Bgc Sunay Akın'ı Ağırladı
Şair ve yazar Sunay Akın, bir milletin kendi değerlerini unutup inkar ettiği zaman zayıflayarak başka milletlerin uyruğu haline geldiğini söyledi.
Sunay Akın, Bursa Gazeteciler Cemiyeti ile Nilüfer Belediyesi'nin birlikte düzenlediği "Aydınlarla Yüz Yüze" söyleşilerinin konuğu oldu. Bursa Gazeteciler Vakfı Başkanı Ahmet Emin Yılmaz'ın açış konuşmasıyla başlayan ve Basın Kültür Sarayı'nda gerçekleşen "Ay Hırsızı" başlıklı söyleşide, ağırlıklı olarak Türkiye'nin "aydınlanma" tarihi üzerinde duran Sunay Akın'ın yaklaşık 2 saatlik konuşması ilgi ile izlendi. Günümüzdeki gelişmeleri, mitoloji, sanat ve edebiyat tarihinden ile toplumsal olaylardan derlediği çok sayıda örnekle değerlendiren Akın, "Kendi aydınlanma tarihimizi, demokrasi tarihimizi bir tarafa bıraktık. Onu öğrenmedik, öğretmedik, unuttuk. Bu yüzden bu kavramları kökleri bizde olmayan, tarihimize yabancı kavramlar sanıyoruz. Gelip dayandığımız açmazlarda bu ihmalimizin, kastımızın, bilgisizliğimizin büyük payının olduğunun unutmamak lazım" diye konuştu.
Fahrettin Paşa'nın üstün İngiliz ordusunun kuşatması altındaki Medine'yi büyük bir kararlılıkla savunmasını hatırlatarak sözlerine başlayan Akın: "Siz hiç çekirge yediniz mi? Atların sidiğini içtiniz mi? Fahrettin Paşa ile askerleri bir yıl boyunca bu gıda ile ve bu içecekle direndiler kuşatmacılara. Bu kendiliğinden olan bir şey değildir. Öncesi olmadan böylesi hamleler yapılamaz satrançta. İşte o öncesi, bizim aydınlanma hareketimizdir. O aydınlanmadır ki bize Çanakkale'yi kazandırmış, ardından da Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'i kazandırmıştır" dedi.
Mobidik'in yazarı Herman Melville'in İstanbul'a gelir gelmez Anadolu Hisarı'na geçip Rumeli Hisarı'nı oradan gözlediğini ve bu hisarın görünüşünden 2. Mehmet'in kufi yazı ile yazılmış imzasını gördüğünü kaydeden Akın şunları söyledi: "Çünkü II. Mehmet o hisarın kuruluşunda hükümdarlığını bir tarafa bırakıp amele gibi çalışmıştı. Orada çalışmayan o taşlara imzasını atamazdı. Melville bunu gören adamdı. Milletler durup durduk yerde zayıflamaz, durup durduk yerde başka milletlerin uyruğu olmaz veya ölmezler. Değerlerini unutur, inkar eder, yerine başka değerleri koyar, onları yüceltirlerse satranç tahtasında gereken hamleleri
yapamazlar. Satrançta gereken hamleyi yapamayan ne olur biliyorsunuz. O hamleleri yapamayan milletler yaşama imkanı bulamazlar, ölürler".
Atatürk döneminde Taksim'de inşa edilen Cumhuriyet Anıtı'ndan bahseden Akın, bu anıt için uluslararası bir yarışma düzenlendiğini, bu yarışma sonunda İtalyan heykeltıraş Kanonika'nın projesinin seçildiğini ifade ederek, "Cumhuriyetin çok önemsediği böylesi eserler için bile devletin olanaklarının kıt kanat olduğu o günlerde, bu anıt için en büyük bağışı kimin yaptığını biliyor musunuz? Berç Keresteciyan! Kimdi Berç Keresteciyan? Agop Martahanyan gibi Ermeni yurttaşlarımızdan biriydi. Agop Martahanyan'ı bilmek zorundasınız. Türk dilinin büyük ustası Agop Dilaçar'dan söz ediyoruz. Dilaçar'ı Atatürk, Türkçeye katkıları nedeniyle lakap olarak vermişti ona. O ise, hayatı boyunca bunu soyismi olarak kullandı. Sloganları bir yana bırakın. Kimi olayların sloganlarla ifadesi, onu çok sıradan kılıyor, basite indirgiyor. Ama işte, halkların aslında kardeş oldukları veya olmaları gerektiği bir şey ifade ediyorsa o da Dilaçar gibi, Keresteciyan gibi insanların çabalarında somutlanan şeydir" dedi.
İtalyan heykeltıraş Kanonika'nın eseri olan Cumhuriyet Anıtı'nın aslında tamamlanmamış bir eser olduğunu dile getiren Akın, "Onca tören yapılıyor. Oraya gidilip çelenkler bırakılıyor. Ama o anıtın tamamlanması gerektiği kimsenin aklına gelmiyor. Bu eksiklik kimsenin umurunda da olmuyor. Tıpkı anıtın bir yüzünde yer alan Sabiha Ziya rölyefinin orada ne işinin olduğunun kimsenin aklına gelmediği gibi" diye konuştu.
Sabiha Ziya'nın, Kanonika'nın atölyesinde çalışmak üzere yarışma ile seçilen güzel sanatlar öğrencisi olduğunu hatırlatan Akın, "Kimileri Sabiha Ziya'nın İtalya'ya gönderilmesine şiddetle karşı çıktı. Bir Türk kızını nasıl göndeririz diyorlardı. Mustafa Necati ise, 'Mademki sınavı o kazandı, gidecektir' dedi. Mustafa Kemal de onu destekledi. İtalya'ya Sabiha Ziya gitti. O anıtta da çağdaş Türk kadını olarak yerini aldı. İlk Mustafa Kemal heykeli Sarayburnu'ndaki heykeldir. Orada çaresizlik içinde, kokuşmuş saraya ve onun bel bağladığı Avrupa ülkelerine sırtını çevirmiş, Anadolu'ya bakmaktadır. Bu duruş, uygarlık denilen satranç oyununda son derece güçlü ve büyük bir taşın duruşudur. Sömürgeciliğin, işgalciliğin hangi güçle mat edildiğinin
anlatımıdır. Yine görmesini bilene büyük bir hamleyi işaret etmektedir" dedi.
"Atatürk'ün ilk heykelinin Sarayburnu'na konulduğu ve sırtının nereye, yüzünün hangi yöne dönük olduğunu bilmemek ya da bu duruşu rastlantı sanmak, bakıp da görememek, toplumun içinden çıkılamayacak bir kör kuyuya sürüklendiğinin kanıtıdır" diyen Akın, sözlerini şöyle sürdürdü:
"O heykeli yapan da Krippel'dir. O Krippel ki Ankara, Ulus Meydanı'ndaki Zafer Anıtı'nın da sanatçısıdır. 1927 yılında oraya konulan bu heykelin de müthiş bir öyküsü vardır: Krippel, heykeli meydana yerleştirdiğinde büyük, hem de çok büyük bir hata fark edilir. Sanatçının, at üstündeki Atatürk'ün iki yanına koyduğu askerler Türk askerleri değildir. Kurtuluş savaşı sırasında askerlerimizin miğferleri olmadığı gibi, üniformaları da farklıydı. Krippel'in anıtındaki heykeller adeta birer Alman askerine benzemektedir. Açılış töreninden önce bu büyük gafı görenler, artık geri dönüşü olmayan bir yola girildiğinden çaresiz kalırlar. Çünkü heykel meydana dikilmiş ve açılışa da çok az bir süre kalmıştır. Açılışta herkes Atatürk'e bakmaktadır merakla. Acaba, heykeldeki hatayı fark edecek mi, görürse ne yapacak diye bir telaş, bir merak. Derken, Atatürk, Krippel'in yanına gider, sanatçıya elini uzatır ve şunları söyler: "Sizi tebrik ederim beyefendi. Mehmetçiği hep görmek istediğim çağdaş, modern kıyafetler içinde yapmışsınız". Sanatçının ayrıntıdaki bir kusurunu yüzüne vurmak yerine, onun sanatındaki yetkinliğini övmek! İşte bu da büyük bir satranç hamlesidir. O hamle hiç unutulmasın, hep hatırlansın diye o askerler öylece kalmıştır yerinde. Bunu hatırlayan kaç kişi var aramızda söyler misiniz? Oysa bunlar unutulası şeyler değildir. Bunları unutan tarihini de, tarihindeki Kurtuluş Savaşı gibi bir destanı da, çağının önüne geçmiş II. Mehmet'i de, Mimar Sinan'ı da unutur. Bunları unutan bu memleketi unutur! Her biri zengin bir öyküye sahip Taksim Cumhuriyet Anıtı, Ulus Zafer Anıtı gibi, Abdülmecit tarafından 1840'ta dikilen ve laikliği sembolize eden Küre Anıtı da bizim anıtımızdır. Obama, TBMM'de konuşurken Abdülmecit'i andı, biliyorsunuz. Tuğralı bir taşı Amerika'ya gönderdi diye. Oysa Abdülmecit'i asıl başka bir olay nedeniyle anmalıydı: Köleliği Amerika'daki zencilerin beyazlarla eşit haklar elde etmelerinden neredeyse yüz yıl önce yasakladığı için! Bunu herkes düşündü belki, ama hatırlatan olmadı. İşte bunlar bizim aydınlanma tarihimizin Cumhuriyetle taçlanan kilometre taşlarıdır. Şimdi milletin geldiği yere bak! Bu anıtlar bizimdir. Bu insanlar bizim insanlarımızdır. Sultan II. Mehmet'ten Mustafa Kemal Atatürk'e, Fahrettin Paşa'dan, Mimar Sinan'a, Abdülmecit'ten Keresteciyan'a, Agop Dilaçar'a bizimdir. Bu gardrop bizimdir: Başkasının giysilerini sırtınıza geçirmek ister misiniz? Başkalarının ter kokusunu duymak ister misiniz? Elbette kimse istemez bunu. Ama bunlar bizimdir ve birbirlerini dışlayan değil tamamlayan eserlerimizdir."
Sunay Akın, söyleşi sonunda kitaplarını imzalayarak okurlarıyla sohbet etti.
Fahrettin Paşa'nın üstün İngiliz ordusunun kuşatması altındaki Medine'yi büyük bir kararlılıkla savunmasını hatırlatarak sözlerine başlayan Akın: "Siz hiç çekirge yediniz mi? Atların sidiğini içtiniz mi? Fahrettin Paşa ile askerleri bir yıl boyunca bu gıda ile ve bu içecekle direndiler kuşatmacılara. Bu kendiliğinden olan bir şey değildir. Öncesi olmadan böylesi hamleler yapılamaz satrançta. İşte o öncesi, bizim aydınlanma hareketimizdir. O aydınlanmadır ki bize Çanakkale'yi kazandırmış, ardından da Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'i kazandırmıştır" dedi.
Mobidik'in yazarı Herman Melville'in İstanbul'a gelir gelmez Anadolu Hisarı'na geçip Rumeli Hisarı'nı oradan gözlediğini ve bu hisarın görünüşünden 2. Mehmet'in kufi yazı ile yazılmış imzasını gördüğünü kaydeden Akın şunları söyledi: "Çünkü II. Mehmet o hisarın kuruluşunda hükümdarlığını bir tarafa bırakıp amele gibi çalışmıştı. Orada çalışmayan o taşlara imzasını atamazdı. Melville bunu gören adamdı. Milletler durup durduk yerde zayıflamaz, durup durduk yerde başka milletlerin uyruğu olmaz veya ölmezler. Değerlerini unutur, inkar eder, yerine başka değerleri koyar, onları yüceltirlerse satranç tahtasında gereken hamleleri
yapamazlar. Satrançta gereken hamleyi yapamayan ne olur biliyorsunuz. O hamleleri yapamayan milletler yaşama imkanı bulamazlar, ölürler".
Atatürk döneminde Taksim'de inşa edilen Cumhuriyet Anıtı'ndan bahseden Akın, bu anıt için uluslararası bir yarışma düzenlendiğini, bu yarışma sonunda İtalyan heykeltıraş Kanonika'nın projesinin seçildiğini ifade ederek, "Cumhuriyetin çok önemsediği böylesi eserler için bile devletin olanaklarının kıt kanat olduğu o günlerde, bu anıt için en büyük bağışı kimin yaptığını biliyor musunuz? Berç Keresteciyan! Kimdi Berç Keresteciyan? Agop Martahanyan gibi Ermeni yurttaşlarımızdan biriydi. Agop Martahanyan'ı bilmek zorundasınız. Türk dilinin büyük ustası Agop Dilaçar'dan söz ediyoruz. Dilaçar'ı Atatürk, Türkçeye katkıları nedeniyle lakap olarak vermişti ona. O ise, hayatı boyunca bunu soyismi olarak kullandı. Sloganları bir yana bırakın. Kimi olayların sloganlarla ifadesi, onu çok sıradan kılıyor, basite indirgiyor. Ama işte, halkların aslında kardeş oldukları veya olmaları gerektiği bir şey ifade ediyorsa o da Dilaçar gibi, Keresteciyan gibi insanların çabalarında somutlanan şeydir" dedi.
İtalyan heykeltıraş Kanonika'nın eseri olan Cumhuriyet Anıtı'nın aslında tamamlanmamış bir eser olduğunu dile getiren Akın, "Onca tören yapılıyor. Oraya gidilip çelenkler bırakılıyor. Ama o anıtın tamamlanması gerektiği kimsenin aklına gelmiyor. Bu eksiklik kimsenin umurunda da olmuyor. Tıpkı anıtın bir yüzünde yer alan Sabiha Ziya rölyefinin orada ne işinin olduğunun kimsenin aklına gelmediği gibi" diye konuştu.
Sabiha Ziya'nın, Kanonika'nın atölyesinde çalışmak üzere yarışma ile seçilen güzel sanatlar öğrencisi olduğunu hatırlatan Akın, "Kimileri Sabiha Ziya'nın İtalya'ya gönderilmesine şiddetle karşı çıktı. Bir Türk kızını nasıl göndeririz diyorlardı. Mustafa Necati ise, 'Mademki sınavı o kazandı, gidecektir' dedi. Mustafa Kemal de onu destekledi. İtalya'ya Sabiha Ziya gitti. O anıtta da çağdaş Türk kadını olarak yerini aldı. İlk Mustafa Kemal heykeli Sarayburnu'ndaki heykeldir. Orada çaresizlik içinde, kokuşmuş saraya ve onun bel bağladığı Avrupa ülkelerine sırtını çevirmiş, Anadolu'ya bakmaktadır. Bu duruş, uygarlık denilen satranç oyununda son derece güçlü ve büyük bir taşın duruşudur. Sömürgeciliğin, işgalciliğin hangi güçle mat edildiğinin
anlatımıdır. Yine görmesini bilene büyük bir hamleyi işaret etmektedir" dedi.
"Atatürk'ün ilk heykelinin Sarayburnu'na konulduğu ve sırtının nereye, yüzünün hangi yöne dönük olduğunu bilmemek ya da bu duruşu rastlantı sanmak, bakıp da görememek, toplumun içinden çıkılamayacak bir kör kuyuya sürüklendiğinin kanıtıdır" diyen Akın, sözlerini şöyle sürdürdü:
"O heykeli yapan da Krippel'dir. O Krippel ki Ankara, Ulus Meydanı'ndaki Zafer Anıtı'nın da sanatçısıdır. 1927 yılında oraya konulan bu heykelin de müthiş bir öyküsü vardır: Krippel, heykeli meydana yerleştirdiğinde büyük, hem de çok büyük bir hata fark edilir. Sanatçının, at üstündeki Atatürk'ün iki yanına koyduğu askerler Türk askerleri değildir. Kurtuluş savaşı sırasında askerlerimizin miğferleri olmadığı gibi, üniformaları da farklıydı. Krippel'in anıtındaki heykeller adeta birer Alman askerine benzemektedir. Açılış töreninden önce bu büyük gafı görenler, artık geri dönüşü olmayan bir yola girildiğinden çaresiz kalırlar. Çünkü heykel meydana dikilmiş ve açılışa da çok az bir süre kalmıştır. Açılışta herkes Atatürk'e bakmaktadır merakla. Acaba, heykeldeki hatayı fark edecek mi, görürse ne yapacak diye bir telaş, bir merak. Derken, Atatürk, Krippel'in yanına gider, sanatçıya elini uzatır ve şunları söyler: "Sizi tebrik ederim beyefendi. Mehmetçiği hep görmek istediğim çağdaş, modern kıyafetler içinde yapmışsınız". Sanatçının ayrıntıdaki bir kusurunu yüzüne vurmak yerine, onun sanatındaki yetkinliğini övmek! İşte bu da büyük bir satranç hamlesidir. O hamle hiç unutulmasın, hep hatırlansın diye o askerler öylece kalmıştır yerinde. Bunu hatırlayan kaç kişi var aramızda söyler misiniz? Oysa bunlar unutulası şeyler değildir. Bunları unutan tarihini de, tarihindeki Kurtuluş Savaşı gibi bir destanı da, çağının önüne geçmiş II. Mehmet'i de, Mimar Sinan'ı da unutur. Bunları unutan bu memleketi unutur! Her biri zengin bir öyküye sahip Taksim Cumhuriyet Anıtı, Ulus Zafer Anıtı gibi, Abdülmecit tarafından 1840'ta dikilen ve laikliği sembolize eden Küre Anıtı da bizim anıtımızdır. Obama, TBMM'de konuşurken Abdülmecit'i andı, biliyorsunuz. Tuğralı bir taşı Amerika'ya gönderdi diye. Oysa Abdülmecit'i asıl başka bir olay nedeniyle anmalıydı: Köleliği Amerika'daki zencilerin beyazlarla eşit haklar elde etmelerinden neredeyse yüz yıl önce yasakladığı için! Bunu herkes düşündü belki, ama hatırlatan olmadı. İşte bunlar bizim aydınlanma tarihimizin Cumhuriyetle taçlanan kilometre taşlarıdır. Şimdi milletin geldiği yere bak! Bu anıtlar bizimdir. Bu insanlar bizim insanlarımızdır. Sultan II. Mehmet'ten Mustafa Kemal Atatürk'e, Fahrettin Paşa'dan, Mimar Sinan'a, Abdülmecit'ten Keresteciyan'a, Agop Dilaçar'a bizimdir. Bu gardrop bizimdir: Başkasının giysilerini sırtınıza geçirmek ister misiniz? Başkalarının ter kokusunu duymak ister misiniz? Elbette kimse istemez bunu. Ama bunlar bizimdir ve birbirlerini dışlayan değil tamamlayan eserlerimizdir."
Sunay Akın, söyleşi sonunda kitaplarını imzalayarak okurlarıyla sohbet etti.