Eurolig'de her an her şey olabilir

Fenerbahçe Ülker'in Cholet'e yenilmesiyle 2005-2006'dan sonra ilk kez 5 hafta sonunda yenilgisiz takım kalmazken, Efes Pilsen CSKA'yı rahat geçip işleri yoluna koydu.


Eurolig 2010-11 sezonunda 5 hafta geride kalmışken, farz edelim bu Eurolig için bir film tanıtım afişi hazırlıyoruz ya da bir fragman... Hatta iki yıl önce vefat eden ve 5 binden fazla fragman seslendiren efsane ‘Thunder Throat’ lakaplı Don LaFontaine de -hayal bu ya onu da yaşatıyoruz- kelimelere can versin. Kanımca bazı ifadeler şöyle olurdu: Heyecan dolu, sıradışı ama en önemlisi (daha afilli olsun diye ecnebiler gibi yazalım) ‘Unpredictable’ (Tahmin edilemeyen)... Sezon öncesi tahayyül edilen genel kanıların aksinin gerçekleşmesi bir yana, her hafta mutlaka iki-üç maçta beklenenlerin çok dışında farklı sonuçlar cereyan ediyor.
Belki farklı biten bazı maçlar var lakin genel olarak çekişme oranı ve her takımın birbirine şöyle bir dayılanma olasılığı geçen yıllara nazaran çok daha sık gerçekleşiyor. Bu hafta tek namağlup takım olan Fenerbahçe Ülker de Cholet’e yenilince 2005-06 sezonundan bu yana ilk defa 5 hafta sona erdiğinde her takım mağlubiyeti tatmış oldu. Üstelik o yıllarda Eurolig 3 grupta sekizer takımdan oynanıyordu. ‘Her takım er geç mağlubiyeti tadacaktır’ (Aslı elbette böyle değildi) kavramı kendini daha beş hafta dolarken ortaya koymuş oldu.

Dört İspanyol kayıp yaşadı
Önceki yıl yaşanan global mali krizle bütçeleri ve hedefleri küçülen bazı eski Doğu bloku temsilcileri bu yıl ekollerini yeniden canlandırır konumdalar. Zalgiris Kaunas geçen hafta Caja Laboral’ı İspanya’da yenerken bu hafta da güçlü Khimki’yi eli boş gönderdi. Union Olimpija 5 haftada 4 galibiyetle Efes Pilsen’in önünde 50 milyon euro bütçeli Panathinaikos’la grup liderliğini paylaşıyor. Mutevazı Alman temsilcisi Brose Baskets Yunan devi Olympiakos’u mağlup ederken Belçika’nın potansiyel anlamında kadük takımı Charleroi ise Real Madrid’e sadece 49 sayı imkanı tanıyarak onları mağlup ediyor. Üç yıl önce Spirou Dome’da Kerem Tunçeri’li kadrosuyla ULEB Cup’i kazanan R. Madrid aynı salonda tarihinin en ağır yenilgilerinden birini alıyordu. Bu da yetmezmiş gibi geçen yılın şampiyonu ve grubu namağlup kapatan bu yılın da en büyük favorisi Barcelona da bu hafta, hem de geçen sezon iki maçta 15 sayı ortalamayla mağlup ettiği, Siena’ya kaybediverdi.
Beş İspanyol takımından Unicaja hariç hepsi bu haftayı kayıpla geçerken Eurolig tarihinde en son ne zaman dört İspanyol takımının aynı hafta kaybettiğini hatırlayamıyorum.

Rakoçeviç sayı kralı ama...
Ekonomik eksen kaymalarının sık yaşandığı son yıllarda Eurolig de bu girdabın içerisinden payına düşeni alırken alacakaranlık kuşağı emareleri daha sık yaşanıyor. Son sekiz yıl üst üste olmak uzere (Eurolig rekoru) son on yılda dokuz kez Final Four oynama başarısını gösteren CSKA Moskova’nın durumu buna en iyi örneklerden. Küresel ekonomik krizden kötü etkilenen dünyanın en onemli enerji devlerindan Norilsk şirketinin ana destekçi olduğu CSKA Moskova’da da bütçede önemli ölçüde kesintiler oldu. Ancak buna rağmen geçen yıl Khryapa, Siskauskas, Langdon, Holden, Kaun gibi isimleriyle Final Four’a ulaştılar. Fakat bu yıl gecen yıl Partizan’ı F4’E goturen Karadağlı koc Vujoseviç’in gelmesine rağmen Siskauskas, Kaun ve Khryapa gibi isimlerinin sakatlığıyla bir hayli sarsıldılar. Eskisi gibi geniş kadro da olmayınca sakatlıklar parkeye daha derin sirayet edip 4 haftada sadece 1 galibiyet çıkarmalarına neden oldu. Ve CSKA bu hafta Efes Pilsen’in rakibiydi. Efes Pilsen rakibin en onemli yapıtaşı olan Khryapa’nın sakatlıktan döndüğü maçta sezonun derli toplu basketbolunu oynadı belki de. Maçın başındaki sert savunmanın üzerine Rakoçeviç yüksek yüzdeyle kısa sürede attığı 14 sayı (maçı da 21 sayıyla tamamladı) ve Vujciç’in hem hücum hem savunma katkısı, sezon başından beri en çok eleştirdiğimiz Wisniewski’nin asistleri karşılaşmanın daha başından Efes Pilsen’in ağır darbeyi vurmasını sağladı. Üçüncü periyoda kadar bu eksende giden maçta bu dakikalarda yüksek yüzdeyle oynayıp içeride 2.22’lik dev Marjanoviç’i, dışarıda da Gordon ve Vorontsevich’i iyi kullanan CSKA dengeyi saglamıştı ki Sinan Guler, Lawrence Roberts ve son ütücü olarak lider Kerem Tunçeri maçı Efes Pilsen’e getiren gücü sağladılar. Maçın sonunda Rakoçeviç ve Vujciç’in olmadığı Wisniewski, Sinan, Thornton, Nachbar ve Roberts’tan kurulu beş dinamizmi, aklı ve temposuyla 16 sayı farktan giden maçı geri getiren unsur oldu. İyi dış şut yüzdesi, daha fazla içeriyi kullanma ve 34-26’lik ribaunt üstünlüğü maçın kilit noktalarıydı. Efes Pilsen bazı yönlerden düzelir durumda ancak takımın ve hatta Eurolig’in sayı kralı konumundaki Rakoçeviç’in hâlâ kilit anlarda takımın el freni olması en büyük kanayan yara gibi duruyor.

Cholet deplasmanı beklendiği gibi

Fenerbahçe Ülker ise benim özellikle en çekindiğim deplasman olan Cholet’ten kayıpla çıktı. Sarı-Lacivertlilerin bu haftaya kadar dört maçını da kazanarak namağlup gelmesindeki en önemli pay sahipleri olan sert savunma ritminde ve hücumda az hatayla iç-dış dengesi sağlama konularında bu karşılaşmada sapma olunca mağlubiyet de kaçınılmaz oldu. Erman Kunter’in öğrencileri de atletik ve hareketli oyunculardan kurulu bir takım oluşturmanın artılarını çok iyi ve kontrollü şekilde FB Ülker’e kabul ettirince, peş peşe üçüncü galibiyetlerini aldılar. Dominikli Sammy Mejia’nın 29 sayıyla yıldızlaştığı maçta FB Ülker’in Vidmar’ın sakatlığında yardım savunmasında sıkıntı yaşadığını ve boyalı alandan çok sayı yediğini gördük. Bu mağlubiyet hedefler için önemli bir yara değil ancak buradan çıkarılacak dersler çok mühim. Özellikle verilen hücum ribauntları ve yaşanan fuzuli dış şut paniği konusunda.