50 yıl aradan sonra Demirel ile röportaj

50 yıllık boykotun ardından Leyla Umar Güniz Sokak'ta Süleyman Demirel ile bir araya gelerek geçmişteki hatalarını ve korkularını konuştu.

İşte Leyla Umar'ın yazısı;

Leyla Umar, 50 yıllık boykotunu kaldırıp Süleyman Demirel’le Güniz Sokak’ta bir araya geldi; pişmanlıklarını, korkularını ve hatalarını sordu...

50 yıllık meslek hayatımda defalarca, yöneticilerim tarafından Süleyman Demirel’le röportaj yapmam istendi. Hatta bir düğünde Demirel’in iki yeğeni yanıma gelip, amcalarının kendisiyle bir röportaj yapmamı istediğini söylediler. Hâlâ düşündükçe yüzümü kızartan bir yanıt vermiştim: Asla... Bir başbakanın, bir gazete sahibine örtülü ödenekten 26 milyon dolar verdiği ve tepkiler gelince de “Verdimse ben verdim” demesi beni kendisinden uzaklaştırmıştı... Ve en acısı ise 3 gencin asılmasına imza atmasını hiçbir zaman hazmedemedim. Ancak, yıllar geçti. Türkiye çok olaylar yaşadı ve hepimiz çok etkilendik. Demirel’in, olaylar karşısındaki tutumunu ve açıklamalarını izledikçe, kendisiyle konuşma arzusu hissettim. Ama soruları yöneltirken bu 3 genci tabii ki hatırlattım... Yanıt alamadım ama şimdi bu konuda kendisinin “pişman” olduğunu hissettim...

Size konuk gelen büyükelçiler en çok hangi konularda soru sorarlar?

Genelde, bugünkü durumu sorarlar. Türkiye’de meseleler çok hızlı tartışıldığı için onların içinde Türkiye şartlarını bilmeyenler vardır, telaşa kapılanlar olur, nereye gidiyor Türkiye gibi birtakım sorular çoğunluktadır.

Sizce Türkiye nereye gidiyor?

Bir yere gitmiyor. Türkiye hangi istikametten gidiyorsa öyle gidecek. Tartışmalar şunlar bunlar her şey bu geminin içinde başladı ve bu gemi gidiyor.

Peki o geminin çarpma ihtimali yok mu?

Her ülkede olduğu gibi, zorluklar olabilir. Ama “ülke ikiye ayrıldı” denmesi yanlış. Türkiye’nin bölüneceği, parçalanacağı, yıkılacağı vesaire gibi korkulara girmek çok yanlış...

Ama sokaklardaki terörü görüyorsunuz.

Evet, bunlar oluyor ama Türkiye bütün bunları aşacak güce sahiptir. Bütün mesele, hukuk düzeni içinde tartışılması... Devlet 86 senelik bir cumhuriyeti yönetti, zor zamanlar hep olmuştur ama bunları daima aşar. Türkiye, bu sıkıntıları da aşar. Türkiye’nin bugün açık parlamentosu var, açık seçimleri var... Tartışmalar serbestçe yapıldığı sürece başka yerlerde birtakım sıkıntılar oluşsa bile, Türkiye o yokuşu da aşar.

Peki, size Türkiye’yle ilgilenen bu kişiler akıl sormaya gelirler mi?

Her zaman, her yerde zaten düşüncelerimi açıkça söylerim. En korkulacak şey korkunun kendisidir. Korkuyu yenmek lazım.

Peki, siz hiç korkmaz mısınız?

Korkmaz olur muyum... Korku insanların yaratılışında var. Bakın, insanlar açlığı ve korkuyu yenmek için mücadele verirler. Dünyanın hedefi budur. Neden korkacaksınız? Zorbadan... Ama haksızlıktan, doğal afetlerden veya altından kalkamayacağınız şeylerden korkarsanız korku size hayatı çekilmez hale getirir. Korku bugünlerde Türkiye’de yaygın hale geldi. Ben yine söylüyorum, korkunun karşısına dikilmeyip kurda teslim olmak kadar yanlış bir şey yok. Korkunun karşısına dikilip “Sen oradaysan ben buradayım” demek lazım. Korku ancak öyle aşılacak bir şey.

Siz hiçbir şeyden korkmadınız mı?

Bunu cevaplayamam işte... Şöyle söyleyeyim korkuya maruz kalmadım. Afet olmuştur, altından kalkamayacağım bazı olaylar olmuştur ama onu muhakeme ettiğim zaman içinden çıkmışımdır.

Pişman olduğunuz şeyler oldu mu?

Olmaz olur mu ama onları da söyleyemem. Birini söylersem, diğeri kalır. İnsanların siyaset yönetimi olsun, şirket idaresi olsun veya aile içi yönetim olsun her şeyi doğru yapması mümkün değildir. Yapılan şey belirli kusur gibi görünse de, o gün o gündür.

Peki, Tansu Çiller’i siyasete soktuğunuz için pişman oldunuz mu?

Bakın, siyasetteki büyük hadiseler çok boyutluydu. Şimdi Tansu Çiller dediğiniz zaman Çiller’in başbakan olması doğru mudur, yoksa yanlış mıdır şeklinde mütalaa edemezsiniz.

Neden?

Şöyle edemezsiniz. Çiller 1991’de Doğru Yol Partisi’nden milletvekili olmuş; parti iktidar ve Çiller bakan olmuş. Sonra o partinin başkanı cumhurbaşkanı olmuş, partisini bırakmak zorunda kalmış. Bıraktığı yerde partinin kendi içinde birtakım dengeleri ve dengesizlikleri var. Onların içinde parti kongresi bir ’çözüm’ çıkarmış. Ama bu ’çözüm’ sonradan eleştiriler getirmişse, bu ya parti kongresinin ya da parti başkanının kusuruydu. Seçilen insanın kusuru mu diye bakmak yanlış. O zaman ne olacak, Çiller’in milletvekili olmasında yanlış bir şey yoktu.

Sizin en fazla takdir ettiğiniz tarafı neydi?

İyi okumuş, iki lisan bilen, profesör, dünya ve Türkiye meseleleri konuşulduğu zaman, hangi zemin olursa olsun konuşmasını iyi biliyor. Şimdi bakın, siyaset öyle bir şeydir ki yapıp bitirdikten sonra değerlendirirsiniz. İyi mi, kötü mü ayrı mesele. Ama bazı meziyetleri var. Bir yerlere gelirken de sadece birisi getirmiyor, belki birilerinin yardımı da oluyor... Şimdi kim derdi ki rahmetli Turgut Özal vefat edecek. Mecbur oldum ben cumhurbaşkanı olmaya. O günkü şartlar içinde benim elime gelen o fırsatı kullanmam lazımdı. Kendim için de, Türkiye için de. Çok güzel bir şiir var. Diyor ki; “Zamanı tutumazsınız, zamanı gelmiş kişiyi de tutamazsınız....” Şimdi böyle hadiseleri ayarlayamazsanız ki...

Hayatınızda hiç pişman olduğunuz bir şey var mı?

Elbette olmuştur.

En önemlisi neydi peki?

Buna cevap veremem çünkü her zaman en önemli dediğinizden daha önemlisi vardır.

3 fidan; Gezmiş, İnan ve Aslan...

68 kuşağının devrimci gençlik liderlerinden Hüseyin İnan, Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan, 6 Mayıs 1972’de idam edildi. Üç gençlik liderinin insan canına kasteden hiçbir eyleminin bulunmaması ve yargılama sürecinde yaşanan hukuksuzluklar yıllarca tartışıldı. Üç gencin idam cezaları Meclis’e geldiğinde İsmet İnönü “siyasi suçlar idamla cezalandırılmamalıdır” diyerek Bülent Ecevit’le birlikte ret oyu kullanır. İnönü ve Ecevit’e diğer CHP’liler de destek verdi. Ancak dönemin Adalet Partisi’nin milletvekilleri, olayı 1960’ta idam edilen Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın rövanşı olarak gördüklerini saklamıyordu. Üç gencin idamı “Üçe üç” diyen AP’lilerin oylarıyla onaylandı. AP Genel Başkanı Süleyman Demirel de infazdan yana oy kullandı.

Meclis’in tasdik ettiği parayı ‘Ödeyin’ dedim

Bir dönem Nazlı Ilıcak’ın rahmetli eşi Kemal Ilıcak’ın sahip olduğu gazeteye örtülü ödenekten para verdiğiniz çok tartışılmıştı. Ve sizin, “Verdiysem parayı ben verdim” demeniz herkes gibi beni de çok rencide etmişti...

Bakınız gönüllü öğretmenler sendikası var. Bu sendika öğretmenlere ev yapar ve ev yaparken de devletten para alır. Devlet de parayı şöyle verir; bütçe encümeni bütçeye koyar, bütün partilerin alkışlarıyla öğretmenlere ev yapılsın diye para verilir. Sonra Meclis Genel Kurulu’nda onaylanır. Hükümet de parayı sendikaya aktarır. O zamanlar Turgut Bey vefat etti, benim cumhurbaşkanı olmam görünüyor, muhalefet oradan buradan laf çıkarıyordu. İşte efendim öğretmenlerin ev sahibi olması için demiyor da Tercüman Gazetesi’nin sahibine güya para aktarılmış. Meclis’te de bu konuşuluyor. Ben dedim ki, ’Sırtımda iddialarla Köşk’e çıkmam. Bu kooperatife para verilmiştir. Ben vermedim. Bu parayı bütçe encümeni verdi, siz tasdik ettiniz, devletin bütçesi de ödüyor. ’Bütçeden bu parayı Maliye Bakanlığı sendikanın muhasebesine aktaracak. Maliye ile Milli Eğitim aktaracaklar aktarmıyorlar. Bana şikâyet geldi ben de sordum niye aktarmıyorsunuz. Bütçeye konmuş para. Mırın kırın ettiler ben de dedim ki ’Ben başbakanım, kanunlardan sorumluyum aktarın.’ Nereye aktardılar? Sendikanın muhasebesine. Sendika da parayı ne yapmış? Tercüman Gazetesi’nin arsası varmış onu almaya sarf etmiş. Bunda bir yanlışlık varsa bunu sendikaya sorarsınız. Devletin bütçesine koyduğu, Meclisi’nden geçirdiği ve Meclis’in tasdik ettiği parayı ’Bu adama ödeyin’ dedim, sadece...

Türkiye’nin Kürt meselesi yoktur

Peki, Kürt açılımı konusunda ne düşünüyorsunuz? Ben hayatımda tek bir gün evimde veya dostlarımın arasında sen Kürt müsün diye ne sordum ne de düşündüm...

Peki bugün niye soruyor insanlar birbirine.

Ben sormuyorum.

Peki, o zaman şikâyet ne?

Etrafımızda yaşanan tatsız şeyler, ölümler, sokaklar yanıyor...

Bu Emniyet ve asayiş meselesi... Emniyet işi sağlama almak zorundadır. Kimse ölmesin kimsenin ölmesini istemeyiz tamam; ama Emniyet’te bir asayişsizlik mevcutsa onu sağlamak için ne gerekiyorsa yaparlar.

Peki, sizce sağlanıyor mu bu? Bence Kürtleri yıllarca ayırdık...

Hiçbir zaman, hiçbirini ayırmadık . Türkiye’de bir Türk-Kürt meselesi yoktur.

Birden mi patladı bu?

Hayır, dünyada mikro milliyetçilik var zaten. Bir gün içinde çeşitli etnik unsurlar ve etnik değerlere sahip insanlar var. Bunlar bir milliyeti teşkil eder. Amerika’ya gittiğiniz zaman dünya kadar değişik milletlerden insanlar var ama Amerikan milleti olmuşlar. Genel olan mesele bir ülkenin vatandaşlığıdır. Vatandaşlık eşit şartlarda vatandaşlıktır. Bu ülkenin vatandaşı olmuşsunuz, bunu bozmanın ne manası var?

Ama onlar bozmuyor, hükümetler de ayırım yapıyorlar...

Yanlış olan şu; Türkiye’nin bir Kürt meselesi yoktur, Türkiye’nin 1984’te başlamış bir terör meselesi vardır. Türk askerine silah çekilmiştir, karakolları basılmıştır ve Türkiye’nin devlet güçlerine karşı aleni bir savaş açılmıştır. Devlet bunlarla 2000 yılına kadar uğraştı. Öcalan’ın da yakalanıp getirilmesinden sonra hemen hemen her şey durmuştu. 2000 senesinde terör kaybı 6 kişiyken, bugün Reşadiye’deki katliama uğrayan şehitlerin sayısı 7. Yani meseleyi devlet halletmişti ama yeniden başka istikametlere girdi.

Sizce bu istikamet daha kötüye mi gidecek yoksa durdurulacak mı?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti aslında geçici şeylerin hakkından gelir. Adam devlete silah çekmişse ne yapacaksınız? Devlete silah çekmişse devlet ona karşılık verecek? Devlet durduğu yerde vatandaşına silah çekmemiş. Bu ülkenin dağ başlarında, sınırlarda terörden dolayı hayatını kaybeden şehitleri, kendilerine verilen görevi yapmaktan şehit olmuşlardır. Bu insanlara verilen görev nedir? Yurdu koruyun, sınırları koruyun. Yurdun sınırlarını korurken şehit olmuşlardır. Devlet tecavüze maruzdur, terörün karşısında dimdik durur ve bu tecavüzleri ortadan kaldırır. Devlet bir hadiseyle karşı karşıyaysa bütün güçlerini kullanacak ve hadiseyi yok edecektir. Türkiye bütün bunları da aşacaktır ve bu güce sahiptir; bu gemi limanına varacaktır. Limanı da Atatürk göstermiştir.

Ben pozitif enerjinin adamıyım. İnsanlar çöküyoruz, batıyoruz, parçalanıyoruz korkusu içinde yaşayamaz. Hayır efendim, çökmeyiz, batmayız, parçalanmayız. Çünkü Türkiye’yi batıracak, çökertecek veya Türkiye’yi parçalayacak tehdit ve tehlikelere karşı mücadele gücümüz var.

Ne ile silahla mı mücadele ediyoruz?

Neyle mücadele olacağını bana sormayın. Mücadele gücü neyse o. Mücadele gücünün öylesi böylesi olmaz. Eğer Türkiye’yi batırmaya, parçalamaya yönelmiş bir takım kötü niyetler varsa bu kötü niyetlerin karşısına dikilirsiniz.

GAP için çok uğraştınız. Şimdi memnun musunuz yaptığınız işten dolayı?

Odanızdaki ışık yanıyorsa oradan geliyor.