Chris Patten: Britanya'nın seçim sonrası işi zor
Böbürleniyormuş gibi görünmek istemem, fakat Muhafazakâr Parti'nin Britanya'da kazandığı son seçim, John Major'ın başbakan olduğu 1992'deydi.
Zaferle sonuçlanan seçim kampanyasını parti başkanı sıfatıyla ben yürütmüştüm. Galip çıktık, fakat ben kendi bölgemde kazanıp milletvekili olamadım ve sömürgenin son Britanya valisi olarak Hong Kong’a gönderildim. Bu yüzden Mufazakâr Parti 1990’ların ortasında yönetme iradesini kaybedip Britanya’nın Avrupa’daki rolüne dair kendisini paramparça ederken ülkede değildim. Winston Churchill’in de dediği gibi, siyasi intiharla ilgili sorun şudur: İntihar sonrası hayatta kalırsınız ve pişman olursunuz.
Resesyon sonrası iyileşme dönemi boyunca ekonominin dümeninde olmasına rağmen Major 1997’deki seçimi Tony Blair’e kaybetti. 18 yıllık Muhafa-zakâr iktidar sona ererken, 13 yıllık İşçi Partisi dönemi başladı. Bu 13 yıllık dönem de 6 Mayıs’ta sona erecek ve yeni bir hükümet başa gelecek gibi görünüyor.
Brown hovardalığa göz yumdu
Blair güçlü bir ekonomik miras devraldı ve dürüst olmak gerekirse, o mirası yerle bir etmedi. O ve maliye bakanı Gordon Brown, seleflerinin kamu harcaması planlarına sıkı sıkıya bağlı kaldı. İşçi Partisi’nin iktidardaki ilk dokuz yılında kamu harcamalarının gayrısafi milli hasıla içindeki oranı, Muhafazakâr dönemdeki aynı süreyle kıyaslandığında daha düşüktü.
Ardından her zamanki Britanya tuzağına düştük. 2007’de başbakan olan Brown harcama ve borçlanma hovardalığına göz yumdu, velhasıl küresel kriz vurduğunda Britanya zaten yapısal bir bütçe açığından ve kredi ifradından mustaripti. Britanya felakete diğer ülkelerin büyük kısmından daha hazırlıksız yakalandı. Seçimi kim kazanırsa kazansın, gayrısafi milli hasılanın yüzde 12’sine tekabül eden bütçe açığını azaltmak ve ekonomiyi tekrar sürdürülebilir iyileşme rotasına sokmak gibi korkunç bir görevle karşı karşıya olacak.
Sistem İşçi Partisi’ne çalışıyor
Muhafazakârların, kendilerini tekrar siyasetin merkezine taşıyan (seçimler genellikle o merkezde kazanılır) David Cameron gibi genç bir liderle kazanması gerekir. Brown liderliğindeki İşçi Partisi popüler değil, zira ekonomideki sorun derin ve partinin yeni fikirlerden yoksun olduğuna dair yaygın bir kanı söz konusu. Nick Clegg liderliğindeki Liberal Demok-ratlar ise dikkat çekici bir çıkış yakaladı ve İşçi Partisi’ni geride bırakmaları
bile mümkün. Fakat Britanya seçiminin öyle bir yapısı var ki, Liberallerin zaferle çıkması neredeyse imkânsız.
Gerçekten de anketler kıran kırana bir yarış olacağını gösteriyor. Sonucu büyük oranda liderler arasındaki televizyon tartışmaları belirleyecek. Bu tartışmalar Britanya seçim kampanyalarında ilk kez düzenleniyor ve Liberal Demokratların bugüne kadarki çıkışında bunların büyük bir katkısı var. Liderlerin hepsi partisine pahalıya patlayacak gaflardan kaçınmak için çok dikkatli hazırlanmış ve şu ana kadar hiçbiri kendisini ayağından vurmadı.
Clegg’in işi neredeyse imkânsız ama Cameron’ınki de olması gerekenden çok daha zor, zira seçim sistemi ağırlıklı olarak Muhafazakârların aleyhinde işliyor. Britanya’nın Galler, İskoçya ve kentler gibi İşçi Partisi eğilimli kesimleri hak ettiğinden daha fazla temsilci çıkarıyor.
İşçi Partisi’nin egemen olduğu seçim bölgeleri genellikle daha küçük ve bölge sınırları nüfus değişimlerini yeterince hesaba katmıyor. Bu nedenle bir Muhafazakârı seçmek için, İşçi Partili bir milletvekilinden daha çok oy gerekiyor. Son seçimde İşçi Partisi genel oy miktarında Muhafazakârlar’dan yüzde 3 oranında fazla oy aldı, fakat 150 sandalye daha fazla kazandı. Durum bugün biraz daha adil, fakat Cameron kazanmak istiyorsa hâlâ dik bir yokuşu tırmanmak zorunda.
Bence bunu başaracak, zira bugünün en güçlü seçim argümanı olan ‘değişim vakti’ni o dile getiriyor. Seçmen, iktidardakiler en değerli kozlarını, yani ‘ehveni şer’ olma niteliğini kaybeder etmez onlardan kurtulmaya meylediyor. İşçi Partisi’nin durumu tam da böyle görünüyor.
Koalisyon zorluğu artırır
Fakat sonuç ne olursa olsun yeni hükümet önünde muazzam zorlu işler bulacak. Kimsenin çoğunluk sağlayamaz ve bir koalisyon veya azınlık hükümetinin zorunlu hale gelirse, zorluk iyice artacak. Yapılması gerekenler, kamu harcamalarını dizginlemek için sert önlemler alma zorunluluğundan ibaret değil. Daha endişe verici olanı, birçok seçmenin bu gerçeği inkâr ediyor gibi görünmesi. Muhtemelen seçim biter bitmez bu gerçeklikle yüzleşecekler ve bu da epey soğuk bir duş olacak.
Her ne kadar gayet ılımlı eğilimlere ve derin bir ideoloji kuşkusuna sahip olsam da, çekirdekten Muhafazakâr biri olarak haliyle Cameron’ın kazanmasını istiyorum. Cameron akıllı, dürüst ve güçlü. Bence iyi bir başbakan olur. Fakat onun yerinde olmayı da istemezdim. Seçmeni şuna ikna etmek için son derece üstün liderlik yetenekleri sergilemesi gerek: Ulusal çöküşü önlemek için daha fazla kamu harcamasına yönelik iştahımızı dizginlemek zorundayız. Ev ekonomisinin eski kuralları hâlâ geçerli. Ayağınızı yorganınıza göre uzatmalısınız; 21. asrın sözüm ona yeni ekonomisinde bile bu böyle.
Bütün Avrupa’da durum aynı
Bence diğer ülkeler de bu dersi öğrenmek zorunda kalacak. Avrupa’da feci durumdaki ülkeler Yunanistan’dan ibaret değil. İspanya ve Portekiz’in kamu maliyesi bir şekilde daha sağlam, fakat bu ülkeler avro bölgesi dahilinde rekabet güçlerini artırmak konusunda muazzam sorunlarla yüz yüze. Sözgelimi İspanya’da maaşlar fazla hızlı artıyor ve verimlilik geride kalıyor.
Gelecek birkaç yılda, insanlar bazı tatsız gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalırken, birçok Avrupa ülkesinde siyasi bir çıngara hazırlıklı olmamız gerekiyor. Siyasetin zaman zaman biraz daha heyecan verici hale geldiği tek ülke Britanya olmayacak. (Britanya’nın son Hong Kong valisi, AB Komisyonu’nun eski dış ilişkiler sorumlusu ve Oxford Üniversitesi’nin rektörü)
Copyright: The Project Syndicate
Radikal
Resesyon sonrası iyileşme dönemi boyunca ekonominin dümeninde olmasına rağmen Major 1997’deki seçimi Tony Blair’e kaybetti. 18 yıllık Muhafa-zakâr iktidar sona ererken, 13 yıllık İşçi Partisi dönemi başladı. Bu 13 yıllık dönem de 6 Mayıs’ta sona erecek ve yeni bir hükümet başa gelecek gibi görünüyor.
Brown hovardalığa göz yumdu
Blair güçlü bir ekonomik miras devraldı ve dürüst olmak gerekirse, o mirası yerle bir etmedi. O ve maliye bakanı Gordon Brown, seleflerinin kamu harcaması planlarına sıkı sıkıya bağlı kaldı. İşçi Partisi’nin iktidardaki ilk dokuz yılında kamu harcamalarının gayrısafi milli hasıla içindeki oranı, Muhafazakâr dönemdeki aynı süreyle kıyaslandığında daha düşüktü.
Ardından her zamanki Britanya tuzağına düştük. 2007’de başbakan olan Brown harcama ve borçlanma hovardalığına göz yumdu, velhasıl küresel kriz vurduğunda Britanya zaten yapısal bir bütçe açığından ve kredi ifradından mustaripti. Britanya felakete diğer ülkelerin büyük kısmından daha hazırlıksız yakalandı. Seçimi kim kazanırsa kazansın, gayrısafi milli hasılanın yüzde 12’sine tekabül eden bütçe açığını azaltmak ve ekonomiyi tekrar sürdürülebilir iyileşme rotasına sokmak gibi korkunç bir görevle karşı karşıya olacak.
Sistem İşçi Partisi’ne çalışıyor
Muhafazakârların, kendilerini tekrar siyasetin merkezine taşıyan (seçimler genellikle o merkezde kazanılır) David Cameron gibi genç bir liderle kazanması gerekir. Brown liderliğindeki İşçi Partisi popüler değil, zira ekonomideki sorun derin ve partinin yeni fikirlerden yoksun olduğuna dair yaygın bir kanı söz konusu. Nick Clegg liderliğindeki Liberal Demok-ratlar ise dikkat çekici bir çıkış yakaladı ve İşçi Partisi’ni geride bırakmaları
bile mümkün. Fakat Britanya seçiminin öyle bir yapısı var ki, Liberallerin zaferle çıkması neredeyse imkânsız.
Gerçekten de anketler kıran kırana bir yarış olacağını gösteriyor. Sonucu büyük oranda liderler arasındaki televizyon tartışmaları belirleyecek. Bu tartışmalar Britanya seçim kampanyalarında ilk kez düzenleniyor ve Liberal Demokratların bugüne kadarki çıkışında bunların büyük bir katkısı var. Liderlerin hepsi partisine pahalıya patlayacak gaflardan kaçınmak için çok dikkatli hazırlanmış ve şu ana kadar hiçbiri kendisini ayağından vurmadı.
Clegg’in işi neredeyse imkânsız ama Cameron’ınki de olması gerekenden çok daha zor, zira seçim sistemi ağırlıklı olarak Muhafazakârların aleyhinde işliyor. Britanya’nın Galler, İskoçya ve kentler gibi İşçi Partisi eğilimli kesimleri hak ettiğinden daha fazla temsilci çıkarıyor.
İşçi Partisi’nin egemen olduğu seçim bölgeleri genellikle daha küçük ve bölge sınırları nüfus değişimlerini yeterince hesaba katmıyor. Bu nedenle bir Muhafazakârı seçmek için, İşçi Partili bir milletvekilinden daha çok oy gerekiyor. Son seçimde İşçi Partisi genel oy miktarında Muhafazakârlar’dan yüzde 3 oranında fazla oy aldı, fakat 150 sandalye daha fazla kazandı. Durum bugün biraz daha adil, fakat Cameron kazanmak istiyorsa hâlâ dik bir yokuşu tırmanmak zorunda.
Bence bunu başaracak, zira bugünün en güçlü seçim argümanı olan ‘değişim vakti’ni o dile getiriyor. Seçmen, iktidardakiler en değerli kozlarını, yani ‘ehveni şer’ olma niteliğini kaybeder etmez onlardan kurtulmaya meylediyor. İşçi Partisi’nin durumu tam da böyle görünüyor.
Koalisyon zorluğu artırır
Fakat sonuç ne olursa olsun yeni hükümet önünde muazzam zorlu işler bulacak. Kimsenin çoğunluk sağlayamaz ve bir koalisyon veya azınlık hükümetinin zorunlu hale gelirse, zorluk iyice artacak. Yapılması gerekenler, kamu harcamalarını dizginlemek için sert önlemler alma zorunluluğundan ibaret değil. Daha endişe verici olanı, birçok seçmenin bu gerçeği inkâr ediyor gibi görünmesi. Muhtemelen seçim biter bitmez bu gerçeklikle yüzleşecekler ve bu da epey soğuk bir duş olacak.
Her ne kadar gayet ılımlı eğilimlere ve derin bir ideoloji kuşkusuna sahip olsam da, çekirdekten Muhafazakâr biri olarak haliyle Cameron’ın kazanmasını istiyorum. Cameron akıllı, dürüst ve güçlü. Bence iyi bir başbakan olur. Fakat onun yerinde olmayı da istemezdim. Seçmeni şuna ikna etmek için son derece üstün liderlik yetenekleri sergilemesi gerek: Ulusal çöküşü önlemek için daha fazla kamu harcamasına yönelik iştahımızı dizginlemek zorundayız. Ev ekonomisinin eski kuralları hâlâ geçerli. Ayağınızı yorganınıza göre uzatmalısınız; 21. asrın sözüm ona yeni ekonomisinde bile bu böyle.
Bütün Avrupa’da durum aynı
Bence diğer ülkeler de bu dersi öğrenmek zorunda kalacak. Avrupa’da feci durumdaki ülkeler Yunanistan’dan ibaret değil. İspanya ve Portekiz’in kamu maliyesi bir şekilde daha sağlam, fakat bu ülkeler avro bölgesi dahilinde rekabet güçlerini artırmak konusunda muazzam sorunlarla yüz yüze. Sözgelimi İspanya’da maaşlar fazla hızlı artıyor ve verimlilik geride kalıyor.
Gelecek birkaç yılda, insanlar bazı tatsız gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalırken, birçok Avrupa ülkesinde siyasi bir çıngara hazırlıklı olmamız gerekiyor. Siyasetin zaman zaman biraz daha heyecan verici hale geldiği tek ülke Britanya olmayacak. (Britanya’nın son Hong Kong valisi, AB Komisyonu’nun eski dış ilişkiler sorumlusu ve Oxford Üniversitesi’nin rektörü)
Copyright: The Project Syndicate
Radikal