OLMASAYDI SONUMUZ BÖYLE!

Ferda Yıldırım

Ferda Yıldırım

NOT: Lütfen bu yazıyı bir Ahmet Kaya şarkısı açın ve öyle okuyun…

ÖLÜRSEM, İSTEDİĞİM TEK ŞEY VAR: ASLA BU ÜLKEYİ SEVMİYORDU DEMESİNLER. BEN EDİRNE'DEN ARDAHAN'A BU ÜLKEYİ ÇOK SEVDİM…
Ne kadar kederli bir cümle. Tekrar tekrar okuyorum, cümledeki keder hiç azalmıyor. Bir büyük kibir duygusunun ülkesinden kopardığı, bir nefret ve linç halinin sürgünde kahrından öldürdüğü Ahmet Kaya…

Ne acı ki, öldüğü zaman ülkesinde gömülmek istiyordu, İstanbul'un herhangi bir yeri olabilir diyordu, bir zamanlar kimliğine, diline zerre saygı gösterilmeyen bir ülkeyi ve insanlarını ne de çok seviyordu. Vasiyeti bile yerine gelemedi, eşinin bir gün fikri değişir mi bilmem ama Paris'te kalmasını istiyor. Çünkü kırgın, çünkü kızgın. Gülten Kaya'ya kırgın ve kızgın olduğu için kim haksızsın diyebilir.

Ne bölünmesini istedi bu ülkenin ne de bu toplumun insanlarına düşman oldu ama uğursuz bir gecede bölücü ilan edildi hem de bir büyük aşağılamaya maruz kaldı. Ne uğruna? İnsanı bir müddet sonra zelil eden bir büyük kibir uğruna. Hala o uğursuz gecenin görüntülerine pür dikkat bakamam zira insan olmaktan bile utandığım bir andır…

Ne istiyordu, Kürtçe şarkı söylemek. Üstelik yıllarca güdülen yanlış politikalar yanlış öğretiler yüzünden Kürtçe bilmiyordu bile, ama kendi dilinde şarkı söylemek istiyordu.

Şimdilerde söyleniyor Kürtçe şarkı, türkü, peki sorarım o zaman Ahmet Kaya niye linç edildi, dezenformasyon içeren provakatif manşetlerle niye aslında yaşarken öldürüldü.

Ne istiyordu, kimliğine saygı gösterilmesini istiyordu. ‘'En iyi Kürt, ölü Kürt' şeklindeki iğrenç cümleyi türetmiş bir toplum için Kürt kelimesi bile değer taşımıyordu o günlerde.

Binlerce yıl daha Türk bayrağı altında yaşayacağız ama Kürt kimliğiyle yaşayacağız diyordu. Siz ise ona bölücü dediniz, çatal bıçak fırlattınız, vay şerefsiz diye manşet attınız ve bunu yaparken hiç utanmadınız. Yıllar sonra nedamet duysanız da çok geçti çünkü Ahmet Kaya artık yoktu!

Eşi diyor ki, sürgün süresi boyunca Ahmet'in yüzündeki tek ifade ‘'Yazık' ifadesiydi. Paris'teyken her gün şu cümleyi kurmuş ‘'Bir gün döneceğim'… Hançer gibi bir cümle bu hançer gibi. Çünkü dönemedi, hasret iliklerine kadar hissettiği son duygu oldu.

Mensup olduğumuz din kesin bir dille kimse kimseden üstün değil der, ümmeti olduğumuz Peygamber Arabın Aceme, Acemin Araba, beyaz tenlinin siyah tenliye üstünlüğü yoktur der Veda Hutbesinde. Ama gelin görün ki, en Müslümanım diyen bile iş pratiğe döküldüğünde ırkçılık yapar! Oysa ki Peygamberimizin Veda Hutbesi idrak edebilene dünyanın ilk insan hakları bildirgesidir.

Kimliğinden dolayı o itip kalktığınız Ahmet Kaya hep ezilenin yanında durarak hepinize bir insanlık dersi veriyordu o günlerde anlamadınız, anlayamadınız. Çünkü kibir sizi yavaş yavaş öldürüyordu tıpkı damarlarınıza zerk edilmiş bir zehir gibi…

Yazıyı yazarken Nobel kazanarak bu ülkeye büyük bir gurur yaşatan Aziz Sancar'ın bir röportajı kulağıma çalınıyor. Sancar, hasar gören DNA'ları nasıl onardığını ve genetik bilgisini koruduğunu haritalandıran araştırması nedeniyle bu ödüle layık bulundu. Sanki bu başarı onun değilmiş gibi sıfır ego ile konuşuyor.

Yaptıkları en ufak işi bile Nobel kazanmış gibi allayıp pullayanlarda, belki de zaman zaman her birimizde utanma duygusuna sebebiyet verecek bir naif kişilik Aziz Sancar. Ve ben ona büyük bir hayranlık besliyorum. Yurtdışında yaşayan beyinlere de ben yapamadım ama siz dönün ülkenize diyor yani içinde hala bir memleket özlemi, hala bir memleket sevdası.

Yıllar önce Sağlık bakanı Mehmet Müezzinoğlu ile yaptığım bir röportajda daha küçücükken Bulgaristan sınırını yürüyerek geçerek Türkiye'ye kavuşma hikayesini anlatmıştı. Aman Allah'ım demiştim o zaman Vatansızlık ne büyük bir keder.

İşte Ahmet Kaya'yı öldüren vatansızlıktı, yaşadığı kahırdı. Evet o öldü ama katilleri kimse kusura bakmasın aramızda.

Muhtemelen Ahmet Kaya çekip giderken şu şarkısını mırıldanıyordu içinden. Dövülmüşüm, sövülmüşüm, kovulmuşum ben, kendi öz yurdumdan çeker giderim. Böyle haykırsa da hemen ardından gelen cümlesi deruni bir hüzün ve keder kokuyor. Soruyordu iki gözüm ‘'lan gardaş bu nasıl yara, lan gardaş bu nasıl yara, kanar her yerinden'…

Müziğini sevmiyorum, hiç dinlemedim, sevemedim o adamı diyenin bile sevdiği bir Ahmet Kaya şarkısı vardır. Acı çekmek özgürlükse özgürüz ikimiz de, o yuvasız çalıkuşu, bense kafeste kanarya diye şarkı söyleyen bir adamdan kimseye zarar gelmezdi oysa ki… Onun da dediği gibi yalanmış hepsi yalan, savrulup gitmek varmış ayrı yörüngelerde.

Bize veda ettiği şarkı ise bana hep Merhaba şarkısı gibi gelir. Yağmur yağsın isterdim bu sabah, merhaba soylu sevdam merhaba, ipil ipil düşsün betona, merhaba sevgili vatan merhaba, bütün sabahların bu saati en fazla sevdiğim vakit, son kez merhaba…

Kendisine haksızlık edenlere ise en güzel cevabı yine kendi şarkısında… Ah ne fayda ah ne fayda, kefen beyaz ah ne fayda, meydan kalır meydan kalır, yiğit ölmez meydan kalır, yere vurma hatırımı sana kahpe meydan kalır. Ben giderim geri gelmem, benden sonra kalan kalır.

Yine de sitem etmezdi eğer yaşasaydı diye de düşünmeden edemiyorum tıpkı Kara Yazımız şarkısındaki sözleri gibi. Yere sürüldü yüzümüz, böyleymiş kara yazımız, o bizi anlar demiştik, böyleymiş kara yazımız, hey gönül yine bu gece, kederim geceden yüce, gel susalım beraberce, böyleymiş kara yazımız…

Peki biz senin ardından ne yapıyoruz iki gözüm, başımız her sıkıştığında şarkılarına vuruyoruz kendimizi. Anlarsa halimizden o anlar deyip senin gibi ‘'yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe' edasında hayatta kalıyoruz bunca kedere rağmen. Çünkü her yara kitap ayracı gibi durur hayatımızda, nerde kalmıştık der, devam ederiz…