Toplumsal Bağışıklık Mı? Siyasal Bağışıklık Mı?

Osman Arslan

Osman Arslan

Toplumun etnik, inanç ve ideolojik değerleriyle birbirini tamamladığı, tüme varım olarak makro bir gücün parçaları olduğu, bu parçalardan birinin eksikliğinin sonuç olarak sosyal veya üniter tehditler ya da sorunlar doğuracağı, varlığının bir diğerinin varlığına ihtiyacı olduğu bilincine dayalıçatı anlayışına bağlıdayanışma aidiyetine toplumsal bağışıklık diyebiliriz.
 
Toplumsal bağışıklığın, maddi hedef ve beklentilerden uzak, fikri, milli ve manevi değerlerden beslenen güçlü,aynı zamanda kırılgan ve hassas bir bağışıklık olduğu kabul edilir. Toplumsal barışın ve iç huzurun temeli olan toplumsal bağışıklık, devletler için ihtiyaç duyulan içtimai bir zorunluluktur.
 
Şimdi de siyasal bağışıklık nedir? Buna bakalım.
 
Tamamen siyasi çıkarları hedefler. 
 
Fikri, milli ve manevi değerleri önemsemeyen, azınlık ve elit bir kadronun tasarrufuna dayalı, ideolojik dar ve sığ bir anlayışa hapsedilmiş insan yığınları üzerine tesis edilen, kendisi gibi düşünmeyen ve yaşamayan bütün faklılıkları ret eden, tahammülsüz ve bölücü bir anlayışın aynı çatı altında oluşturduğu güce de siyasal bağışıklık diyebiliriz.
 
Değerlerin, inançların ve ideolojilerin her zaman istismara açık olduğu siyasal bağışıklığın taraftarları kullanıldığının farkındadır, ancak buna izin vermenin bağışıklığı yani siyasal ideolojiyi güçlendirdiğini bilir ve sessiz kalır.  
 
Peki, bu iki bağışıklığı neden tanımladık?
 
Yukarıda ifade ettiğim gibi toplumsal bağışıklık kırılgan ve hassastır. Tıpkı insan anatomisi gibi. Psikolojik ve fiziksel bağışıklığın zayıflığı ölümcül bulaşıcılara maruz kalmamıza sebep olabilir.
 
Elbette devletlerde insanlar gibi değil midir?
 
Kurulurlar, yaşarlar, yıkılırlar. Devletlerin de asırlar içerisinde süregelen yaşamları böyle olmuştur.
 
Yıkılan ve unutulan devletlerle birlikte, tarih boyunca dağılan ve parçalanan devletlerde oldu.
 
Sovyetler Birliği veya Devlet-i Aliyye.
 
Toplumsal barışın ve iç huzurun bozularak, toplumsal bağışıklığın yok edildiği devletlere örnek verebileceğimiz, hem tarihsel, hem de coğrafi açıdan bize oldukça yakın olan iki devlet. 
 
Sonuç olarak SSCB coğrafyasında 15, Osmanlı İmparatorluğu`nun hükmettiği topraklarda ise bugün 50 ayrı ülke bulunuyor.
 
Böl-parçala-yönet, emperyal strateji.
 
Bu bağlamda Türkiye üzerinden ifade edeceklerimize gelecek olursak, toplumsal bağışıklık konusunda ortaya atılan siyasal söylemler oldukça tehlikeli bir seviyeye ulaştı.
 
Özellikle CHP`nin alevi inancı üzerinden ortaya attığı ve harlamaya çalıştığı hareketlilik işte tam da toplumsal bağışıklığımızı hedef alan siyasal bir tehdit olarak kabul edilmeli. 
 
CHP Lideri Özgür Özel: “Ben Eşitim` Dedikleri Güne Kadar Alevilerin Eşitliği İçin Mücadele Edeceğiz” derken hangi eşitsizlik üzerine böyle asılsız ve tehlikeli bir ifadeyi kullanmaya ihtiyaç duydu. 
 
“Devletin Alevi`si olmayacağız” söylemleriyle Alevi vatandaşlarımızla devleti veya Alevi olmayanları karşı karşıya getirerek, siyasal kutuplaşmaya hizmet ettiğinizin farkında değil misiniz?
 
Yıllardır Kürt Sorunu söylemleriyle toplumsal barışı ve kardeşliğimizi hedef alanların,Kürt ve Türk çatışması üzerine kuruluhayalleri, Terörsüz Türkiye süreciyleboşa çıkarılmışken, şimdi durup dururken Alevi Kardeşlerimizin eşitsizliği de nereden çıktı?
Böyle bir eşitsizlik varsa bu eşitsizlik sadece CHP`nin kendi içerisinde olabilir. Kemal Kılıçdaroğlu`na yönelik saygısızlık ve karalamalar üzerine sayısız örnekler verilebilir ancak bu konuyu en iyi özetleyen  “Devletin Alevi`si olmayacağız!  AmaİBB`ninAlevi`si oluruz!”diye Özgür Özel ve CHP`nin üst yönetimi tarafından Alevi vatandaşlarımızın nasıl kullanıldığına yönelik Hüseyin Aygün`ün bu açıklamaları yeterli olmuştur sanırım.
 
Bir yandan Alevi vatandaşlarımızın inançları üzerinden toplumsal bağışıklığı hedef alan CHP yönetimi, bir yandan da, merhum Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyetçi düşünce üzerinden başka bir provokasyonu daha hedeflemekten geri de durmuyor.
 
Anıtkabir`de düzenlenen 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarında anıt avlusunda Erdoğan sloganları atılması üzerine bizzat CHP yönetimi eliyle başlatılan provokasyonun yine toplumsal barışı, huzuru ve bağışıklığı hedef aldığı apaçık ortada değil mi? Daha önce konser verilmiş, dans edilmiş ve İmamoğlu sloganları atılmış ancak CHP`liler tarafından Gazi Atatürk`e karşı bir saygısızlık görülmemişti. 
 
Provokasyon ve siyasi çıkarlar için Atatürk`ü dahi kullanmaktan çekinmeyen bir organizasyonla karşı karşıyayız. 
 
Bu provokasyonların iç barışı vetoplumsal bağışıklığı hedef alması, İmamoğlu`nun yolsuzluk iddialarıyla tutuklu yargılanma süreciyle birlikte başlaması tesadüf değil planlı bir organizasyondur. Düzenlenen mitinglerle yargıyı ve yargılama sürecini hedef alan, toplumu kutuplaştıran, olası bir çatışma ortamına yönelik kitlesel, ideolojik ve siyasal olarak kutuplaşmış enerji biriktiren CHP yönetimi tehlikeli bir oyun içerisindedir.
 
Türk yargısına yönelik saldırılarla toplum üzerinde oluşturulan güvensizlik ve çatışma ortamı duygusunun olgunlaştırılması, ayrıca CHP`nin şaibeli kurultayla ilgili devam eden yargılama sonucu, mutlak butlan kararına karşı Cumhuriyetçi ve Atatürkçü kitle üzerinden başlatılacak protestolarla yine ne yazık ki toplumsal bağışıklığın hedef alınmasıyla karşı karşıya kalabiliriz.
 
Ülkemizin bulunduğu coğrafi konum itibari ile çevremizde yaşananların, ulusal güvenlik anlayışla yaklaşılması gereken iç meselelerle doğrudan bağlantılı olduğu gerçeğini göremeyenlerin veya bilinçli bir şekilde bu gerçeği provoke etmeye çalışanlara karşı askeri ve siyasi olduğu kadar, toplumsal bağışıklığımızın da güçlü olması azami önem isteyen bir meseledir. 
 
Terörsüz Türkiye`nin de amacı Toplumsal bağışıklığın güçlü olması. 
Sonuç olarak ateş çemberi gibi coğrafi bir ortamda, kuzey Suriye`den Filistin`e, gıda arzından kuraklığa, savunma sanayinden deprem bölgelerinin yeniden inşasına kadar, birçok alanda mücadele veren devletimizin bütün unsurlarımızla yanında olmalıyız.
 
Süreci sükûnet ve aidiyet duygularıyla yargı ve yürütmeye güvenerek toplumu tahrik ve bölücü kutuplaştırmalara sürüklemeden,  barışı, iç huzuru ve toplumsal bağışıklığı olabildiğince güçlendirmek, devletin ve milletin bekası adına alınabilecek ve ihyacımız olan en kıymetli sorumluluk bilinci olacaktır.
 
Siyasal bağışıklık, kutuplaşan, fikirlere ve yaşam biçimlerine saygısı olmayan, bölücü ve yok edici bir güce dönüşebilir. Bu dönüşüm kaçınılmaz ise sonuç iç savaş, bölünme ve parçalanma ile birlikte, milyonlarca insanın hayatını kaybetmesi ve yurdundan sürülmesi demektir.  Unutulmamalı ki bugün Suriye`de, Irak`ta, Libya`da veya Afganistan`da olanlar toplumsal bağışıklığın zayıflatılarak, iç huzurun bozulmasıyla başlayan bir sürecin sonucudur.