Taraf Mehmet Ali Erbil ve Tuğba Erbil olayına girdi

Yaptığı haberlerle ülkede gündem oluşturan Taraf gazetesi bu sefer de Tuğba Erbil'in Mehmet Ali Erbil'den boşanmasına değindi.

Taraf Mehmet Ali Erbil ve Tuğba Erbil olayına girdi
Bu mühim mevzudan ziyadesiyle gıcık kaptı Telesiyej; nazik de bir mevzu tabii, konuşsak bir türlü (kadın hakçılığımıza halel gelebilir Allah korusun) sussak gönül razı gelmiyor (kaynayıp, kaynayıp coşuyor bir yandan) hayır, kadınlarla ilgili pozitif ayrımcılığı şiddetle destekler her zaman Telesiyej, ama doymaz iştahlar karşısında da tedirgin olur haliyle; adalet duygusunun istismarından yana değildir çünkü. Gazetelerde neredeyse her gün Mehmet Ali Erbil ve Tuğba Erbil’in boşanma pazarlıklarını görmeyi de insanın meşrebi kaldırmıyor bir yerde. Bilhassa Tuğba Erbil’in pazartesi günkü Hürriyet’te yayımlanan kısa röportajında, kadın tribünlerine seslenirkenki üslubu hepten bozdu ayarımızı, tribün hedefinin nedenini de pek kavrayamadık ya.. hayır, diyelim ki kadın derneklerini filan arkasına aldı Tuğba Erbil, ne olacak? Binlerce dolarlık çantalarını koluna takıp, kadınlarla birlikte Meclis’e filan mı yürüyecek?


Tuğba Erbil’in, Ayşe Arman’a verdiği röportajdaki: “Ya giden gençliğim, emeğim ne olacak?” “Bunlar kadın haklarıyla ilgili” filan gibi parmak ısırtıcı analizleri, aslında en kadın hakçılarını bile olaydan soğutur ya, o da ayrı.


Şimdi ben bu emek meselesine de biraz takıldım şahsen; tamam dört beş sene birlikte –muazzam bir evde-, hizmetlilerin servisleri eşliğinde yaşamışlar. (İhtimal ki, ellerini sıcak sudan soğuk suya sokmuşluğu da yoktur hani Tuğba Hanım’ın.) Ayşe Özyılmazel’in yazısından öğrendiğime göre hayatında hiç çalışmamış, üretmemiş, emeğin yanından bile geçmemiş hatta; evliliği sırasında evde çamaşır yıkayıp, ütü filan yapmasına da gerek olmadığına göre, emekten kastettiği nedir acaba? Giden gençlik meselesi de bir başka neşe kaynağı tabii; ne eli çabuk bir gençliği varmış yavu, beş yılda nasıl yok olur, nereye gider bu gençlik?


Tuğba Erbil’in, hem mağdur eş, hem de anne olarak bazı taleplerde bulunmaya hakkı vardır tabiatıyla.


Ama adalet anlayışı her şeyden önce insanın kültüründe, duygusunda, zihninde oluşmalıdır değil mi?


Doymaz bir iştahla talep listeleri yapılırsa, hukukun eşitlik ilkesi istismar edilmiş olmaz mı? Pozitif ayrımcılık yaklaşımı da zedelenmez mi? Tuğba Erbil, beş yıllık bir beraberliği bitirirken, 40 bin lira nafaka, üç milyon TL maddi ve manevi tazminat, ayrıca mal rejiminin tasfiyesini istemiş. Mehmet Ali Erbil’in son beş yıl içinde aldığı on üç evin yarısı da talepler arasında. Kısa süreli evliliğinden hayli yüklü bir servetle ayrılmak istiyor Tuğba Erbil. Ama Mehmet Ali Erbil’in iki kızı daha var tabii. Üretmeyen, ailenin ekonomisine hiçbir katkısı olmayan bir eşin, sadece beş yıllık bir beraberlik yaşadığı için, kocanın diğer çocuklarının haklarının yarısını, hatta –üç milyon TL’lik tazminat ve 40 bin TL’lik nafaka da düşünülecek olursa- çok daha fazlasını alması ne kadar vicdanidir, düşünmek gerek.


Kadın haklarından yana olmasıyla bilinen Prof. İsmet Sungurbey’in Medeni Hukukun Temel Sorunları adlı kitabında dile getirdiği, Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi hakkında ciddi endişeleri ve eleştirileri vardır: “(...) Çalışan kişi erkek ise ve kadın, evlilik birliği süresince, gelir getiren bir işte çalışmadığı gibi, erkeğin kazancını da müsrif bir şekilde lüks ve gereksiz şeylere (mesela pahalı kozmetik ürünlere) harcamakta (...) Evlilik sona erdiğinde, erkeğin yapabildiği birikimlerle edindiği malların yarısı üzerinde de pay sahibi olması, yine hakkaniyete uygun değildir.”


Kısaca, zihniyet uygun olmadığında, kadın ya da erkek iki üç evlilik yapıp, sadece birkaç sene evli kaldıktan sonra boşanıp, yasanın adilliğini kullanıp, ömür boyu çalışmadan ferah bir şekilde yaşayabilirler. Evlilikler de iyi bir kazanç kapısına dönüşebilir böylece.




‘Melekler Korusun’ paniğe mi kapıldı nedir


Aslında paniğe kapılması için bir neden de yoktu ya; neticede, yeni dizi Gönülçelen 22.25’te başladığı için sadece son beş dakikası karşılaşıyor onunla.


Hanımın Çiftliği’nin karşısında yine de iyi idare ediyordu Melekler Korusun, birkaç hafta öncesine kadar.


Ama ne olduysa oldu birden.. her şey oluverdi dizide.


Salih Bey öldü. (Tekrar hatırlatayım, o sahnede Hümeyra’nın oyunu hayranlık uyandırıcıydı, herkese internetten bulup izlemelerini öneririm.)


Sonra Salih Bey’in bir gayrı meşru kızı olduğu çıktı ortaya. Artık nefret dolu genç bir kadındı o; ve Salih Bey’in bütün mirasını alıp, Melek Hanım’ı da sokağa atmak istiyordu. (Bütün mirasını nasıl alır yavu? Dizi avukatları uyuyor mu? Salih Bey’in karısı ve bir oğlu vardı. Gerçekten bir gayrı meşru kızı bile olsa, ancak mirasın dörtte üçünü kardeşiyle birlikte paylaşabilir; dolayısıyla kendisine düşecek pay dörtte üçün yarısı, yani dörtte bir buçuk kadar bir hissedir; ki, bu da Melek Hanım’ı evden atmaya yeterli olmaz.)


Bu arada Mert’le Esin evlendi.


Yine bu arada Erkan aniden Esin’e çok âşık olduğunu anladı ve ona olan aşkından bir meczuba dönüverdi, içip içip parklarda sızdı.


Sonra, Mert’in babası oğlunu karısından soğutmak için –mutlaka bir hata yapacaktır düşüncesiyle- Esin’in peşine 24 saat bir adam taktı. Olmadı, Erkan’ın karısına şantaj yapıp, bu konuda onun da desteğini aldı.


Erkan, kızlarını Esin’den alabilmek için dava açtı.


Esin, Masal bebeği kaybedeceğini düşündükçe kendini kaybetti.


Ve tam Mert’le –artık vakittir deyip- halvet olacağı bir sırada, Masal bebeğin marketten alınan bezlerinin Erkan’ın arabasında kaldığını fark edip, ona “çabuk arabaya gel” mesajını çekti; ki, o sırada Erkan’ın karısı Eylül de, en seksi geceliğini giymiş, yatağına uzanmış kocasını bekliyordu.


Esin, arabanın arka koltuğundaki yumuşacık bebek bezi paketini nedense çekip çıkartamadı bir türlü, eski sevgilisinden yardım istedi. Erkan da onu kıracak değil ya; bindi arabaya.. iki genç ve güçlü kuvvetli insan çekiştirip çekiştirip bir türlü çıkaramazken iki koltuk arasına sıkışmış çocuk bezi paketini, bunca yakınlık onları baştan çıkarıverdi haliyle, öpüşmeye başladılar.


Veee.. 24 saat böyle bir fotoğraf yakalamak için kapıda nöbet tutan Mert’in hain babasının adamı o anı ölümsüzleştiriverdi.


Yok artık daha neler!


Var, var aslında dahası da ama.. benim bünyem yoruldu, freni çektim!


Hayatın gerçeklerinden yola çıkarak hayat hikâyeleri sunarken, hayatın bir aynası olduğunu iddia eden dizilerde kurgu olarak hayatın akışı hızlandırılabilir, yoğunlaştırılabilir, bölümlere ayrılabilir, zamanla oynanabilir; bunların hepsi rasyonel bir drama anlayışıyla gerçekleştirilir ve seyirci de bu hikâyenin olabilir her türlü halini kabul eder. Ama kurguya mekanik çözümler getirilirse, gerçeklik zorlanırsa dizi sırıtır. Gerçekliğini kaybeder. Yoksa iyi gidiyordu Melekler Korusun, hayatla bağlantısı mantıklıydı, kendi temposunda huzurlu akıyordu, zorlamalar yaşanmıyordu, bir casalinga durumları vardı ki, iyi geliyordu insana.


Öyle kalsaydı keşke.