ANALİZ - Orta Afrika Cumhuriyeti'nde Barış Süreci Ve Yeni Dengeler
Bağımsızlığından bu yana beş askeri darbeye maruz kalan ve 2012 yılından bu yana oldukça yıpratıcı bir iç savaş yaşayan Orta Afrika Cumhuriyeti’nde nihayet iç barış sağlanmak üzere Topraklarının yaklaşık yüzde sekseni çeşitli silahlı grupların fiili hâkimiyeti altında bulunan ülkede, hükümet ile silahlı gruplar arasında barış sağlanmak üzere Orta Afrika Cumhuriyeti’nde barışın tesis edilmesi ve ülkenin istikrara kavuşturulmasına yönelik çabalarda iki aktör ön plana çıkıyor: Komşu Sudan ve kıta dışından gelen Rusya Federasyonu Sudan ve Rusya denkleminin ötesinde düşünüldüğünde ise, imzalanan barış anlaşmasının hayata geçirilmesi Afrika dâhilinde yeni bir kaosun ve dini temelli bir bölünmenin önüne geçilebilmesi adına önemli bir fırsat sunmaktadır.
- Sorunun kaynağı ne?
Ülke nüfusunun neredeyse yüzde 80’inin Hristiyan olduğu Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki istikrarsızlık temel olarak Hristiyan ve Müslüman silahlı gruplar arasında yaşanan iktidar mücadelesinden kaynaklanıyor. Ülkede yaşayan bir milyona yakın Müslüman nüfus daha çok ülkenin kuzeydoğu kesimlerinde, Çad ve Sudan sınırına yakın bölgelerde yaşamını sürdürüyor. Zaman zaman tansiyonun yükseldiği Hristiyan ve Müslüman nüfus arasındaki çatışmaları hızlandıran unsur, François Bozize’nin 2003 yılı Mart ayında gerçekleşen bir darbeyle iktidara gelmesi oldu. Bozize iktidarı süresince sık sık yolsuzluk yapmak, adam kayırmak ve Müslüman karşıtı politikalar uygulamakla itham edildi. Nitekim bu süreçte 2010 yılında gerçekleşmesi öngörülen Cumhurbaşkanlığı seçimlerini “uygun ortamın olmadığı” gerekçesiyle ertelemesi, zaten huzursuz olan ülkede bardağı taşıran son damla oldu. Bütün bu yaşananlar, 2012 yılında Müslümanların oluşturduğu silahlı bir grup olan Seleka ile ona tabi durumda bulunan alt unsurlarının da katkısıyla ülkedeki mevcut iktidara karşı ayaklanma çıkmasına yol açtı ve ülke hızla kanlı bir iç savaşa sürüklendi. Her ne kadar 24 Mart 2013’de ülkenin başkentini işgal edip Cumhurbaşkanı Bozize’nin Kamerun’a kaçmasıyla beraber iktidarı ele geçirseler de, Seleka koalisyonu uluslararası baskılara ancak birkaç ay dayanabildi ve aynı yılın Ağustos ayında iktidarı geçici bir hükümete devretmek zorunda kaldı. Seleka’nın iktidarı elinde tuttuğu süre zarfında yaşananlar nedeniyle ise Orta Afrika Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından silah ambargosuyla karşı karşıya bırakıldı.
Geçici hükümetin ardından 30 Mart 2016’dan bu yana aldığı yüzde 62 oyla Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Faustin-Archange Touadéra da ülkede bütün kesimlerin güvenini sağlamakta tam anlamıyla başarılı olamadı. Zira Touadera’nın iktidarı döneminde Müslümanların hoşnutsuzluğu sürerken, ülkede yalnızca Müslüman silahlı grupların silahsızlandırıldığına, Hristiyan silahlı grupların ise varlığını sürdürdüğüne yönelik iddialar ileri sürüldü. Touadera ile ilgili Müslümanların en rahatsız olduğu husus ise 2008-2013 yılları arasında Orta Afrika Cumhuriyeti başbakanı olmasından dolayı devrik lider Bozize ile olan yakın olması. Nitekim ülkede Hristiyanların oluşturduğu silahlı gruplar arasında en etkili güç olan Anti-Balaka’nın eski Cumhurbaşkanı Bozize tarafından desteklendiği görüşü, Müslümanların hem eski Cumhurbaşkanı Bozize, hem de mevcut Cumhurbaşkanı Touadera’ya şüpheyle yaklaşmalarına neden oluyor. Bununla beraber, Seleka ve Anti-Balaka ülkedeki yegâne silahlı gruplar değil. Bu ikisinin dışında birçok silahlı grup, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde iktidarı ele geçirmek ya da bölgesel hâkimiyetlerini kuvvetlendirmek için çaba gösteriyor. Hiç şüphesiz, ülkede yaşanan iç savaş, başta Müslümanlar olmak üzere Orta Afrika Cumhuriyeti vatandaşları için oldukça acı tecrübeleri de bünyesinde barındırıyor. Çoğunluğu Müslüman binlerce kişinin katledildiği, göç etmek ya da isim değiştirmek zorunda kaldığı ülkede, iç savaşın patlak verdiği 2012’den bu yana 4,5 milyonluk ülke nüfusunun yarısından fazlası yardıma muhtaç duruma düştü. Üstelik mevcut durumun her geçen gün daha da kötüye gittiği birçok uluslararası raporda ısrarla belirtilmekteydi. Zira ülke halen geçmişte Sudan’da olduğu gibi Müslüman ve Hristiyan nüfus arasında yükselen Kuzey-Güney rekabetinden/ savaşından dolayı bölünme tehlikesi altında.
- Bölgesel bir aktör olarak Sudan
İstikrarsızlığın her geçen gün daha da arttığı Orta Afrika Cumhuriyeti için artık kaçınılmaz olan “barışı sağlamaya yönelik çabalarda" iki ülke ön plana çıktı. Bunlardan ilki, geçmişte kendisi de iç savaşla bölünme tecrübesi yaşayan ve Orta Afrika Cumhuriyeti ile sınır komşusu olma münasebetiyle bu ülkenin Müslüman nüfusuyla etkileşim halinde bulunan Sudan. Hartum’da 24 Ocak 2019 tarihinde Orta Afrika Cumhuriyeti hükümetiyle ülkede asayişi tehdit eden 14 silahlı grup arasında Rusya’nın arabuluculuğu ve BM ile Afrika Birliği gibi örgütlerin de desteğiyle başlayan ve yaklaşık on gün süren barış görüşmeleri başarıyla tamamlandı. Silahsızlanma, askeri seferberliğin sona erdirilmesi, yeniden bütünleşme ve yurda geri dönüş, ulusal barış, demokratikleşme, ulus aşırı güvenlik düzenlemeleri, iktidarla silahlı gruplar arasında güç paylaşımı ve mevcut statükonun elbirliğiyle değiştirilmesine gibi konularda anlaşmaya varan taraflar, 5 Şubat 2019’da Hartum’da ön anlaşmaya, 6 Şubat 2019’da ise Orta Afrika Cumhuriyeti’nde nihai anlaşmaya imza attı.
Sürecin ardından 3 Mart 2019’da kurulan ve Cumhurbaşkanı Touadera tarafından onaylanan, sekizi kadın, otuz altı bakanlı kabinenin, Şubat ayında imzalanan barış anlaşmaları çerçevesinde dizayn edildiği açıklandı. Bu süreçte Sudan’ın aktif rol alması, Afrikalıların sorunlarını kendi imkânlarıyla çözebilecek kapasiteye fazlasıyla sahip olduğunu ortaya koydu ve kıtadaki diğer sorunların da yerel dinamiklerin ışığında çözülmesi hususunda Afrikalıları teşvik edici bir rol oynadı. Zira Orta Afrika Cumhuriyeti Meclis Başkanı Musa Lavran da ülkesi adına teşekkür amacıyla Hartum’a düzenlediği resmi ziyarette Ömer El-Beşir’in Orta Afrika’da ve kıtanın tamamında barış ile istikrarı sağlamaya yönelik samimi çabalarını takdirle vurguladı. Bütün bu gelişmeler, Orta Afrika’daki iç savaşı bitirmek için bu ülkeye 12 bin asker gönderen, fakat nihai noktada başarısız olan BM’nin barışı sağlamaya yönelik çabalarıyla birlikte düşünüldüğünde, Sudan’ın ve Ömer El-Beşir’in uyguladığı politikaların bölgedeki önemini/ağırlığını göstermesi bakımından da dikkate değerdi.
- Rusya’nın hızlı yükselişi
Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki iç savaş sürecinin ve barış görüşmelerinin ön plana çıkardığı sürpriz ülke ise Rusya Federasyonu oldu. Ocak 2017’de bu ülkenin Cumhurbaşkanı Toudera’nın Moskova’yı ziyaret etmesi ve burada iki devlet arasında çeşitli alanlarda birtakım anlaşmalar imzalanmasının ardından Rusya ile Orta Afrika Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler hızla gelişti. Öyle ki, nihai noktada Ruslar BM’nin de rızasını alarak 2018 yılının Ağustos ayından itibaren Orta Afrika Cumhuriyeti askerlerini eğitmeye ve bu ülkeye hafif silahlar satarak BM’nin silah ambargosunu yumuşatmaya –ve BM’nin de bu yöndeki çabalarını desteklemeye- varacak kadar ilişkilerini genişletti. Aslında, Moskova’nın Orta Afrika Cumhuriyeti’yle ilişkilerini geliştirme çabaları 2014’de Kırım’ın bu devlet tarafından işgal edilmesinin ardından yükselen uluslararası tepkilerle bağlantılıydı. Zira bu tarihten itibaren Rusya, tıpkı “Tiananmen Meydanı’nda” yaşanan olayların ardından Batı’nın tepkisine maruz kalan ve güçlü bir alternatif olarak Afrika’ya yönelen Çin Halk Cumhuriyeti örneğinde olduğu gibi, Afrikalı devletlerle ilişkilerini geliştirme yoluna gitti. Bu bağlamda Moskova yönetimi, takip eden süreçte Rusya, Etiyopya ve Nijerya gibi ülkelerin de bulunduğu on dokuz Sahraaltı Afrika ülkesiyle ikili askeri işbirliği anlaşmaları imzaladı. Öte yandan ise, desteğine ve asker unsurları kullanmasına rağmen BM’nin Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki sorunu çözme konusunda etkisiz kalması ve zaman zaman ülkede BM misyonlarına yönelik yoğun protesto gösterilerinin yaşanması, Sudan gibi Rusya’nın da bölgede önemli bir aktör olarak sivrilmesine yol açtı. Yaygın görüşe göre ise, Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki siyasi ve askeri nüfuzunu her geçen gün arttıran Moskova yönetiminin bu yöndeki çabalarıyla üç ana nedene dayanıyordu: Birincisi, Orta Afrika Cumhuriyeti’nin elmas, altın, uranyum gibi zengin yeraltı kaynaklarına sahip olması; ikincisi, bilhassa Kırım’ın işgalinden sonra Rusya’nın BM gibi uluslararası kurumlarda Afrikalı devletlerin oylarına duyduğu ihtiyacın artması ve üçüncü olarak da SSCB’nin dağılmasının ardından Afrika’yla ilişkileri gerileyen bu ülkenin kıtadaki etkinliğini yeniden arttırma çabalarıdır.
- Rusya, Afrika’daki “emperyalist” mücadelede “etkili” aktör
Orta Afrika Cumhuriyeti açısından bakıldığında oldukça zorlu ve yıpratıcı bir iç savaş sürecinin ardından barış anlaşması imzalanmış olsa da, söz konusu anlaşma ülkede silahlı gruplarla hükümet arasındaki barışın kesin olarak sağlandığı anlamına gelmiyor. Ülkede dengelerin oldukça hassas bir yapıda olduğunu ve daha önce imzalanan yedi ayrı barış anlaşmasının da uygulanamadığını hatırlamakta fayda var. Yine de, ülkede barışı sağlamaya yönelik bu girişimde rol alan aktörler, oldukça önemli bir sürecin parçası olma fırsatını yakaladılar. Örneğin, Sudan’ın bu anlaşmanın imzalanması sürecinde sarf ettiği yoğun diplomatik girişimleri, gerek bölgedeki itibarı gerekse son dönemde iç siyasi ve ekonomik problemlerinden dolayı yaşadığı protesto gösterileri bağlamında baskı altında bulunan Ömer El-Beşir açısından önemli bir adım olarak düşünülebilir.
Diğer yandan ise Rusya, Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki etkinliğini arttırarak birçok ülkenin yeni-sömürgeci saiklerle hareket ettiği ve alan kazanmaya çalıştığı Afrika’daki “emperyalist” mücadelede “etkili” ve “yadsınmaması gereken” bir aktör olarak var olduğunun mesajını veriyor. Elbette ki Moskova’nın bu ülkedeki nüfuz tesisi, geçmişte “sömürgeci” sıfatıyla Orta Afrika Cumhuriyeti’nde varlık gösteren ve “ülkedeki nüfuzunu kaybetme” endişesi taşıyan Fransa’yı ziyadesiyle rahatsız etmiş durumdadır. Sudan ve Rusya denkleminin ötesinde düşünüldüğünde ise, imzalanan barış anlaşmasının hayata geçirilmesi Afrika dâhilinde yeni bir kaosun ve dini temelli bir bölünmenin önüne geçilebilmesi adına önemli bir fırsat sunmaktadır.
[Din ve milliyetçilik, sömürgecilik ve Afrika’da ABD dış politikası hakkında çalışmaları bulunan Hasan Aydın Afrika Araştırmacıları Derneği'nde (AFAM) görev yapmaktadır]