'Benim İçimi Titreten Bir Durum Var Türkiye'de'
Ünlü besteci ve piyanist Anjelika Akbar: 'Müzik sonsuz bir şey. Müzik öyle büyük ki biz sadece onun mütevazı bir sözcüsü olabiliriz hepimiz' 'Çok derin bir aşk lazım. Aşk varsa gerisi gelir. Çalışma da ilham da güç de gelir. Ama aşk yoksa o zaman yapay, yüzeysel olur' 'Bu da bir aşk hikayesi benim için. Ben çok ülke gördüm ama Türkiye'de çok özel bir şey var benim kalbime dokunan. Herhalde o beni kendine aşık etti'
HİLAL UŞTUK - Ünlü besteci ve piyanist Anjelika Akbar, Türkiye'ye aşık olduğunu söyleyerek, "Bu bir aşk hikayesi benim için. Ben çok ülke gördüm ama Türkiye'de çok özel bir şey var benim kalbime dokunan. Herhalde o beni kendine aşık etti." dedi.
AA muhabirine müzik ve Türkiye sevgisini anlatan sanatçı, bebekken müzikle tanıştığını belirterek, "Daha birkaç aylıkken, annem ve babam, müziğe karşı özel bir ilgim olduğunu fark edip piyanoyu, karyolanın yanına yaklaştırmış. Müzik serüvenim aslında öyle başlamış. Ben daha hiçbir şey bilmiyorken tanıştığım objelerden biri ve aynı zamanda da ilk oyuncağım kocaman bir piyanoydu. Henüz yürüyemiyorken piyanonun tuşlarına nasıl dokunulduğunu, ince ile kalın sesleri ve onlara hakimiyeti öğrenmeye başladım." ifadelerini kullandı.
Akbar, annesinin koro şefi ve piyanist, babasının ise orkestra şefi, aynı zamanda felsefe profesörü olduğuna işaret ederek, "Ev müzikle doluydu. Birçok müzik enstrümanı vardı. Bütün sanatlar ve felsefe de vardı. Yani bir müzisyenin gelişmesi için bence en uygun altyapı bulunuyordu. Bütün bunların benim için bir şans olduğunu düşünüyorum." değerlendirmesinde bulundu.
Konservatuvar eğitiminin ardından yüksek lisans ve doktora yaptığını sözlerine ekleyen sanatçı, eğitimin bitmeyeceğini söyleyerek, "Müzik sonsuz bir şey. Müzik öyle büyük ki biz sadece onun mütevazı bir sözcüsü olabiliriz hepimiz." diye konuştu.
- "Aşk varsa gerisi gelir"
Anjelika Akbar, her fırsatta piyano çalmaya devam ettiğini dile getirerek, şöyle devam etti:
"Çok derin bir aşk lazım. Aşk varsa gerisi gelir. Çalışma da ilham da güç de gelir. Ama aşk yoksa o zaman yapay, yüzeysel olur. Tam olarak gelişmez. Buna inanıyorum. Çok çalışmak elbette şart ve buna hazır olmak lazım. Ama dediğim gibi bunca yorgunluğa ve çalışmaya rağmen aşk varsa yorgunluk hissetmiyorsunuz. Ben oturup 4-5 saat hiç durmadan piyano çalabilirim. Ne yorgunluk ne de başka problem hissederim. Dünyayı unuturum o sırada. Tabii ki çalışmak lazım ama çalışmak ikinci planda geliyor. İlk önce aşk ve samimiyet lazım."
Beste çalışmalarını da her ortamda sürdürdüğünü aktaran Akbar, uçakla giderken, birileriyle sohbet ederken, hareketli ve kalabalık ortamlarda ya da gümbür gümbür müziğin çaldığı yerlerde dahi kendi içine dönüp bestelerini yaptığını kaydetti.
Ünlü sanatçı Türkiye'ye 26 yıl önce sürpriz bir şekilde yerleştiğine vurgu yaparak, "Sovyetler Birliği henüz dağılmadan önce ben UNESCO üyesiydim. Eski eşimle birlikte uluslararası bir film projesi için yola çıktık. Sovyetler Birliği zamanında yurt dışına çıkmak bile başlı başına çok zor bir şeydi. UNESCO üyesi olduğumuz için bu iş kolaylaştı. ben bestecisiydim filmin. Bu filmle ilgili birçok ülkeyi gezerken, yolumuz Türkiye'ye düştü. O zaman büyük oğlumu taşıyordum. Doğum yaklaşıyordu ve doktorlar uçağa binmeme izin vermedi. Büyük oğlum Yürek, İstanbul'da doğdu. O sırada zaten Türkiye'ye ve Türk insanına aşık oldum." dedi.
Oğlu henüz küçükken Sovyetler Birliği'nin dağıldığını aktaran Akbar, şu bilgileri verdi:
"Elimde Sovyetler Birliği pasaportu vardı ama böyle bir ülke yoktu. Terminal filmini andıran bir durum oldu. Tek fark, ben havaalanında hapsolmadım. Kendimi bir ülkede buldum ve bu ülkeyi hali hazırda sevdim. Hatta ilk günlerden itibaren aileme yoğun mektuplar yazdım. Buradan ve buradaki insanlardan hayranlıkla bahsettim. Başta anlamadılar. Çünkü fazla bilgi yoktu. Sovyetler Birliği zamanında dış dünyadan çok az bilgi alınıyordu. Bu nedenle bir anlam veremediler."
- "Benim içimi titreten bir durum var burada"
Piyanist Akbar, o dönem yazdığı mektupları "İçimdeki Türkiyem" kitabını yazarken Rusça'dan tercüme edip kitaba eklediğini söyleyerek, "Orada şelale gibi akan Türkiye'ye karşı duygularım zaten çok net olarak görünüyor. Bu da bir aşk hikayesi benim için. Ben çok ülke gördüm ama Türkiye'de çok özel bir şey var benim kalbime dokunan. Herhalde o beni kendine aşık etti." değerlendirmesinde bulundu.
Türkiye'de kendisini yabancı hissetmediğini sözlerine ekleyen sanatçı, "Ben aslında buraya attığım ilk adımdan itibaren yabancı değilim. Bana kitabımın isminin neden 'İçimdeki Türkiye' değil de 'İçimdeki Türkiyem' olduğunu sordular. Ben dedim ki, o 'm'yi yazma ihtiyacı hissetmeseydim ben bu kitabı zaten yazmaz ve bu ülkede de kalmazdım. Benim içimi titreten bir durum var burada. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, ailem bütün dünyada başkentlere yerleşti. ABD, Avrupa, Avustralya ve aklınıza gelecek birçok ülkeye gittiler. Klasik müzik anlamında da çok daha elverişli ülkelere gittiler. Beni defalarca çağırmalarına rağmen, 'Hayır. Benim yerim burası' dedim." açıklamasını yaptı.
Sanatçı kitap yazmaya da devam ettiğini ancak bu konuda iddialı olmadığını belirterek, "Ben yazar değilim. Ses ve söz benim için eşit derecede önemli. Yani kelam önemli bir şey. Onu da yapmayı çok seviyorum. Şimdiye kadar iki kitabım çıktı. Bir kitabım da hazır. Bir küçük kitabım da yolda. Yazmaya da inşallah devam edeceğim. Hiçbir iddiam olmadığı için kolaylıkla bütün potansiyel okurlarımı dost olarak görüp, onlarla içimdekileri paylaşıyorum." şeklinde görüşlerini dile getirdi.
Kaynak: AA
AA muhabirine müzik ve Türkiye sevgisini anlatan sanatçı, bebekken müzikle tanıştığını belirterek, "Daha birkaç aylıkken, annem ve babam, müziğe karşı özel bir ilgim olduğunu fark edip piyanoyu, karyolanın yanına yaklaştırmış. Müzik serüvenim aslında öyle başlamış. Ben daha hiçbir şey bilmiyorken tanıştığım objelerden biri ve aynı zamanda da ilk oyuncağım kocaman bir piyanoydu. Henüz yürüyemiyorken piyanonun tuşlarına nasıl dokunulduğunu, ince ile kalın sesleri ve onlara hakimiyeti öğrenmeye başladım." ifadelerini kullandı.
Akbar, annesinin koro şefi ve piyanist, babasının ise orkestra şefi, aynı zamanda felsefe profesörü olduğuna işaret ederek, "Ev müzikle doluydu. Birçok müzik enstrümanı vardı. Bütün sanatlar ve felsefe de vardı. Yani bir müzisyenin gelişmesi için bence en uygun altyapı bulunuyordu. Bütün bunların benim için bir şans olduğunu düşünüyorum." değerlendirmesinde bulundu.
Konservatuvar eğitiminin ardından yüksek lisans ve doktora yaptığını sözlerine ekleyen sanatçı, eğitimin bitmeyeceğini söyleyerek, "Müzik sonsuz bir şey. Müzik öyle büyük ki biz sadece onun mütevazı bir sözcüsü olabiliriz hepimiz." diye konuştu.
- "Aşk varsa gerisi gelir"
Anjelika Akbar, her fırsatta piyano çalmaya devam ettiğini dile getirerek, şöyle devam etti:
"Çok derin bir aşk lazım. Aşk varsa gerisi gelir. Çalışma da ilham da güç de gelir. Ama aşk yoksa o zaman yapay, yüzeysel olur. Tam olarak gelişmez. Buna inanıyorum. Çok çalışmak elbette şart ve buna hazır olmak lazım. Ama dediğim gibi bunca yorgunluğa ve çalışmaya rağmen aşk varsa yorgunluk hissetmiyorsunuz. Ben oturup 4-5 saat hiç durmadan piyano çalabilirim. Ne yorgunluk ne de başka problem hissederim. Dünyayı unuturum o sırada. Tabii ki çalışmak lazım ama çalışmak ikinci planda geliyor. İlk önce aşk ve samimiyet lazım."
Beste çalışmalarını da her ortamda sürdürdüğünü aktaran Akbar, uçakla giderken, birileriyle sohbet ederken, hareketli ve kalabalık ortamlarda ya da gümbür gümbür müziğin çaldığı yerlerde dahi kendi içine dönüp bestelerini yaptığını kaydetti.
Ünlü sanatçı Türkiye'ye 26 yıl önce sürpriz bir şekilde yerleştiğine vurgu yaparak, "Sovyetler Birliği henüz dağılmadan önce ben UNESCO üyesiydim. Eski eşimle birlikte uluslararası bir film projesi için yola çıktık. Sovyetler Birliği zamanında yurt dışına çıkmak bile başlı başına çok zor bir şeydi. UNESCO üyesi olduğumuz için bu iş kolaylaştı. ben bestecisiydim filmin. Bu filmle ilgili birçok ülkeyi gezerken, yolumuz Türkiye'ye düştü. O zaman büyük oğlumu taşıyordum. Doğum yaklaşıyordu ve doktorlar uçağa binmeme izin vermedi. Büyük oğlum Yürek, İstanbul'da doğdu. O sırada zaten Türkiye'ye ve Türk insanına aşık oldum." dedi.
Oğlu henüz küçükken Sovyetler Birliği'nin dağıldığını aktaran Akbar, şu bilgileri verdi:
"Elimde Sovyetler Birliği pasaportu vardı ama böyle bir ülke yoktu. Terminal filmini andıran bir durum oldu. Tek fark, ben havaalanında hapsolmadım. Kendimi bir ülkede buldum ve bu ülkeyi hali hazırda sevdim. Hatta ilk günlerden itibaren aileme yoğun mektuplar yazdım. Buradan ve buradaki insanlardan hayranlıkla bahsettim. Başta anlamadılar. Çünkü fazla bilgi yoktu. Sovyetler Birliği zamanında dış dünyadan çok az bilgi alınıyordu. Bu nedenle bir anlam veremediler."
- "Benim içimi titreten bir durum var burada"
Piyanist Akbar, o dönem yazdığı mektupları "İçimdeki Türkiyem" kitabını yazarken Rusça'dan tercüme edip kitaba eklediğini söyleyerek, "Orada şelale gibi akan Türkiye'ye karşı duygularım zaten çok net olarak görünüyor. Bu da bir aşk hikayesi benim için. Ben çok ülke gördüm ama Türkiye'de çok özel bir şey var benim kalbime dokunan. Herhalde o beni kendine aşık etti." değerlendirmesinde bulundu.
Türkiye'de kendisini yabancı hissetmediğini sözlerine ekleyen sanatçı, "Ben aslında buraya attığım ilk adımdan itibaren yabancı değilim. Bana kitabımın isminin neden 'İçimdeki Türkiye' değil de 'İçimdeki Türkiyem' olduğunu sordular. Ben dedim ki, o 'm'yi yazma ihtiyacı hissetmeseydim ben bu kitabı zaten yazmaz ve bu ülkede de kalmazdım. Benim içimi titreten bir durum var burada. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, ailem bütün dünyada başkentlere yerleşti. ABD, Avrupa, Avustralya ve aklınıza gelecek birçok ülkeye gittiler. Klasik müzik anlamında da çok daha elverişli ülkelere gittiler. Beni defalarca çağırmalarına rağmen, 'Hayır. Benim yerim burası' dedim." açıklamasını yaptı.
Sanatçı kitap yazmaya da devam ettiğini ancak bu konuda iddialı olmadığını belirterek, "Ben yazar değilim. Ses ve söz benim için eşit derecede önemli. Yani kelam önemli bir şey. Onu da yapmayı çok seviyorum. Şimdiye kadar iki kitabım çıktı. Bir kitabım da hazır. Bir küçük kitabım da yolda. Yazmaya da inşallah devam edeceğim. Hiçbir iddiam olmadığı için kolaylıkla bütün potansiyel okurlarımı dost olarak görüp, onlarla içimdekileri paylaşıyorum." şeklinde görüşlerini dile getirdi.