Akpınar 'Ne Hak Yiyeceğiz, Ne De Hakkımız Olandan Vazgeçeceğiz'
GAÜ Kurucu Rektörü ve Yöneticiler Kurulu Başkanı Serhat Akpınar, özellikle KKTC Yurttaşlığı’nın kendisine vermis olduğu haklar ve yetkiler çerçevesinde, her bir bireyin ortaya çıkarak, 50 yıldır süren ve son seferinde yine başarısızlık paydasının arttığının gözlemlendiği, “Kıbrıs Sorunu” sürecinin yeni yönünün, nihai olarak artık “haklarımıza sahip çıkma” duruşu şeklinde formülüze edilebileceğini vurguladı.
Serhat Akpınar, Uluslararası Diplomatlar Birliği Başkan Yardımcılığı görevinin ilk safhasında, 26 Ekim’de gerçekleşecek ‘Birlik Zirvesi’ öncesinde bazı açıklamalar yaptı. Girne Amerikan Üniversitesi’nde bir araya gelecek birlik delegasyonunun bu yıl ki programlarının ana teması “bir adım ileri” olurken, uluslararası gündeme önemli katkılar sağlayacağı değerlendirilen zirvenin, ön vizyonu da yine Başkan Yardımcısı Serhat Akpınar tarafından kaleme alınan sunumlar ile yapılıyor. Bu sunumların en dikkat çekici tarafını da “Kıbrıs Sorunu” ilgili paragraflar oluşturuyor.
“Nihai olarak, Haklarımıza Sahip Çıkma” söylemini kriterize eden paragraflar şu başlıklardan oluştu;
“Tarih dersi vermek amacı gütmüyorum”
Akpınar, “Elbette böyle bir makalenin amacı, ülkede ve uluslararası camiada, özellikle konunun uzmanlarına ya da tarihe merakı olan kişilere tarih dersi vermek değil. Hiç kimseye ders vermek değil. Amacım sadece, "bilinen ama zamanla unutturulmaya çalışılan gerçekler" üzerinden farklı bir bakış açısı oluşturmak ve bunun üzerinden meselelerin düşünülmesi önererek, konuyu sizler ile paylaşmaktır”
“Kıbrıs Adası, tarihin hiç bir döneminde Rum mülkiyeti ve yönetimi altında olmadı”
“Kıbrıs Adası fiilen, 1571-1878 yılları arasında ‘Osmanlı Devleti Toprağı’ olarak, İngilizlerin 1878 yılında Ada’yı kiralamalarından sonra ise, fiilen ‘Birleşik Krallık Toprakları’ olarak, bu hükümdarlıklarda varlığını sürdürmüştür. 1960 yılında ise sözde kendi istekleri ile Birleşik Krallık’tan bağımsız kalınmıştır. Üç asrı aşkın ‘Osmanlı Toprağı’, yarım asır civarında ise ‘İngiliz Toprağı’ olmuştur.
Osmanlı Devleti Dönemi’nde tapu, ilk kez Kıbrıs’ta verilmiş ve Kıbrıs Adası’nın toprakları, çeşitli vakıflara vakfedilmiştir. Farklı inançlara sahip, ada halkının toprakları ise korunmuş ve mülkiyet kullanımı azınlıklara da tanınmış bir hak olmuştur.
Sonuç olarak Kıbrıs Adası, tarihinin hiçbir döneminde Rumların yönetiminde veya Rumların mülkiyeti altında olmamıştır"
“Misak-ı Milli sınırları içinde olmamız aleyhimize kullanıldı”
“1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından Ada’daki Türkler, Misak-ı Milli sınırları içerisine, yani anavatanlarına göç etmeye başlamış, nüfus dengesi hızla bozulmuştur. Kıbrıs Adası’nda bulunan Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği ise İngilizler tarafından kapatılırken, Türkler’in seyahatine de engeller getirilmiştir. Mağlup Yunan Ordusu’nun İzmir’den denize dökülmesi sonrasında da, Anadolu işgali esnasında devr alacağı sözü verilen Kıbrıs Adası’nı da, İngilizler’den istemiştir. Ancak İngilizler söz ve anlaşmaları yok saymışlardır. Bunun yerine, 70 bin civarında Yunanlı göçmenin Ada’ya gelip yerleşmesine yol açılmıştır. Böylelikle Kıbrıs Adası’ndaki nüfus dengesi iyice değişmiş, Rumların nüfusu Türklere göre artmıştır. Bu dönem büyük bir kısım vakıf ve devlet malının ‘bu göçmen nüfusa’ verildiği zaman dilimidir.
1950’lerde ise, İngilizlerden Ada’yı geri almak için kurulan EOKA Terör Örgütü ve sonrasında, İngilizlerin EOKA’ya karşı kolluk kuvveti olarak ta; Türkleri kullanması ve TMT’nin (Türk Mukavemet Teşkilatı) kurulması gibi gelişmeler yaşanmıştır.
Bu tarihlerde birçok farklı gelişmeler daha yaşansa da, özet olarak geçtiğim bilgiler ve tarihler sonrasına denk gelen 1960 yılında, fiilen sadece 3 yıl yaşamış ve Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur.
1964-74 yılları arasındaki dönemde ise Türkler, kendi ülkelerinde hapis hayatına mahkum edilmişlerdir”
“11 yıl zulme sırtını dönen dünya”
“Kıbrıs Adası’nın Yunanistan’a doğrudan bağlanması amacını güden faşist Yunan Cuntası’nın devreye girmesi ile Nikos Sampson liderliğinde başlatılan ‘15 Temmuz 1974 Darbesi’ girişimi, aynı haftanın sonunda gerçekleştirilen ve sadece Türkleri değil Rumları da kurtaran şanlı Barış Harekatı ile önlenmiştir. 11 yıl boyunca yaşananların yakın tanığı olup, sessizliğini koruyan dünya, Yunan darbesine de sessiz kalınca, Türkiye garantörlük hakkını kullanmıştır”
“Düşünün ve sorgulayın”
“Tarihinde hiçbir zaman, Rum Yönetimi’nde olmayan Kıbrıs Adası’nın toprak bütünlüğü, 1960 öncesi ve 1960-63 yılları arasında, nasıl olur da yüzde 70 oranında Rumların olmuştur? Halen nasıl olur da, bu tuhaf yüzdelik iddiası ile Güzelyurt başta olmak üzere, bitmez bir talep ile Girne hatta Karpaz’ı dahi istemektedirler? Biz, nerede, ne hata yapıyoruz?
Hak olmayanı, haklarıymış gibi, uluslararası hukuk zemini oluşturarak(!) kurulan tüm müzakere masalarında isteyen Rumlar, masaya da yön vermeye çalışırlarken, tekrar tekrar sormalıyız: Biz, nerede hata yapıyoruz? Düşünün ve sorgulayın”
“Hak, tek bir şekilde yerini bulur”
“Tüm bu tarihi gerçekler önünde, sanırım artık argümanlarımızı, bizden istenilen gibi değil, hakkımız olduğu şekli ile düzenlemeliyiz. Aksi halde, masada olmamızın anlamı nedir?
Kıbrıs Adası’nın toprak bütünlüğü nasıl? Ve bir anda el değiştirdi?
Bizler artık sormalıyız. Sorarak, 50 yıldır süren, bugüne kadar gelmiş ve konuşulmadık yanı kalmamış görüşmeler sürecine, yeni yönü bizler vermeliyiz. Ne hak yiyeceğiz, ne de hakkımız olandan vazgeçeceğiz. Hak, ancak böyle yerini bulabilecektir" diyerek sözlerini tamamladı.
Kaynak: İHA
“Nihai olarak, Haklarımıza Sahip Çıkma” söylemini kriterize eden paragraflar şu başlıklardan oluştu;
“Tarih dersi vermek amacı gütmüyorum”
Akpınar, “Elbette böyle bir makalenin amacı, ülkede ve uluslararası camiada, özellikle konunun uzmanlarına ya da tarihe merakı olan kişilere tarih dersi vermek değil. Hiç kimseye ders vermek değil. Amacım sadece, "bilinen ama zamanla unutturulmaya çalışılan gerçekler" üzerinden farklı bir bakış açısı oluşturmak ve bunun üzerinden meselelerin düşünülmesi önererek, konuyu sizler ile paylaşmaktır”
“Kıbrıs Adası, tarihin hiç bir döneminde Rum mülkiyeti ve yönetimi altında olmadı”
“Kıbrıs Adası fiilen, 1571-1878 yılları arasında ‘Osmanlı Devleti Toprağı’ olarak, İngilizlerin 1878 yılında Ada’yı kiralamalarından sonra ise, fiilen ‘Birleşik Krallık Toprakları’ olarak, bu hükümdarlıklarda varlığını sürdürmüştür. 1960 yılında ise sözde kendi istekleri ile Birleşik Krallık’tan bağımsız kalınmıştır. Üç asrı aşkın ‘Osmanlı Toprağı’, yarım asır civarında ise ‘İngiliz Toprağı’ olmuştur.
Osmanlı Devleti Dönemi’nde tapu, ilk kez Kıbrıs’ta verilmiş ve Kıbrıs Adası’nın toprakları, çeşitli vakıflara vakfedilmiştir. Farklı inançlara sahip, ada halkının toprakları ise korunmuş ve mülkiyet kullanımı azınlıklara da tanınmış bir hak olmuştur.
Sonuç olarak Kıbrıs Adası, tarihinin hiçbir döneminde Rumların yönetiminde veya Rumların mülkiyeti altında olmamıştır"
“Misak-ı Milli sınırları içinde olmamız aleyhimize kullanıldı”
“1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından Ada’daki Türkler, Misak-ı Milli sınırları içerisine, yani anavatanlarına göç etmeye başlamış, nüfus dengesi hızla bozulmuştur. Kıbrıs Adası’nda bulunan Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği ise İngilizler tarafından kapatılırken, Türkler’in seyahatine de engeller getirilmiştir. Mağlup Yunan Ordusu’nun İzmir’den denize dökülmesi sonrasında da, Anadolu işgali esnasında devr alacağı sözü verilen Kıbrıs Adası’nı da, İngilizler’den istemiştir. Ancak İngilizler söz ve anlaşmaları yok saymışlardır. Bunun yerine, 70 bin civarında Yunanlı göçmenin Ada’ya gelip yerleşmesine yol açılmıştır. Böylelikle Kıbrıs Adası’ndaki nüfus dengesi iyice değişmiş, Rumların nüfusu Türklere göre artmıştır. Bu dönem büyük bir kısım vakıf ve devlet malının ‘bu göçmen nüfusa’ verildiği zaman dilimidir.
1950’lerde ise, İngilizlerden Ada’yı geri almak için kurulan EOKA Terör Örgütü ve sonrasında, İngilizlerin EOKA’ya karşı kolluk kuvveti olarak ta; Türkleri kullanması ve TMT’nin (Türk Mukavemet Teşkilatı) kurulması gibi gelişmeler yaşanmıştır.
Bu tarihlerde birçok farklı gelişmeler daha yaşansa da, özet olarak geçtiğim bilgiler ve tarihler sonrasına denk gelen 1960 yılında, fiilen sadece 3 yıl yaşamış ve Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur.
1964-74 yılları arasındaki dönemde ise Türkler, kendi ülkelerinde hapis hayatına mahkum edilmişlerdir”
“11 yıl zulme sırtını dönen dünya”
“Kıbrıs Adası’nın Yunanistan’a doğrudan bağlanması amacını güden faşist Yunan Cuntası’nın devreye girmesi ile Nikos Sampson liderliğinde başlatılan ‘15 Temmuz 1974 Darbesi’ girişimi, aynı haftanın sonunda gerçekleştirilen ve sadece Türkleri değil Rumları da kurtaran şanlı Barış Harekatı ile önlenmiştir. 11 yıl boyunca yaşananların yakın tanığı olup, sessizliğini koruyan dünya, Yunan darbesine de sessiz kalınca, Türkiye garantörlük hakkını kullanmıştır”
“Düşünün ve sorgulayın”
“Tarihinde hiçbir zaman, Rum Yönetimi’nde olmayan Kıbrıs Adası’nın toprak bütünlüğü, 1960 öncesi ve 1960-63 yılları arasında, nasıl olur da yüzde 70 oranında Rumların olmuştur? Halen nasıl olur da, bu tuhaf yüzdelik iddiası ile Güzelyurt başta olmak üzere, bitmez bir talep ile Girne hatta Karpaz’ı dahi istemektedirler? Biz, nerede, ne hata yapıyoruz?
Hak olmayanı, haklarıymış gibi, uluslararası hukuk zemini oluşturarak(!) kurulan tüm müzakere masalarında isteyen Rumlar, masaya da yön vermeye çalışırlarken, tekrar tekrar sormalıyız: Biz, nerede hata yapıyoruz? Düşünün ve sorgulayın”
“Hak, tek bir şekilde yerini bulur”
“Tüm bu tarihi gerçekler önünde, sanırım artık argümanlarımızı, bizden istenilen gibi değil, hakkımız olduğu şekli ile düzenlemeliyiz. Aksi halde, masada olmamızın anlamı nedir?
Kıbrıs Adası’nın toprak bütünlüğü nasıl? Ve bir anda el değiştirdi?
Bizler artık sormalıyız. Sorarak, 50 yıldır süren, bugüne kadar gelmiş ve konuşulmadık yanı kalmamış görüşmeler sürecine, yeni yönü bizler vermeliyiz. Ne hak yiyeceğiz, ne de hakkımız olandan vazgeçeceğiz. Hak, ancak böyle yerini bulabilecektir" diyerek sözlerini tamamladı.