın finanse ettiği bir yatırım olduğunu söyledi. Türkiye`nin en büyük ev aletleri fabrikasının da Şabanözü ilçesinde olduğunu belirten Vali Özcan, "Yatırımcıları bekliyoruz. Burada iş adamları var. 7 yıl SGK primini almayacağız sizden. 5 yıl kurumlar vergisi almayacağız. 4 tane organize sanayi sitesi var elimde. Çankırı`yı düşünün, yardımlarınızı bekliyoruz." dedi. Özcan, yardım isteklerinin ardından ilin tarihi ve turistik kısa bir tanıtımını yaparak iş adamlarını Çankırı`ya davet etti.
AYDIN: DAYANIKLI BANKALAR, EKONOMİK BÜYÜMENİN OLMAZSA OLMAZLARIDIR
Bankalar Birliği Başkanı ve Ziraat Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın da, güçlü ve dayanıklı bankaların, ekonomik büyümenin olmazsa olmazları olduğunu söyleyerek konuşmasına başladı. Aydın, "Siz topladığınız paraları mudilere iade edemezseniz devletin onu garanti altına aldığı bir ortam yani 10-15 yıl öncesinde aslında birbirlerine yakın üç tür banka görüyoruz." dedi. Aydın, bu bankacılık tanımlarını, "Bir bankacılık modelinde, mevduatı toplayıp, kendi biLdiği gibi, kendi kafasına göre, rekabet ortamını da biraz kötüye kullanarak, topladığı kaynağı kendi grubu vasıtası ile farklı alanlara kanalize ediyor ve bundan dan belli miktarda para alıyordu. İkincisinde mevduatı toplar, sadece kamuya borç verir. kamuya borç vermek kötü birşey değil. Ve o dönemin bankacılığında kredi bilen, sair unsurları bilen bir bankacıdan ziyade, sermaye piyasalarına egemen arkadaşların daha çok prim yaptığı bir dönem. Topla, devlete sat. Hatta devletin yönetsel yapısını çok iyi bildikleri için istedikleri fiyatı da dayatma imkanına sahipler. Bir de böyle bir bankacılık olayı var. Bir üçüncüsü, devlete ait bankalar vardı ama devlete yük idiler. Onların yaptıkları bütün şey, akşama kasayı bağlayayıp bağlayamama mücadelesi. Böylesi bir bankacılıktan bugüne geldik." ifadelerini kullandı.
`DEVLET DAHA AZ BORÇLANMAYA BAŞLADI`
Bankaların normal görevinin parayı toplamak, onu yatırıma ve üretime aktarmak olduğunu belirten Aydın, "Bankalar eğer bu fonksiyonlarını yerine getirmezlerse ülkenin sürdürülebilir büyümesine de katkı sağlayamaz. Fakat kredi vermek, reel sektöre kredi vermek, devlete kredi vermekten daha sıkıntılı, daha zor. Çok şubeli olacaksınız. Reel sektörün bulunduğu her yere gideceksiniz. Reel sektörün her tür işini iyi bileceksiniz. Enerjiyi, taahhüt sektörünü, tekstili bileceksiniz, ticareti bileceksiniz. madenciliği bileceksiniz, zor iş. Bu tarz şubeler, kredi yapan şubeler. Fiziki koşullara daha farklı alanlar olması lazım. Daha pahalı eleman istihdam etmeniz lazım. Zor iş. Ama öbür iş kolaydı. 3-4 kişilik şube koyuyorsunuz, şube yapıyorsunuz, kaynağı son derece rahat topluyorsunuz. Bankaları buraya sevk eden sebep devletti. Özelinde hazinenin iyi yönetilmemesi. Devlet iyi yönetilmediğinde devletin borçlanma gereksinmesi makulün üzerinde olunca devletin borçlanma gereksinmesi, milli gelirin yüzde onların üzerinde ise bankalar size fiyat da dayatır, bankalar sadece hazine departmanları kurar ve satar. Durum bu. Bugün devletin gerek borçlanma gereksinmesi azaldığı için yani biraz önce söylediğim borçlanma ihtiyacının milli gelire oranı, yüzde onlardan yüzde 2`lere geldiği için devlet daha az borçlanmaya başladı. Sadece daha az borçlanmaya başlamadı, daha ekonomik borçlanmaya başladı. Ben bugün itibariyle söyleyeyim, hemen hemen bizim fonlama maliyetimizde devlet kağıdı aldığımız zaman elde ettiğimiz geler başa baş noktasında. Hatta bir stok taşımıyorsak içeri giriyoruz. Bu demek ki iki şeyin altını bir kez daha çiziyoruz. İyi yönetilmek hem daha az borçlanması demektir hem daha ekonomik borçlanması demektir. Devletin borçlanma gereksinmesinin azalması, bankaları normal işlevlerine geriletir." diye konuştu.
Sürekli para ihtiyacı olduğu için yüksek faiz oranlarının uygulandığını ve bankacılığın çığırından çıktığını belirten Aydın, "Musibetler olunca insan aklını başına alıyor. 2000 ve 2001`li yıllar bizim sektör ve ekonomi için kırılma noktalarıdır. O dönem dünyada kriz yoktu. Avrupa`da da Amerika`da da yoktu. O zamana kadar bu coğrafyanın çocukları, sadece kendi ülkelerinin risklerini bilirlerdi ve biz zannederdik ki kriz sadece bizde çıkar diye bilirdik. Çünkü o yaşa kadar biz hep bizde görmüştük bu işleri ve o dönem şöyle birşey yapıldı. Denildi ki bu iş böyle gitmeyecek. O zaman öncelikle bir bankacılık düzenleme ve denetleme yani bir üst otorite kurulsun denildi. Daha bir bağımsızlaştırıldı. Yani bakanlık içinden daha özerk bir yapı oluşturuldu. Bu iş daha ciddiye alındı. İkincisi sürekli likitte açık veren ve bilançoların pasifini anormal derecede bozan kamu bankaları yenilendi. Türkiye`de bankalar gerçek işlevini yerine getirmeye başladı." dedi.
2008 yılında başlayan müdahale ile normalleştirilmeye çalışılan ekonomik krizin 2010 yılında tekrar baş gösterdiğini hatırlatan Aydın, bu iki krizden de kendilerinin sorumlu olmadıklarını belirterek, Türk bankacılığının dimdik ayakta kaldığını söyledi. Aydın, bu duruşta, zamanında görülen yanlışlardan dönülmenin, riski yaymanın, daha dikkatli davranmanın bir sonucu olduğunu dile getirdi.
Aydın, 2008 yılında Amerika`da başlayan sonra diğer ülkelere sirayet eden ve şu an Avrupa`da ciddi bir şekilde kendini gösteren küresel kriz ile diğer krizler arasında ciddi bir fark olduğunu söyledi. Bu krizin artık gelişmekte olan ülkelerin değil gelişmiş ülkelerin krizi olduğunu belirten Aydın, "2000 ve 2001`li yıllardaki düzenlemelerin Amerika ve Avrupa`dan aldık. Sadece düzenlemeyi yapmak yetmiyor. Onun rasyoparametrelerinin de sağlıklı olması lazım. Bizi ölçen, bizi biçenlere bir baktık ki kendileri bazı şeylerin üzerlerini örtmüşler. Kriz, çıkan Ülke ile diğer ülkelerin de ilişkisi olduğu sürece diğerlerine de sirayet etmek zorundadır. Çözümü hususunda bizim kadar kriz yaşamadıkları için süreç uzayıp devam ediyor. Para ihraç eden ülkelerin, krizden çıkma şansları kendilerinin para ihraç etmedikleri ülkelere nispet ile kolay. Avrupa Birliği hep dinsel bir birlik derdik. İşte Avrupa Birliği şöyle bir birlik derdik. Yok ekonomik birliktir derdik. Nihai amaç Avrupa Birliğinde elbette siyasidir. Siyasi birlik kurmadan önce neden bir ekonomik birlik kurdular. Bunu herhalde bugünlerde tartışacağız. Eğer bir siyasi birlik olamazsa yani Avrupa Merkez Bankası gibi tek bir Avrupa hazinesi oluşmazsa, biz Avrupa`daki krizin bir süre daha süreceğini, hatta belki derinleşerek devam edebileceğini söyleyebiliriz. Doğal olarak sizin en çok temas halinde olduğunuz, ticari anlamda. En çok karşılıklı işlem gördüğünüz ülkelerde sıkıntı olursa doğal olarak sizde de sıkıntılar başlar. Ülkenin makro ekonomik verileri son derece iyidir. " şeklinde konuştu. Ama sırf dış satımı azaldığı için stoka çalışması lazım. Stoka çalıştığı zaman yeni işletme sermayesi gerekiyor. İşte burada bankacılık sektörü tekrar çok önemli hale geliyor. Eğer güçlü banka ile çalışıyorsanız sizin kendi yapınızdan kaynaklanan bir sorun olmadığını gördüğü için sizi o kriz süresince finanse etmesi lazım. Bizim aslında bankacılıktan anladığımız budur. Bu olması gerekir." şeklinde konuştu.
`TÜRK BANKACILIĞI SEKTÖRÜ KÜÇÜKTÜR`
Bankacılık sektörünün bir ticari müessese olduğunu kaydeden Aydın, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Elbette biz sermaye getirisini ve aktif getirisini ön plana alacağız. Ancak biz kredi verdiğimiz firmalarla da aslında birer iş ortağıyız. Kazan-kazan ilkesini çalıştırmak durumundayız. Böyle bir noktaya geldiğimizde Türk bankacılık sektörü yeterli midir? İşte burada oturup bir daha tartışmamız gerekiyor. İyidir, hoştur, güzeldir, krizde dik duruş sergilemiştir, krizin gerçekten teğet geçmesine Türk bankacılık sektörü katkıda bulunmuştur. Bu çok doğrudur. Fakat Türk bankacılık sektörü küçüktür. Gayrisafi milli hasıla mukayesesi yaptığımızda biz Avrupa`nın 5`inci 6`ncı büyük ülkesiyiz. Ama sektörün büyüklüğüne baktığımız zaman Avrupa`da 15`inci sıradayız. Türkiye`de bankacılık konusunda hala bakir alınlar vardır ve yabancılar da onun için geliyor. İşte burada yapmamız gereken şey, Türk bankacılık sektörünü büyütmektir."
Bir banka için sermaye, teknoloji ve insan gücünün üç önemli kaynak olduğunu ifade eden Hüseyin Aydın, "Türkiye`nin insan kaynağı gerçekten iyidir. Eğitimli, atak, cesur, çok düştüğü için kalkmayı bilen. Teknoloji de yer yer daktilo gibi kullanılsa da genelde mükemmel kullanılmaktadır. Ama Türkiye`nin sermaye sorunu vardır. Yani sermaye koymanız gerekiyor. Sermaye koyabilmek için patronlarda para olması gerekiyor. Patronlarda paranın olduğunu varsayalım. Parayı bankaya mı koyar, elektrik dağıtım ihalesine mi girer patron? Bu sermayenin getirisine bağlıdır. Sermayenin getirisi bankacılıkta daha iyiyse patron getirir parasını bankaya koyar. Ama başka yerden, mesela otelcilikten daha çok kazanıyorsa götürür oraya koyar. Bunu niçin anlatıyorum. Bizim karlara kimsenin gözü kalmasın. Bankaların kar yapması önemli bir şeydir. Önemlidir ki patronlar, devlet de dahil, çünkü devlet de patrondur, bir koyup iki alabilsin. Onun için bankaların karlılığı önemli. Para koymasa bile bankalar kar ettiğinde patron oradan temettü almazsa yani karı bünyede tutarsa öz kaynaklarımız gelişir. Öz kaynak gelişince banka güçlü hale gelir. Banka güçlü hale gelince İspanya`da, İtalya`da, Yunanistan`da kriz çıkınca kredi verdiği firmanın başına gidip ekşimez. Onu biraz daha idare eder. Ama bu ülkelerde kriz olmasa dahi sürekli krizde olan girmeden gider alır, o ayrı bir şey." diye konuştu.
`TÜRKİYE SON 10 YILDA ORTALAMA 5.3 BÜYÜMÜŞTÜR`
Türkiye`nin büyüme oranlarına da değinen Aydın, "Sermaye ülkeye niçin gelsin? Çünkü ülkenin büyümeye ihtiyacı var. Büyümeyi yatırla yaparsınız. Yatırımı parayla yaparsınız. Türkiye son 10 yıldır yüzde 5.3 ortalaması ile büyümüştür. Çok ciddi bir büyümedir. Büyüme olduğu zaman işsizlik azalıyor. Büyümeyi de bankalar finanse ediyor. Daha önceleri sadece devlete veren bankalar, şimdi özel firmalara da kredi vermeye başladı. Türkiye`de tasarruflar kıt. Bankaların yurt dışında borçlanabilme imkanlarını da artırmak lazım." dedi.
`TOPLUM TASARRUF ETMEKTEN VAZGEÇTİ`
Bankacılık sektörünün iki yönlü sıkıntı içerisinde olduğunu belirten Aydın, "Birincisi Türk toplumu tasarruf etmekten vazgeçti. Yani bundan üç-beş sene önce yüzde 24`lerde olan tasarruf orana bugün yüzde 12`ye gelmiştir. Tasarruf tüketime gittiğinde bize para gelmiyor. Böyle bir sıkıntı var. İkinci sıkıntımız, Amerika ve Avrupa`daki kriz ki bize en çok sermaye buralardan geliyordur. O söylenen bazı coğrafyalardan sermaye gelişi halen şehir efsanesi olarak devam ediyor. Öyle çok fazla bir şey görmedik. Şimdi bu paralar bize zor gelmeye başladı. Ekonomi iyiyken gelişmekte olan ülkelere gelen fonlar, bu krizde geri dönmeye başladı. Eğer burada yumuşak geçişi yapamazsak ve bunu iyi yönetemezsek yabancı para girişi azalıp çıkışı da artınca çok basit bir kural, kurlar yukarı yönlü hareket eder. Kurlar yukarı yönlü hareket edince de tıpkı şeker hastalığı gibidir, bir çok şeye tesir eder. Maliyete neden olur, fiyatlar yukarı doğru gider, enflasyon olunca hangi sıkıntılar olursa o olur. Önümüzde böyle bir sıkıntı gözüküyor." şeklinde konuştu.
`KRİZ İÇİN ALINAN TEDBİRLER YERİNDEDİR`
Bunlara rağmen Türk bankacılığının dış dünya ile en iyi entegre olmuş sektör olduğunu belirten Aydın, bankacılık sektörünün rekabete en açık sektör olduğunu söyledi. Hüseyin Aydın, sektörel tahminlerine göre 2012 yılında da yüzde 4`e yakın bir büyüme sağlanacağını tahmin ettiklerini, bu rakamın da oldukça tatminkar bir seviye olduğunu söyledi. Aydın, son yaşanan krizle ilgili olarak uygulanan devlet politikasının, Merkez bankası önlemlerinin de yerinde olduğunu ifade etti.
Suriçi Grup, 3 ayda bir düzenledikleri 2011/2012 İstanbul toplantılarının sonuncusunu Topkapı Eresin Otel`de gerçekleştirdi. Toplantıya Çankırı Valisi Vahdettin Özcan, Bankalar Birliği Başkanı ve Ziraat Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın, bazı banka genel müdür, genel müdür yardımcıları ve yönetim kurulu üyeleri ile iş adamları katıldı.
Suriçi Grup Genel Başkanı Nedim Abi, açılış konuşmasında, "Ülkemizi ve milletimizi ilgilendiren her konu grubumuzun gündemindedir. Avrupa, Türkiye`nin başarılı bir sektörü olan Türk bankacılığını konuşuyor. Biz de konu ile ilgili görüşlerini paylaşmak için Bankalar Birliği Başkanı Hüseyin Aydın`ı davet ettik." dedi.
Çankırı Valisi Vahdettin Özcan ise, dünyanın en büyük seramik ve granit fabrikasının Çankırı`da olduğunu hatırlatarak Hüseyin Aydın`ın finanse ettiği bir yatırım olduğunu söyledi. Türkiye`nin en büyük ev aletleri fabrikasının da Şabanözü ilçesinde olduğunu belirten Vali Özcan, "Yatırımcıları bekliyoruz. Burada iş adamları var. 7 yıl SGK primini almayacağız sizden. 5 yıl kurumlar vergisi almayacağız. 4 tane organize sanayi sitesi var elimde. Çankırı`yı düşünün, yardımlarınızı bekliyoruz." dedi. Özcan, yardım isteklerinin ardından ilin tarihi ve turistik kısa bir tanıtımını yaparak iş adamlarını Çankırı`ya davet etti.
AYDIN: DAYANIKLI BANKALAR, EKONOMİK BÜYÜMENİN OLMAZSA OLMAZLARIDIR
Bankalar Birliği Başkanı ve Ziraat Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın da, güçlü ve dayanıklı bankaların, ekonomik büyümenin olmazsa olmazları olduğunu söyleyerek konuşmasına başladı. Aydın, "Siz topladığınız paraları mudilere iade edemezseniz devletin onu garanti altına aldığı bir ortam yani 10-15 yıl öncesinde aslında birbirlerine yakın üç tür banka görüyoruz." dedi. Aydın, bu bankacılık tanımlarını, "Bir bankacılık modelinde, mevduatı toplayıp, kendi biLdiği gibi, kendi kafasına göre, rekabet ortamını da biraz kötüye kullanarak, topladığı kaynağı kendi grubu vasıtası ile farklı alanlara kanalize ediyor ve bundan dan belli miktarda para alıyordu. İkincisinde mevduatı toplar, sadece kamuya borç verir. kamuya borç vermek kötü birşey değil. Ve o dönemin bankacılığında kredi bilen, sair unsurları bilen bir bankacıdan ziyade, sermaye piyasalarına egemen arkadaşların daha çok prim yaptığı bir dönem. Topla, devlete sat. Hatta devletin yönetsel yapısını çok iyi bildikleri için istedikleri fiyatı da dayatma imkanına sahipler. Bir de böyle bir bankacılık olayı var. Bir üçüncüsü, devlete ait bankalar vardı ama devlete yük idiler. Onların yaptıkları bütün şey, akşama kasayı bağlayayıp bağlayamama mücadelesi. Böylesi bir bankacılıktan bugüne geldik." ifadelerini kullandı.
`DEVLET DAHA AZ BORÇLANMAYA BAŞLADI`
Bankaların normal görevinin parayı toplamak, onu yatırıma ve üretime aktarmak olduğunu belirten Aydın, "Bankalar eğer bu fonksiyonlarını yerine getirmezlerse ülkenin sürdürülebilir büyümesine de katkı sağlayamaz. Fakat kredi vermek, reel sektöre kredi vermek, devlete kredi vermekten daha sıkıntılı, daha zor. Çok şubeli olacaksınız. Reel sektörün bulunduğu her yere gideceksiniz. Reel sektörün her tür işini iyi bileceksiniz. Enerjiyi, taahhüt sektörünü, tekstili bileceksiniz, ticareti bileceksiniz. madenciliği bileceksiniz, zor iş. Bu tarz şubeler, kredi yapan şubeler. Fiziki koşullara daha farklı alanlar olması lazım. Daha pahalı eleman istihdam etmeniz lazım. Zor iş. Ama öbür iş kolaydı. 3-4 kişilik şube koyuyorsunuz, şube yapıyorsunuz, kaynağı son derece rahat topluyorsunuz. Bankaları buraya sevk eden sebep devletti. Özelinde hazinenin iyi yönetilmemesi. Devlet iyi yönetilmediğinde devletin borçlanma gereksinmesi makulün üzerinde olunca devletin borçlanma gereksinmesi, milli gelirin yüzde onların üzerinde ise bankalar size fiyat da dayatır, bankalar sadece hazine departmanları kurar ve satar. Durum bu. Bugün devletin gerek borçlanma gereksinmesi azaldığı için yani biraz önce söylediğim borçlanma ihtiyacının milli gelire oranı, yüzde onlardan yüzde 2`lere geldiği için devlet daha az borçlanmaya başladı. Sadece daha az borçlanmaya başlamadı, daha ekonomik borçlanmaya başladı. Ben bugün itibariyle söyleyeyim, hemen hemen bizim fonlama maliyetimizde devlet kağıdı aldığımız zaman elde ettiğimiz geler başa baş noktasında. Hatta bir stok taşımıyorsak içeri giriyoruz. Bu demek ki iki şeyin altını bir kez daha çiziyoruz. İyi yönetilmek hem daha az borçlanması demektir hem daha ekonomik borçlanması demektir. Devletin borçlanma gereksinmesinin azalması, bankaları normal işlevlerine geriletir." diye konuştu.
Sürekli para ihtiyacı olduğu için yüksek faiz oranlarının uygulandığını ve bankacılığın çığırından çıktığını belirten Aydın, "Musibetler olunca insan aklını başına alıyor. 2000 ve 2001`li yıllar bizim sektör ve ekonomi için kırılma noktalarıdır. O dönem dünyada kriz yoktu. Avrupa`da da Amerika`da da yoktu. O zamana kadar bu coğrafyanın çocukları, sadece kendi ülkelerinin risklerini bilirlerdi ve biz zannederdik ki kriz sadece bizde çıkar diye bilirdik. Çünkü o yaşa kadar biz hep bizde görmüştük bu işleri ve o dönem şöyle birşey yapıldı. Denildi ki bu iş böyle gitmeyecek. O zaman öncelikle bir bankacılık düzenleme ve denetleme yani bir üst otorite kurulsun denildi. Daha bir bağımsızlaştırıldı. Yani bakanlık içinden daha özerk bir yapı oluşturuldu. Bu iş daha ciddiye alındı. İkincisi sürekli likitte açık veren ve bilançoların pasifini anormal derecede bozan kamu bankaları yenilendi. Türkiye`de bankalar gerçek işlevini yerine getirmeye başladı." dedi.
2008 yılında başlayan müdahale ile normalleştirilmeye çalışılan ekonomik krizin 2010 yılında tekrar baş gösterdiğini hatırlatan Aydın, bu iki krizden de kendilerinin sorumlu olmadıklarını belirterek, Türk bankacılığının dimdik ayakta kaldığını söyledi. Aydın, bu duruşta, zamanında görülen yanlışlardan dönülmenin, riski yaymanın, daha dikkatli davranmanın bir sonucu olduğunu dile getirdi.
Aydın, 2008 yılında Amerika`da başlayan sonra diğer ülkelere sirayet eden ve şu an Avrupa`da ciddi bir şekilde kendini gösteren küresel kriz ile diğer krizler arasında ciddi bir fark olduğunu söyledi. Bu krizin artık gelişmekte olan ülkelerin değil gelişmiş ülkelerin krizi olduğunu belirten Aydın, "2000 ve 2001`li yıllardaki düzenlemelerin Amerika ve Avrupa`dan aldık. Sadece düzenlemeyi yapmak yetmiyor. Onun rasyoparametrelerinin de sağlıklı olması lazım. Bizi ölçen, bizi biçenlere bir baktık ki kendileri bazı şeylerin üzerlerini örtmüşler. Kriz, çıkan Ülke ile diğer ülkelerin de ilişkisi olduğu sürece diğerlerine de sirayet etmek zorundadır. Çözümü hususunda bizim kadar kriz yaşamadıkları için süreç uzayıp devam ediyor. Para ihraç eden ülkelerin, krizden çıkma şansları kendilerinin para ihraç etmedikleri ülkelere nispet ile kolay. Avrupa Birliği hep dinsel bir birlik derdik. İşte Avrupa Birliği şöyle bir birlik derdik. Yok ekonomik birliktir derdik. Nihai amaç Avrupa Birliğinde elbette siyasidir. Siyasi birlik kurmadan önce neden bir ekonomik birlik kurdular. Bunu herhalde bugünlerde tartışacağız. Eğer bir siyasi birlik olamazsa yani Avrupa Merkez Bankası gibi tek bir Avrupa hazinesi oluşmazsa, biz Avrupa`daki krizin bir süre daha süreceğini, hatta belki derinleşerek devam edebileceğini söyleyebiliriz. Doğal olarak sizin en çok temas halinde olduğunuz, ticari anlamda. En çok karşılıklı işlem gördüğünüz ülkelerde sıkıntı olursa doğal olarak sizde de sıkıntılar başlar. Ülkenin makro ekonomik verileri son derece iyidir. " şeklinde konuştu. Ama sırf dış satımı azaldığı için stoka çalışması lazım. Stoka çalıştığı zaman yeni işletme sermayesi gerekiyor. İşte burada bankacılık sektörü tekrar çok önemli hale geliyor. Eğer güçlü banka ile çalışıyorsanız sizin kendi yapınızdan kaynaklanan bir sorun olmadığını gördüğü için sizi o kriz süresince finanse etmesi lazım. Bizim aslında bankacılıktan anladığımız budur. Bu olması gerekir." şeklinde konuştu.
`TÜRK BANKACILIĞI SEKTÖRÜ KÜÇÜKTÜR`
Bankacılık sektörünün bir ticari müessese olduğunu kaydeden Aydın, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Elbette biz sermaye getirisini ve aktif getirisini ön plana alacağız. Ancak biz kredi verdiğimiz firmalarla da aslında birer iş ortağıyız. Kazan-kazan ilkesini çalıştırmak durumundayız. Böyle bir noktaya geldiğimizde Türk bankacılık sektörü yeterli midir? İşte burada oturup bir daha tartışmamız gerekiyor. İyidir, hoştur, güzeldir, krizde dik duruş sergilemiştir, krizin gerçekten teğet geçmesine Türk bankacılık sektörü katkıda bulunmuştur. Bu çok doğrudur. Fakat Türk bankacılık sektörü küçüktür. Gayrisafi milli hasıla mukayesesi yaptığımızda biz Avrupa`nın 5`inci 6`ncı büyük ülkesiyiz. Ama sektörün büyüklüğüne baktığımız zaman Avrupa`da 15`inci sıradayız. Türkiye`de bankacılık konusunda hala bakir alınlar vardır ve yabancılar da onun için geliyor. İşte burada yapmamız gereken şey, Türk bankacılık sektörünü büyütmektir."
Bir banka için sermaye, teknoloji ve insan gücünün üç önemli kaynak olduğunu ifade eden Hüseyin Aydın, "Türkiye`nin insan kaynağı gerçekten iyidir. Eğitimli, atak, cesur, çok düştüğü için kalkmayı bilen. Teknoloji de yer yer daktilo gibi kullanılsa da genelde mükemmel kullanılmaktadır. Ama Türkiye`nin sermaye sorunu vardır. Yani sermaye koymanız gerekiyor. Sermaye koyabilmek için patronlarda para olması gerekiyor. Patronlarda paranın olduğunu varsayalım. Parayı bankaya mı koyar, elektrik dağıtım ihalesine mi girer patron? Bu sermayenin getirisine bağlıdır. Sermayenin getirisi bankacılıkta daha iyiyse patron getirir parasını bankaya koyar. Ama başka yerden, mesela otelcilikten daha çok kazanıyorsa götürür oraya koyar. Bunu niçin anlatıyorum. Bizim karlara kimsenin gözü kalmasın. Bankaların kar yapması önemli bir şeydir. Önemlidir ki patronlar, devlet de dahil, çünkü devlet de patrondur, bir koyup iki alabilsin. Onun için bankaların karlılığı önemli. Para koymasa bile bankalar kar ettiğinde patron oradan temettü almazsa yani karı bünyede tutarsa öz kaynaklarımız gelişir. Öz kaynak gelişince banka güçlü hale gelir. Banka güçlü hale gelince İspanya`da, İtalya`da, Yunanistan`da kriz çıkınca kredi verdiği firmanın başına gidip ekşimez. Onu biraz daha idare eder. Ama bu ülkelerde kriz olmasa dahi sürekli krizde olan girmeden gider alır, o ayrı bir şey." diye konuştu.
`TÜRKİYE SON 10 YILDA ORTALAMA 5.3 BÜYÜMÜŞTÜR`
Türkiye`nin büyüme oranlarına da değinen Aydın, "Sermaye ülkeye niçin gelsin? Çünkü ülkenin büyümeye ihtiyacı var. Büyümeyi yatırla yaparsınız. Yatırımı parayla yaparsınız. Türkiye son 10 yıldır yüzde 5.3 ortalaması ile büyümüştür. Çok ciddi bir büyümedir. Büyüme olduğu zaman işsizlik azalıyor. Büyümeyi de bankalar finanse ediyor. Daha önceleri sadece devlete veren bankalar, şimdi özel firmalara da kredi vermeye başladı. Türkiye`de tasarruflar kıt. Bankaların yurt dışında borçlanabilme imkanlarını da artırmak lazım." dedi.
`TOPLUM TASARRUF ETMEKTEN VAZGEÇTİ`
Bankacılık sektörünün iki yönlü sıkıntı içerisinde olduğunu belirten Aydın, "Birincisi Türk toplumu tasarruf etmekten vazgeçti. Yani bundan üç-beş sene önce yüzde 24`lerde olan tasarruf orana bugün yüzde 12`ye gelmiştir. Tasarruf tüketime gittiğinde bize para gelmiyor. Böyle bir sıkıntı var. İkinci sıkıntımız, Amerika ve Avrupa`daki kriz ki bize en çok sermaye buralardan geliyordur. O söylenen bazı coğrafyalardan sermaye gelişi halen şehir efsanesi olarak devam ediyor. Öyle çok fazla bir şey görmedik. Şimdi bu paralar bize zor gelmeye başladı. Ekonomi iyiyken gelişmekte olan ülkelere gelen fonlar, bu krizde geri dönmeye başladı. Eğer burada yumuşak geçişi yapamazsak ve bunu iyi yönetemezsek yabancı para girişi azalıp çıkışı da artınca çok basit bir kural, kurlar yukarı yönlü hareket eder. Kurlar yukarı yönlü hareket edince de tıpkı şeker hastalığı gibidir, bir çok şeye tesir eder. Maliyete neden olur, fiyatlar yukarı doğru gider, enflasyon olunca hangi sıkıntılar olursa o olur. Önümüzde böyle bir sıkıntı gözüküyor." şeklinde konuştu.
`KRİZ İÇİN ALINAN TEDBİRLER YERİNDEDİR`
Bunlara rağmen Türk bankacılığının dış dünya ile en iyi entegre olmuş sektör olduğunu belirten Aydın, bankacılık sektörünün rekabete en açık sektör olduğunu söyledi. Hüseyin Aydın, sektörel tahminlerine göre 2012 yılında da yüzde 4`e yakın bir büyüme sağlanacağını tahmin ettiklerini, bu rakamın da oldukça tatminkar bir seviye olduğunu söyledi. Aydın, son yaşanan krizle ilgili olarak uygulanan devlet politikasının, Merkez bankası önlemlerinin de yerinde olduğunu ifade etti.