O isim Kılıçdaroğlu'nun 10 yılını böyle özetledi: Darbe ve işgal!

Deniz Baykal'ın en yakınındaki isimlerden Yılmaz Ateş'ten CHP yönetimine ağır suçlamalar. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun 10 senesini böyle özetledi.

O isim Kılıçdaroğlu'nun 10 yılını böyle özetledi: Darbe ve işgal!
O isim Kılıçdaroğlu'nun 10 yılını böyle özetledi: Darbe ve işgal!
"Kaset" komplosu ile görevinden ayrılmak zorunda kalan CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal ile birlikte yakın çalışma arkadaşları partiden tasfiye edildi.

Çoğunluğu ulusalcı-sol çizgide yer alan bu isimlerden birisi de DİSK, Basın-İş Sendikası, Çağdaş Gazeteciler Derneği gibi Türk solunu temsil eden kurumlarda önemli görevler alan Yılmaz Ateş idi.

Deniz Baykal'a yakın isimlerden olan ve partide Genel Başkan Yardımcılığı görevine kadar yükselen Yılmaz Ateş, son günlerde kamuoyu gündemini yoğun şekilde meşgul eden "darbe" tartışmaları hakkında büyük ses getirecek açıklamalar yaptı.

KILIÇDAROĞLU'NA BOMBA BENZETME

Yıllardır sessizliğe bürünen ve aktif siyasette yer almayan Yılmaz Ateş'in darbe söylentilerinin yoğunlaştığı böyle bir dönemde, çok ilginç ifadelere yer verdiği açıklamasında Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP yönetimine çok ağır ithamlarda bulundu.

"Darbe ve işgal" başlığını taşıyan bir metin kaleme alan Ateş şu açıklamaları yaptı;

"Çıkarlarımız için Deniz Baykal CHP'nin başından gitmelidir." (ABD Ankara Büyükelçisi'nin Vaşington'a gönderdiği rapor-2008)

"Baykal'ın yerine Kemal Kılıçdaroğlu getirilebilir mi? Arkadaşları ve çevresini araştırıp bildiriniz." (ABD Dışişleri Bakanı Clinton'un Ankara Büyükelçisi'ne gönderdiği mesaj-2008)

Bunları Wikileaks belgelerinden öğrendik.

"CHP'nin batılı anlamda sosyal demokrat parti olması için Baykal istifaya zorlanmalı, Kılıçdaroğlu genel başkan olmalıdır. Kılıçdaroğlu gelirse parti politikaları değişir." (Silkort Enstitüsü Raporu-2009)

"Kurultaya yakın CHP'de bir deprem olacak, Baykal istifa edecek Kılıçdaroğlu genel başkan olacak." (Muhsin Akıl / Anayurt Gazetesi-22 Mart 2010)

Kemal Kılıçdaroğlu'nun genel başkan olmasının üzerinden tam 10 yıl geçti. Seçildiği ilk kurultayda Kılıçdaroğlu, "Bana izin verin kadromla geleyim, ilk seçimde yüzde 40 oyla tek başımıza iktidar olalım. Size ilk seçimde iktidar sözü veriyorum. Bu söz Kılıçdaroğlu sözüdür" demişti. Parti içi demokrasiyi eksiksiz uygulayacağını, her kademede önseçim yapacağı taahhüdünde de bulunmuştu. Sonraki açıklamalarında da bu iddiasını sürdüren Kılıçdaroğlu, yüzde 40 oy almazsa istifa edeceğini söylemişti.

İstediği kadrosunu kurmuştu ama 2011'de yapılan ilk genel seçimde yüzde 25, son yapılan 2018 milletvekili seçiminde yüzde 22.65 oy alınmıştı. 2019'daki son yerel seçimde de (30 Büyükşehir Belediyesi'nden 11'ni aldığımız) belediye meclis oyumuz yüzde 29.36'ydı. Bugünlerde yapılan kamuoyu yoklamalarına baktığımızda oy oranımız yüzde 17.7-25 aralığında görünüyor. 2010 Nisan ayındaki kamuoyu yoklamalarına göre CHP'nin oyu yüzde 28-30 bandındaydı.

Parti içi demokrasi ise sizlere ömür: Kurulduğu günden bu yana Parti politikalarının, seçimlerin değerlendirildiği, vizyon belgelerinin oluşturulduğu seçimsiz Küçük Kurultay, Onur Kurulu bir kez dahi toplantıya çağrılmadan tüzükten kaldırıldı. İlçe-İl kongreleri tek aday dayatması ile işlevsiz kılınarak yönetimler ve delegasyon genel merkez tarafından belirlendi. Grup Başkanvekillerinin seçimi fiilen ortadan kaldırıldı.

Bugün önseçimle gelmiş bir tek milletvekili ve belediye başkanı yok; tamamı Genel Merkez tarafından atandı. Yani Kılıçdaroğlu'nun verdiği sözlerin ve taahhütlerin hiçbiri bu 10 yılda yerine getirilmedi veya getirilemedi ama uluslararası güçleri rahatsız eden politikalar tek tek değiştiriliyor.

Politikalardan önce, bu güçleri rahatsız eden kadrolar etkisiz hale getirildi, sessizliği bozanlar partiden atıldı.

Ermenistan ilk başbakanının dahi ağzına almadığı "soykırım" kelimesi, 2011'den itibaren CHP'nin Genel Merkez yetkilileri tarafından her 24 Nisan'da tekrarlanır oldu.

Yunanistan'nın Ege Denizi'ndeki tezleri büyük bir gayretle genel başkan yardımcısı tarafından milletvekillerine dikte edildi. Hem de genel başkanın 4 ay önceki görüşü çiğnenerek.

Kasım 2013'te üst düzey yöneticileri ile görüşmek için ABD'ye giden genel başkan ancak bir senatörle görüşebildi. Ama bu gezide FETÖ terör örgütünün ABD'deki üst düzey yöneticileriyle bir araya gelindi. Toplantıdan sonraki ortak açıklamayla iki eşdeğer kurum görüntüsü verdirildi. Dönüşte, "Başbakan yurtdışına kaçacak, getirip yargılayacağız" dedi.

Parlamentoyu bombalayan, 2500 gazi, 251 vatandaşımızı şehit eden FETÖ terör örgütüne üyelik veya yardım-yataklık yapmaktan hüküm giyen 5 kişinin genel başkan danışmanı olarak yer alması, aynı şekilde bu darbe girişimine destek verdikleri gerekçesiyle tutuklanan gazeteciler için miting düzenlenip alkışlattırılması halen izah edilemedi. 15 Temmuz'dan sonra askeri okullardan atılan öğrencilerin mağduriyetleri dile getirilirken, bu terör örgütünün kumpasları ile alınterleriyle girdikleri aynı okullardan atılan, işkence gören binlerce öğrencinin mağduriyetinden söz edilmemektedir.

Demokratik, Laik, Sosyal, Hukuk Devleti'ni kuran partinin bazı yöneticilerinin, bu devlet sistemine düşman, ortadan kaldırmaya ant içmiş, yargıda hüküm giymiş hareket mensuplarını himaye etmesine, Türkiye'nin ulusal çıkarlarına aykırı söylemlerine anlam verilememektedir.

İstifasından bir gün sonra Sayın Baykal'ın evinde 4 üst düzey yöneticiyle yapılan değerlendirmede, "Bu komplo genel başkanın şahsında CHP'ne kurulmuştur. Buna direnmeliyiz" demiştim. 15 Temmuz'da daha açık görüldü ki, bu komplo demokrasiye ve Türkiye'ye kurulmuştu. Emperyalist güçlerin 1 Mart'ta Türkiye'yi işgal planı önündeki engel CHP'ydi, Baykal'dı. 15 Temmuz'da Türkiye'yi işgal planının önündeki engel Recep Tayip Erdoğan'dı. Her iki hamlede boşa çıkarıldı, Türkiye işgal edilemedi.

Şimdi bu kumpas hesabının görülmesi zamanıdır. Kumpasın 10'ncu yılında birinci mahkemenin halen sonuçlanmaması ayıbını Türkiye daha fazla taşıyamaz, taşıyamamalıdır.