Sinyora: Türkiye'nin İran'ı dengeleyici rolü çok önemli (Özel)

İsrail'in yıkıcı saldırıları sırasında dünya kamuoyunun yardım feryatlarıyla tanıdığı eski Lübnan Başbakanı Fuad Sinyora, her şeye rağmen Türkiye'nin

İsrail'in yıkıcı saldırıları sırasında dünya kamuoyunun yardım feryatlarıyla tanıdığı eski Lübnan Başbakanı Fuad Sinyora, her şeye rağmen Türkiye'nin İsrail'le ilişkilerini sürdürmesi ve bunu çözüm lehine kullanmasının Arapların lehine olduğunu söyledi. Beyrut'taki ofisinde Cihan haber Ajansı'nın sorularını cevaplandıran Sinyora, Türkiye'nin eksen değiştirdiği tartışmalarına da karşı çıkarak, Ankara'nın eksen değiştirmediğini, Ortadoğu, Rusya ve Afrika açılımlarıyla eksenleri artırdığını vurguladı. Savaş sırasında Başbakan Erdoğan'la her gün temas halinde olduğunu hatırlatan Sinyora, Türk halkının yardımlarına minnettar olduklarını ifade etti.

Halen iktidardaki 'Gelecek Bloğu'nun Lübnan Meclisi'ndeki grup başkanlığını yapan Sinyora, İran'ın agresif politikaları karşısında tedirginlik yaşayan Araplar için Türkiye'nin oynadığı dengeleyici rolün önemine dikkat çekerek, İran'ın dünyayla ve bölgeyle ters düşerek çizgiyi aştığını dile getirdi. Fuad Sinyora, Cihan'ın sorularını şöyle cevaplandırdı:

-Başbakanlığınız döneminde Lübnan-Türkiye ilişkileri çok gelişti, en son vizeler kalktı. Sizce iki ülke ilişkileri ve genel olarak Türk-Arap ilişkileri nasıl bu kadar gelişti?

Gerçekten Türkiye ile Arap dünyası arasında 1980'lerde, Özal döneminde karşılıklı ilgi doğduğuna bizzat şahit olmuştum. O zaman özel sektörde bir bankacı idim. Hariri, başbakan olduktan sonra ilk ziyaretlerinden biri Türkiye'ye oldu. 1993'tü galiba. Tansu Çiller başbakandı. Çiller ve Hariri, ilişkileri koordine etme noktasında benim üzerimde anlaştı. O zaman finans bakanıydım. Hariri tarafından kurulan tüm hükümetlerde bu görevdeydim ve ilişkilerin seyrini yakından izledim.

Son dönemde iki tarafta da birbirine ilginin arttığını görüyoruz. Bunda tarih, coğrafya, din, tarih gibi ortak bağların etkisi büyük. Türkler ve Arapların dost milletler olarak ilişkilerini geliştirmesi iki tarafın da lehine. Şu anda bunun yaşandığını görüyoruz ki bu çok önemli. Araplar bir millet, ama bugün farklı devletleri var. Ve ilişkiler karşılıklı saygı çerçevesinde gelişiyor.

-Sizce ilişkilerde şimdiye kadarki psikolojik bariyerlerin yıkılmasına neden olan faktör neydi?

Öncelikle aramızdaki ortak noktalara bakalım. Aynı bölgede yaşıyoruz. Aynı tarihi ve dini paylaşıyoruz. Hepimiz gelişmekte olan ülkeleriz ve coğrafya bize birlikte olmamızı dayatıyor. Çıkarlarımız ortak. Ayrıca geleceği inşa etme noktasında aynı meydan okumalarla karşı karşıyayız. Arapları en derinden etkileyen Filistin meselesinde Türkiye'nin çok önemli bir rol oynadığını ve oynayabileceğini görüyoruz. Tabii, Türkiye'nin bölgede aktif rol alması bizim çıkarımıza olduğu kadar sizin de çıkarınıza.

-Ancak ortak coğrafya, tarih, din gibi faktörler önce de vardı. Bugün değişen ne oldu? Neden ilişkiler yakın döneme kadar iyi değildi?

Bence önemli noktalardan biri, Türkiye'nin ekonomik açıdan komşularıyla ilişkiler geliştirmeye ihtiyaç hissetmiş olması. Diğer yanda, haritaya bakarsanız, Arap dünyası için çok kritik öneme sahip su kaynaklarının Türkiye'den geldiğini görürsünüz. Ayrıca Türkiye Müslüman bir ülke. Berlin Duvarı'nın yıkılmasından sonra hep birlikte çok önemli bir tehditle karşı karşıya geldik. Sovyetlerin dağılmasından sonra, Batı yeni bir düşman aramaya başladı ve 'Bu İslam'dır' dediler. Bildiğiniz gibi, fundamentalist İslam veya aşırıcı hareketler, uzun süre baskı altında tutulma, aşağılanma ve umudun kaybolması gibi nedenlerden kaynaklanan bir sorun. Bugün üzerimize yüklenen bu problemin en önemli nedeni, Arap-İsrail ihtilafının devam ediyor olması. Bazılarının resmettiği gibi İslam terörün kaynağı olamaz. Biraz samimi olan biri, Kur'an'da belirtildiği gibi İslam'ın ne kadar müsamahakar ve farklılıklara karşı açık bir din olduğunu kabul edecektir. Bu çerçevede, Türkiye'nin ılımlı bir İslam ülkesi olması ve diğer geleneğin İran tarafından temsil edilmesi ilişkiler açısından bizi önemli bir noktaya getiriyor. Bu, İran veya Pers İmparatorluğu ile Osmanlı arasındaki mücadelenin geri gelmesi demek değil elbette. Ama yine de Türkiye, bu bölgede İran'ın saldırgan tutumunu sınırlayıcı çok kritik bir rol oynayabilir. Araplar gerçekten Türkiye'nin artan rolüne sıcak bakıyor. Bu, İran'ın etkisi yerine Türkiye'yi tercih etmek değil, karşılıklı saygıya dayanmak koşuluyla İran'la da iyi ilişkiler istiyoruz. Ancak böylece başta Arap-İsrail sorunu olmak üzere karşı karşıya olduğumuz problemlere çözüm bulabiliriz. Bence Arap-İsrail meselesi, bölgedeki birçok sorunun çözümünde anahtar rolünde.

BUSH, İRAN'A ALTIN TEPSİDE İKİ HEDİYE SUNDU

-İsrail ve ABD'deki gelişmelere bakınca barış için umutlu musunuz? Özellikle Obama hakkında hayal kırıklığı yaşıyor musunuz?

('Şimşek çok, ama yağmur yok' anlamında Arapça bir şiir okuduktan sonra) Obama gerçekten büyük vaatlerle geldi. Hayal kırıklığı yaşıyorum, ama sorunun çözülmesi herkesin ihtiyacı. Umut azaldı diye tembelce oturamayız. Obama ilk kez bir Amerikan başkanı olarak bu konuyla ilgili farklı bir dil kullandı. Bunun en temel sorun olduğunu ve çözülmesi gerektiğini söyledi. Söyledikleri doğruydu, ama sonuç elde edemedi. Bunun nedir, uluslar arası kriz olabilir, Afganistan krizi olabilir. Yahudi lobisi olabilir. Bush zamanından kalan kötü miras olabilir. Gerçekten yapılabilecek her kötü şeyi yaptı Amerika. Tarih bize gösteriyor ki Bizans'tan beri Irak, önce Pers İmparatorluğu ile Roma arasında, daha sonra İran ile Osmanlı arasında bir ara bölgeydi ve kontrol edilmesi en zor ülkelerden biriydi. Dünyada kontrol edilmesi en zor coğrafyalardan biriydi. Aynı Afganistan gibi. Bush, ikisine de müdahale etti ve güya düşman ilan ettiği İran'a altın tepside iki hediye sunmuş oldu.

-Sizce İsrail'le yaşanan gerilim Türkiye'nin Filistin meselesinin çözümüne yardımcı olma şansını zayıflattı mı?

Mavi Marmara krizi önceden öngörüldü mü, öngörülmedi mi, bilemiyorum. Ama bence Türkiye için de Arap dünyası için de bir kazan kazan sonucu doğurdu. Türk devleti için, bu davranış ciddi ve karalı olduğunun göstergesi oldu. Türkiye kamuoyunun bu konuda ne kadar hassas bir konu olduğu anlaşıldı. Tükiye'nin Filstinlilerin hakkını savunmak için gösterdiği çaba büyük takdir topladı. Ve bazen içerideki tartışmalara odaklanmış bakışları, bu tür hadiselerle dışarıya çevirmek de faydalıdır. Gazze'deki dram, dünyanın gündemine girmiş oldu. İsrail'le ilişkiler de zamanla normalleşecektir. İsrail gemileri iade edeceğini duyurdu.

İSRAİL İLE İYİ İLİŞKİLER ÖNEMLİ; TÜRKİYE EKSENLERİ ARTIRIYOR

-Sizce Türkiye'nin İsrail'le ilişkilerinin devamı mı, kesilmesi mi Arapların lehine?

Bence Türkiye'nin bu olaydaki amacı, Arap ülkelerini mahcup duruma düşürmek değildi. Bu tür girişimleri dengeli bir şekilde yürütüp, maksadın aşılmamasına, olayın başka taraflara kaymamasına dikkat etmek gerekir. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in dile getirdiği 'Türkiye'nin İsrail'le ilişkilerini bozmasını istemiyoruz. Çünkü arabuluculuğuna ihtiyacımız var" görüşüne tamamen katılıyorum. Kesinlikle Türkiye, Arap-İsrail ihtilafında rolünü sürdürmeli ve İsrail üzerindeki etkisini çözüm için kullanmalı. Bundan sonra yeni gemilere ihtiyaç yok. Mesaj yeterliydi. Çünkü mesaj, Gazze konusundaki umursamazlık duvarının yıkılmasıydı. Artık yüzlerce gemi göndermeye gerek yok. Allah orada şehit olanların ruhunu şad etsin. Şimdi önemli olan, bu felaketi olumlu bir sonuca dönüştürmek.

-Sizce Arap sorunlarıyla fazla ilgilenerek Türkiye eksen mi değiştiriyor?

Ne yaparsanız yapın, Batı eleştirmek için bir şey bulacaktır. Bu yönde adım atsanız, İslami siyaset izliyorsunuz, İsrail'in çıkarına değil diyecekler. AB üyeliği için çalışırken de insan hakları, demokrasi, Kıbrıs, Kürt meselesi gibi birçok sorun gündeme getirecekler. Son dönemde terörün tırmanması da normal değil, bence orkestre edilen bir durum bu. Elbette yapılması gereken, Batı ile çatışmacı bir ilişkiye girmek değil. Hayır, bu Türkiye'nin çıkarına değil ve bunu yapmıyor. Aslında Türkiye, Arap dünyası ile Rusya ile Batı ile eksenleri artırıyor. Türkiye'nin bütün bu alanlarda etkin olarak gücünü artırması, Batı ile pazarlıkta elini güçlendirmesi açısından çok önemli. İngiliz deyiminde söylendiği gibi, hesaba katılmak istiyorsanız, ayağa kalkmalısınız. Eğer ayağa kalkarsanız, bu bize de yarayacak, size de.

BM'DEKİ TÜRK OYU, SON SAATE KADAR ÇEKİMSERDİ

-İran konusunda Arapların büyük kaygısı var. Türkiye'nin bu alanda izlediği politikayı nasıl buluyorsunuz?

Türkiye'nin BM'de hayır diyerek belli bir çizgiyi geçip geçmediği konusunda farklı tezler var. BM'deki oylamadan 1 saat önceye kadar Türkiye'nin pozisyonu, çekimser yönünde oy kullanmaktı. Ancak bir şey oldu. İran, Türkiye'ye çok yüklendi. Çok baskı yaptı. Brezilya'nın, ABD ile çok farklı alanlarda önemli sorunları var. Biliyorsunuz, BM'de herkes konunun özünden ziyade kendi ajandasına göre oy verir. Çin ve Rusya'nın da kendi hesapları vardı. Türkiye de Tahran'la diyalog penceresinin açık kalması adına İran'ın talebini kabul etti. Ama bu ABD için ikna edici olmadı. Amerika, Lübnan'da fazla baskı yapmaması için bazı iyi şeyler söyledi. Ve Lübnan çekimser oy kullandı sonunda. Günün sonunda gerçekleşen, bizim gerçekten istediğimizdi.

İranlılar çok zeki dış politikaları olduğunu düşünüyorlar, ama bence çizgiyi aşıyorlar. Dünya ile karşı karşıya gelmek, İran'ın çıkarına değil. Her gün İran aleyhine yeni kararlar anlıyor. En son AB yaptırım kararlarını onayladı. Bu meydan okuyan yaklaşım gittikçe İran'a zarar veriyor.

SAVAŞ SIRASINDA HER GÜN ERDOĞAN İLE TEMASTAYDIM

-İsrail, Lübnan'a saldırdığında başbakandınız, çok sıkıntı çektiniz. Gözyaşlarınız ve feryatlarınız gazetelerimize manşet olmuştu. Şimdi herkes yeni bir saldırıdan söz ediyor. Böyle bir beklentiniz var mı?

Lübnan tarihinin belki de en zor döneminde başbakanlık yaptım. Türkiye'nin ve Türk halkının büyük desteğini gördüm. Başbakan Erdoğan'la her gün temastaydım. Bize prefabrik evler ve okullar gönderdi. Benim ve Hariri'nin memleketi olan Sayda'da bir travma tedavi merkezinin açılmasına öncülük etti. İsrail'in saldırganlık mentalitesi hep vardı, bugün de vardır. Bu açıdan İsrail'in her zaman böyle bir şey yapabileceğini düşünerek hazırlıklı olmalı. BM Güvenlik Konseyi'nden 1701 sayılı kararın çıkarılması kolay olmadı. Bütün taraflar buna uymalı. Maalesef İsrail buna uymuyor.

-Hükümetteki ortağınız Hizbullah, Başbakan Hariri'nin babasına yapılan suikasti soruşturan uluslararası mahkemenin kararını tanımayacağını açıkladı. Bu durum, hükümetin devrilmesine yol açar mı?

Önce şunu sormamız lazım: Neden biz böyle bir uluslararası mahkeme kurulmasını istedik? Çünkü Lübnan yakın dönemde birçok siyasi suikast yaşadı ve hiçbiriyle ilgili soruşturmadan netice çıkmadı. 2 cumhurbaşkanı, 3 başbakan, birçok bakan, milletvekilleri, yazarlar, gazeteciler ve din adamları katledildi. Lübnan için en önemli şey, adeta varlık sebebi nedir? Bu, demokrasidir ve ifade özgürlüğüdür. Şayet bu ortadan kalkarsa, geriye Lübnan'dan ne kalır. Bu ülke, açıklığı, demokrasisi, ifade özgürlüğü ve ekonomik özgürlüğü ile vardır. Bu cinayetler aydınlanamıyorsa, özgürlük tehlikede demektir. Uluslar arası mahkemeden talebimiz, öncelikle Refik Hariri'nin katillerini bulması değil. Asıl arzumuz, bu tür katliamları yapanların dokunulmazlıklarının kalkması. Buradaki amaç, birilerinden intikam almak, birileri aleyhine suç üretmek veya bu vesileyle Hizbullah'a, İran'a saldırmak değil. Sadece adalet istiyoruz.

-Ama Hizbullah bu mahkemenin kararının, İsrail'in eseri olacağını söylüyor?

Hizbullah baştan beri bu mahkemeye sıcak bakmadı. Halbuki ülkemizdeki farklı gruplar arasındaki ulusal uzlaşmanın birinci hedefi uluslararası mahkemeydi. Uluslararası mahkemenin kararını ne zaman açıklayacağı üzerine konuşulabilir. Ama kararını kimse etkileyemez. Çünkü sadece Lübnan'dan değil, orada birçok ülkeden yargıçlar var. Halkın önünde, şeffaf şekilde cereyan ediyor, hiçbir şeyi saklamak mümkün değil. İnanıyorum ki, objektif bir karar verecektir. Ayrıca sürekli mahkeme hakkında konuşmak faydalı değil. Mahkeme hakkında, soruşturmalar hakkında, prosedürler hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Bu tür konuşmalar, konuyu politize ediyor. Ben başbakan iken mahkeme hakkında hiçbir kanaat açıklamama ilkesine sadık kaldım. Şimdi de herkes böyle davranmalı. Çünkü mahkeme hiçbir şey açıklamadığı halde neden yorumlar yapılıyor? Sızan bilgiler, yapılan yorumlar anlamsız.