Rachman: Amerika Türkiye'yi kaybediyor

1945'ten bu yana ABD kendisini 'özgür dünyanın' lideri olarak gördü. Fakat Obama yönetimi küresel politikada beklenmedik ve can sıkıcı bir gelişmeyle yüz yüze

Rachman: Amerika Türkiye'yi kaybediyor
Gelişen dünyadaki en büyük ve stratejik bakımdan en önemli dört demokrasi, yani Brezilya, Hindistan, Güney Afrika ve Türkiye, Amerikan dış politikasıyla giderek sorun yaşıyor. Büyük uluslararası meselelerde ABD'nin yanında saf tutmak yerine, Çin ve İran gibi otoriter güçlerin yanında yer almaya meyyal bir görüntü veriyorlar.

ABD, belki de fazla şaşırtıcı ve gayrıtabii göründüğünden bu gelişmenin önünü almak konusunda yavaş davranıyor. Çoğu Amerikalı demokrasilerin uluslararası meselelerde kendi değerlerini ve fikirlerini paylaşacağını varsayıyor. Cumhuriyetçi aday John McCain, son başkanlık seçimi kampanyasında otoriter güçleri geriletmek için bir küresel demokrasiler ittifakı kurulması çağrısında bulunmuştu. Başkan Barack Obama'nın bazı üst düzey danışmanları da, bir uluslararası demokrasiler birliğine yönelik şevkle kalem oynatıyor.

Fakat dünyadaki demokrasilerin doğal olarak omuz omuza vereceği varsayımının temelsiz olduğu görülüyor. Bunun en son örneği Kopenhag iklim zirvesinde ortaya çıktı. Görüşmelerin son gününde Amerikalılar Obama için Güney Afrika, Brezilya ve Hindistan liderleriyle yüz yüze görüşmeler ayarlamaya çalıştı, fakat her defasında başarısız oldular. Hatta Hintliler başbakanları Manmohan Singh'in çoktan havaalanına doğru yola çıktığını söylediler.

Bu nedenle Obama Çin başbakanı Wen Jiabao'yla son dakika görüşmesine gittiğinde, Çinli lideri tam da Brezilya, Güney Afrika ve Hindistan liderleriyle çoktan derin müzakerelere girişmiş bulunca kendisini biraz enayi gibi hissetmiş olmalı. Sembolik olarak, masada Amerikan başkanına da yer açmak için liderlerin sıkışması gerekti.

Ortada sembolizmden daha fazlası vardı. Kopenhag'da Brezilya, Güney Afrika ve Hindistan gelişmekte olan ülke statülerinin demokratik ülke statülerinden daha önemli olduğuna karar verdi. Çin gibi onlar da yoksul ülkelerin sera gazı salımlarının ABD veya AB'nin salımlarından daha düşük düzeyde tutulmasının temelden adaletsiz olduğunu savundu; haksız da değiller, zira halihazırda atmosferde bulunan karbondioksidin büyük kısmının sorumlusu sanayileşmiş Batı.

Hem Brezilya hem de Çin liderleri manidar bir biçimde aynı sivri şakayı yaptı - onlara göre ABD bir ziyafette tıka basa yedikten sonra komşularını kahve içmeye çağıran ve onlardan hesabı bölüşmelerini isteyen zengin bir adama benziyordu.

İklim değişikliği münferit bir örnek olsaydı, neredeyse ülkeleri zengin-yoksul olarak ayırmak için tasarlanmış, önemli fakat istisnai bir mesele olarak görmezden gelinebilirdi. Fakat aslında Latin Amerika, Afrika, Asya ve büyük Ortadoğu'daki en önemli dört demokrasi olan Brezilya, Güney Afrika, Hindistan ve Türkiye'ye bakarsanız, hiçbirinin ABD'nin ya da daha genel anlamda 'demokrasiler topluluğu'nun güvenilir müttefiki sayılamayacağını açıkça görürsünüz.

Geçen yıl Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva Çin'le kârlı bir petrol anlaşması yaptı, Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez hakkında sıcak sözler sarf etti ve Mahmud Ahmedinecad'ı İran cumhurbaşkanlığı seçimindeki 'zaferinden' dolayı kutlayıp sıcak bir biçimde ağırladı.
2006 sonrası BM Güvenlik Konseyi'ndeki iki yıllık görevleri sırasında Güney Afrikalılar, insan haklarına dair kararların bloke edilmesi ve Zimbabve, Özbekistan ve İran gibi otoriter rejimlerin korunması konusunda Çin ve Rusya'nın yanında yer aldı.

Soğuk Savaş'ta hayati önemde bir Amerikan müttefiki olarak görülen ve sonrasında laik, Batı yanlısı, Müslüman bir demokrasi olarak yegâneliği hep övülen Türkiye, artık Batı için güvenilir bir müttefik değil. Irak işgalinden bu yana Türkiye'deki kamuoyu yoklamaları son derece yüksek oranda Amerikan karşıtlığına işaret ediyor. Ilımlı İslamcı AKP hükümeti Hamas, Hizbullah ve İran dahil olmak üzere Amerika'nın bölgesel düşmanlarıyla temas kuruyor ve İsrail'e karşı giderek hasmane bir tutum sergile-yerek Amerikalıları endişeye gark ediyor.

Hindistan liderleri ABD'yle 'özel bir ilişkileri' olduğu fikrine değer verir görünüyor. Fakat Hintliler bile, iklim değişikliğinden Doha ticaret görüşmelerine, oradan İran veya Birmanya'ya yönelik yaptırımların uygulanmasına kadar bir dizi uluslararası meselede sürekli olarak Amerikalıların karşısında yer alıyor.

Peki neden böyle oluyor? Cevap şu: Brezilya, Güney Afrika, Türkiye ve Hindistan'ın demokrasi kimlikleri, beyaz, zengin ve Batılı dünyanın parçası olmayan gelişen ülke kimlikleriyle dengeleniyor, hatta ikincisi birincisini gölgede bırakıyor. Dört ülkede de kendisini ülke içinde sosyal adaletin, dışında da daha eşitlikçi bir küresel düzenin savunucusu olarak gören partiler iktidarda. Brezilya'daki İşçi Partisi, Hindistan'daki Kongre Partisi, Türkiye'deki AKP ve Güney Afrika'daki Afrika Ulusal Kongresi küreselleşmeye uyum sağlamış durumda - fakat hepsi küresel kapitalizme ve ABD'ye yönelik eski şüphelerin izlerini taşıyor.

Obama selefi George W. Bush'a kıyasla muazzam bir düzelme olarak görülüyor - fakat hâlâ bir Amerikan başkanı. Yükselen küresel güçler ve gelişmekte olan ülkeler sıfatıyla Brezilya, Güney Afrika, Hindistan ve Türkiye belki de sık sık, yükselen Çin'le ortak noktalarının demokratik ABD'den daha fazla olduğunu hissediyor.