Darbe Erbakan'a değil karıma yapıldı

Askerin bir numara olduğu dönem bittiğini belirten Özer Uçuran Çiller “28 Şubat'ta Darbe Erbakan'a değil karıma yapıldı” diye konuştu.

Sanem Altan'ın röportajı
Geçtiğimiz hafta Yeniköy’deki o çok meşhur Çiller yalısına gittim, Özer Çiller’le yeni kitabı Yazgı’yı konuşmak için. Bu dördüncü kitabı. Kendini sevmeyi, duaların ve hayallerin gücünü, tanrının parçacıklarını, vücut titreşimlerini, bunların tedavilerde nasıl kullanıldığını konuştuk uzun uzun. Özer Çiller beni bağışlarsa bir şey itiraf etmek istiyorum.
Hep şöyle düşünmüştüm, o yalıya Tansu Hanım’la röportaj yapmak için gidiyorum. Özer Bey şunu anlattı, ne kadar fazla inanırsam gerçekleşmesi o kadar mümkünmüş bu hayalimin. Onu çok iyi anladım. Bunu deneyeceğim, bakalım olacak mı?
-Daha bir sene bile olmadı “Sırrın Sırrı” kitabınız çıkalı. Şimdi de Doğan Kitap’tan yine “Yazgı, Değişken Kader” adlı kitabınız çıktı. Sırrın Sırrı için olgunluk kitabım demiştiniz, bu kitap ne anlatıyor?
Şu an beşinci kitabı yazıyorum. Tanrısal parçacıklar üzerine. İşkoliğim, boş duramıyorum. Geriye bir şey bırakmak istiyorum. 1990’da yazdım ilk kitabımı, mutlu ve başarılı olma sanatı. Hani, hayatta kendimizi pazarlar dururuz ya. Önce annemize, babamıza, sonra öğretmenimize, patronumuza, eşimize. Yaşlandıkça da tanrıya pazarlıyor insan galiba kendini. Bir iyi insan olayım istiyorsun.
-Ne anlatıyorsunuz bize bu kitapta?
Yaşamımızın amacı kaderi yazgıya dönüştürmektir. Yazgıyla kader aynı anlamı taşımaz. Kaderimize inanmalıyız. Ama kaderimizi yönetebiliriz. Ama bize bunu söylemediler. Kaderimiz değişmezmiş gibi anlattılar. Kader tanrının geleceği bilmesidir. Yazgı kendi hür irademiz. Kaderimizi kendimiz yönetip değiştirdiğimizde yazgımız ortaya çıkar. Yazgı tanrının takdiri ile olacakların yenilenmesi, değiştirilmesidir yani. Kitabı Aydın Doğan’a da imzalayıp gönderdim, bana mektup yazmış, “Özer çok beğendim kitabını, inşallah bizim de kaderimiz yazgımız olur” demiş.
Bendeki evrimleşme son dört senede çok hız kazandı artık kendime saygı duyuyorum, bambaşka bir insanım
-Siz hep meraklı mıydınız bunlara? Nedense, beni bağışlayın ama anlattıklarınız değil ama siz inandırıcı gelmiyorsunuz sanki bize. Neden böyle hissediyoruz sizce?
Çok fazla hakkımda negatif şey okudunuz. Tansu Hanım’dan dolayı hayatımız siyasetin içinde geçti. Başka türlü göründük belki. Ama ilk kitabım 1990 benim. Ben bunlara hep ilgiliydim. Ama ancak fırsatım oldu. Artık bambaşka bir insanım. Hayatımın en güzel dönemini yaşıyorum.
-Yine de bana bunun için çaba sarf ediyormuşsunuz gibi geliyor.
Hep kendime saygı duymak isteyen bir insandım... Her şeyi doğru yapayım. Dürüst olayım. Dürüstlük zor, çünkü hepimizin hayvani bir tarafı var. Hayat çok kısa, ânımı yaşamak istiyorum. Gençken insan bunu anlamıyor. Günümü uzatmaya çalışıyorum artık. Ezik olan insan daha dürüst olur. Bütünsel dürüstlük diyorum buna ben. 4 senedir bu uyanış, kendini gerçekleştirme savaşı veriyorum. Kendini sevmek en önemlisi. Artık kendime saygı duyuyorum. Bendeki evrimleşme son dört senede çok hız kazandı. Telaşlı, hep defansta, kırılgan bir tiptim. Dış dünyayla uğraşıyordum, şimdi iç dünyamla ilgiliyim.
Tamamlayıcı tıbbı benden daha iyi bilen yok dedim kimse çıkıp da ”Sen kim oluyorsun“ demedi
-Aynı zamanda siz tamamlayıcı tıpla da ilgileniyorsunuz...
“Baba, her şeyi ben yaptım deme, belki başkaları daha önce yapmıştır” dedi küçük oğlum geçen gün. O yüzden artık vazgeçtim öyle demekten ama hâlâ inanıyorum benden daha iyi tamamlayıcı tıbbı bilen yok. Hiçbir doktor da çıkıp “Sen kim oluyorsun” demedi zaten.
-Diğerlerinin bilmediği neyi biliyorsunuz?
Bioenerji çok iyi biliyorum. “System information therapy” diyoruz buna. Kronik hastalıklarda enerji blokajları oluyor. Beş bedenimiz var bizim. Doktorlar sadece fiziksel bedenimizle ilgileniyor. Dört enerji bedenimiz daha var. Enerji titrer. Vücudumuzun da bir beden elektriği var. Bu titreşim. Titreşim tıbbı. Richard Gerber diye bir adam var, kitabını yazdı bunun, okuyun mutlaka. Titreşim bilgi veriyor. Vücudumuz saniyede 67 kere titrer. Sağlıklı vücut. Grip virüsü 57 titrer, ceryanda kaldınız bir titrersiniz mesela kontrolsüz, vücut ısısı düşer çünkü, 57 kere titrer, griple eşit titreşime sahip olursun ve yakalanırsın. O virüs rezone olur. Aynı frekansta iki madde birbirini çektiği anda bum diye patlar. Sırrın Sırrı kitabımda var bunlar. Titreşimin bilgi taşıdığını öğrendim. Bilginin taşınması için alternatif akım olmalı. “Vega check” diye bir cihazımız var, 8 dakikada hakkınızda bütün bilgiyi veriyor. İnsanlar buna inanmıyor.
Her şeyin düğmesini değiştiririm gömlekler de benim dizaynım
-Siz nasıl yaşıyorsunuz?
Sabah 07.30’da, 5 gazete ile bir saat saunaya girerim. Tıraşımı saunada olurum, köpüğe hiç gerek yoktur. Sonra jimnastik yaparım, ılık suyum gelir, dualarımı ederim, içerim. 72 yaşındayım 49’dan bile daha gencim. Her salı kan tahlili yaparım kaydederim, annem şeker hastasıydı olabilir diye. Her gün tartılır kaydederim. Haftalık kayıtlarım vardır. Her gün bir iyilik yaparım, yanlış bir şey yaptıysam kırmızıyla çizerim. Yıldız koyarım oraya dikkat edeyim, bir daha yapmayayım diye. Bakarım iyilik yapmamışım boş, ablamı ararım. İyilik yapmam lazım. Yazın günde 1.5 saat tenis oynarım. Mart ortasından eylüle kadar Kuşadası’nda çiftlikteyim, tekneyi yazın ev gibi kullanırım. Çok hobim var. Gömlekler benim dizaynım, düğme takıntım var. Her şeyin düğmesini değiştiririm. Bir kutum var, çeşit çeşit Amerika’dan aldığım düğmelerle dolu.
-Oğullarınız ne iş yapıyor?
Otelcilik... Pera’da üç otelimiz var. Şimdi lokantacılığa kayıyorlar. Kilyos taraflarında arsalarımız var, orada bir inşaat yapılacak.
-Tansu Hanım ne diyor bu uğraşınıza?
En büyük destekçim tabii. İlk ona okurum. Yazılı değil ama sözlü olarak ilk editörüm odur. Ondan geçmeden olmaz.
Hani “sound barrier” derler ya (ses duvarı) öyle.
-Ne zaman tanıştınız Tansu Çiller’le?
Tanıştığımızda master yapıyordum. Mühendisim ben. Kendi odam falan vardı, öğretmenlik statüsündeydim. Önemliydi benim için bu, çünkü ben çok ezik bir çocuktum. Caddebostan’da babamın bakkalı vardı. Ben de çıraklık yapardım. Hatta belki dedenize servise bile gitmişimdir. Robert Kolej’de zengin çocuklarıyla okuyan fakir çocuk olmak zordu. Garsonluk yapardım. Kendi arkadaşlarıma servis yapardım okulda para kazanmak için, bu adamı ezmez mi? Kötü dikilmiş garson ceketini giyer...
ABD’ye beş parasız gittik, havuzlu evimiz vardı dönerken
-Evlenip Amerika’ya gittiniz...
Önce Tansu Hanım gitti. New Hampshire’da kendine bir burs buldu. Paramız yok çünkü. 200 dolarla gitti. Iceland’i severmiş, bir gece orada kalmış. 150 doları kalmış, onunla Amerika’ya inmiş. Önce ev bulmuş. Aylık kirası 160 dolar. Mobilya bankası var. Evini boşaltan eski eşyalarını oraya satıyor, sen de gidip alıyorsun, oradan harika bir ev kurmuş. Green kartım yok, bana iş bulmuş.
Eyalet kuruluşu olunca izinle çalışabiliyorsun. Mühendisim. Karayollarında bana iş buluyor. Ben öyle gittim. 1967’de cebimde 100 dolar var. 05.00’te kalkıyorum. 70-80 km gidiyorum. Hep yokluk.
Haftalık market alışverişimiz 16 dolardı, 17 dolar olamıyordu. İnanılmaz yoksulluk. Hatta hiç unutmam Chevrolet Corvette almıştık, televizyon aldık. Arabaya koyduk eve götürüyoruz. Yolda kenara çekip ağlamıştım. Müthiş bir şeydi bizim için, o geldiğimiz nokta. Ama 7 yıl sonra Amerika’dan ayrılırken en büyük ev bizimdi. Yüzme havuzumuz falan. Tansu Hanım aklına koyduğunu yapar. İnanamazsınız.
-Niye döndünüz Amerika’dan?
Mehmet Emin Karamehmet’ten çok iyi bir teklif geldi. Robert Kolej’den abisiyim. İlk CEO’suyum. Hatta Türkiye’de ilk CEO’yum.
Tansu ikide bir sorardı “Soyadını beğeniyor musun” diye
-Hiç endişe etmediniz mi Tansu Hanım siyasete girdiğinde.
Hiç. İçinde çok varmış. Hep istermiş. Bir de alışmıştık. Pazarları Ilıcakların yalısına giderdik. Kemal Ilıcak o zamanlar çok güçlüydü. İyi durumdaydı. Sabah 11.00’den akşam 19.00-20.00’ye kadar kalırdık, bütün gün politika konuşulurdu. Politikacılar gelirdi. Tercüman’ın çok güçlü olduğu dönemler. Nazlı Hanım Tansu’ya takılırdı, “Sen başbakan ol ben cumhurbaşkanı” diye. Biz hazırdık yani. Demirel’den teklif gelince, “İnsan hayata bir kere geliyor, eğer istiyorsan yap” dedim. Hiç endişe etmedim. Zaten eziktim. Biraz daha ezildim. Ben peşindeyim, oradan oraya, arkadan topluyorduk. Hep arka plandaydım. Ancak şimdi kendimi gösteriyorum. Soyadını almışım, siyasete girmesinin ne önemi var.
-Babanızın soyadınızı sevmiyormuşsunuz, o yüzden mi değiştirdiniz, yoksa büyük aşktan mı?
Vazgeçilmesi zor soyadı değil Uçuran. Tansu da ikide bir “Soyadı beğeniyor musun” falan diye sorardı. “Alırım soyadını, tamam” dedim. Uçuran da duruyor ama. Gençliğimizde her kavgada yüzüne vururdum bunu “Ben senin soyadını bile aldım” diye. Ama artık yapmam tabii.
-Babanız ne dedi?
Çiller soyadını sevgi ile karşılayarak onayladılar. Tansu Hanım’a hep kızları gibi davrandılar. Babam ölmeden aile kabristanına “Çiller” soyadının da eklenmesini istedi, biz de bu arzusunu yerine getirdik.
Karamehmet ilk gemisini aldığında demirletmişti, seyrettik
-Mehmet Emin Karamehmet’le nasıl ilişkiniz vardı?
Mehmet Bey’i çok seviyorum. Çok başarılı. Kimseyi kovmaz. İşten çıkartmaz. Kovmaz. Çok akıllıdır. Hiç unutmam ilk gemiyi aldı Ülcaz, annesinin adı. Ulus 29’dan aşağıya doğru inerken durduk, gemiyi oraya demirletti, seyrettik. 3 bin 500 ton, küçük bir tekneydi. Ben de araba aldığım zaman falan gidip seyrederdim. Bir seferinde bir Mercedes almıştı. Meraklıydı oyuncaklara. İzmir’e gidiyoruz. Pepsi Cola dolum fabrikasını satın alacağız. “Ben de kullanayım, yorulma” dedim, “Yepyeni arabayı sana mı vereceğim canım” dedi. Ama sonra dönüşte verdi. Benden 7 yaş küçüktür Mehmet Emin Karamehmet.
Tansu orduya büyük katkı yaptı, 28 Şubat’ta kalbi kırıldı
-Tansu Hanım şimdi ne yapıyor, o neyle uğraşıyor?
Ekonomiyle ilgileniyor. Kendi ekonometrik modeli var. Hatta küçülmeyi ilk bilen kişi. Zaman zaman da etrafa veriyor bunları.
-Niye göz önünde değil. Üzerine gelirler diye mi çekiniyor? Tansu Hanım’a bir dönemin karakutusu diyebilir miyiz?
Hayır bir korkusu yok. Ama insan duvardan düşünce, bir daha çıkmıyor. 28 Şubat hep Erbakan’a yapıldı gibi söylenir, aslında 28 Şubat Tansu’ya yapıldı, Erbakan’a değil. Tansu’yu Erbakan’la koalisyon yaptı diye hiç affetmediler. Suçladılar. Askerlere söylemiş ama “Bunu yaparsanız bunlar tek başlarına gelecek, göreceksiniz. Yapmayın bunu” demiş. Kalbi kırıldı orada tabii. Orduya büyük katkıda bulundu. 3 milyar dolar vardı Merkez Bankası’nda, şimdi 160 milyar dolar var. Siyaset “Dog it Dog”dur burada. Çok güçlü olmak lazım. Tabii ki hataları vardı, kimin yok ki...
Askerin bir numara olduğu dönem bitti, artık herkes yerine çekilecek
-Türkiye’deki son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında bu konulardan konuşmak istemiyorum. Çünkü her şeyi Tansu Hanım’a bağlayacaklar. Benim şahsi fikrim şu: Evrim olarak görüyorum. Olması gerekiyor. Bilgi çağındayız. Hiçbir şey gizli kalmıyor. “Demokratikleşme mi sivil diktatörlük mü olanlar?” diyorlar. Her kurumun içinde çürük elementler olabilir, bunları da onlar düşünmüş olabilir ama olan bütün her şeyi sağlıklı bir gelişme olarak görüyorum. Daha iyi demokratikleşeceğiz. Ülkenin hayrına ama hır gür olmaması lazım. Askerin bir numara olduğu dönem bitti artık, herkes kendi konumuna çekilmeli. Uzatmamak lazım. Suçu günahı olmadan geçirmemesi lazım bu dönemi. Ama benim ilgi alanım siyaset değil, Tansu’nun da değil. Gerçi kanına girmiş politik virüs belli olmaz, yeniden bir şey olsa ben serbest bırakırım. O istemez.
Tanrıya çok inanıyorum. Hıristiyan ya da Musevi olsaydım da inanırdım... Kendini sevmeye inanıyorum. Muhteşem bir inanç... Bütünsel dürüstlüğe inanıyorum. Affedici hoşgörülü olmaya inanıyorum. Beş kademeyi geçmeden insan kendini gerçekleştiremiyor.
Kendi soyadına dön deseniz artık “no way.” (imkansız)