'Sinemamız Durağanlık Döneminde'

Tiyatro ve sinema oyuncusu Uzunyılmaz: 'Neden biz filmlerimizi gönderiyoruz da Oscar'da yarışmıyor? Yarışmaz çünkü biz değiliz. Kendi zenginliğimizi, kültürümüzü, hayatımızı perdeye aktarmamız lazım' 'Bana İngiltere'den teklif geldi. Dosya Türkçeye çevrilmiş bir halde geldi. Senaryo, benim ülkemi uyuşturucu tacirliğinde baron ülke olarak lanse ediliyordu. Bu başka bir arkadaşımıza gelse oynardı'

Tiyatro ve sinema oyuncusu Mustafa Uzunyılmaz, 'Sinema çok güçlü bir silahtır ve Amerika bunu çok iyi kullanıyor. Batı da bunu bizim üzerimizde kullanıyor. Sinemayı bu açıdan değerlendirmemiz lazım.' dedi.

Aslen tiyatro oyuncusu olduğunu söyleyen Mustafa Uzunyılmaz, oyunculuğa 1970'lerde Kenter Tiyatrosu'nda başladığını, Zeki Alasya, Metin Akpınar ile Devekuşu Kabare Tiyatrosu'nda 11 yıl oynadığını, son 18 yıldır da çeşitli sinema filmlerinde rol aldığını anlattı.

Uzunyılmaz, 'Ben sinemaya uzak biriydim.' diyerek, şöyle konuştu:

'Sanat, edebiyat dünyasındaki dostlarım, sinema için 'Sen kendin için asla bu işin içinde değilsin' diyerek bana cesaret verdiler. Melih Cevdet Anday'dan tutun da Sabahattin Kudret Aksal'a kadar hepsi 'Kendin için değil, ne yaparsan yap içinde biz olsun' derlerdi. Onun için konuşmalarımda hiçbir zaman ben sözcüğü ile ilgili birşey algılamayın. Biz sözcüğü ile yola çıkalım.'

Kendisini oyuncu yerine aktör olarak tanımladığını ifade eden Uzunyılmaz, oyuncu tanımının yapılan işi 'itibarsızlaştırdığı, basitleştirdiği ve bayağılaştırdığı' düşüncesini paylaştı.

Uzunyılmaz, 'Yaradan bize meslek olarak kendi yansıması diyor. Biz de yaptığımız işte izleyiciye bir şeyleri farkettirmek için yola çıkıyoruz.' diye konuşarak, şunları anlattı:

'Sanat duanın yansımasıdır. Hepimiz öleceğiz sonuçta ama arkada bir eser bıraktığımız zaman bizim işimizle birlikte ruhumuz da huzurla öteki tarafta yaşayacaktır. Onun için yaşadığım her şeyi zenginlik olarak kabul ettim. Ben bunu yaşadığım için söyleyecek sözüm var dedim. Yaşamayanları da uyarmaya çalıştım. Mesleğimiz böyle birşey. Bencilliği asla kabul etmiyor. Çünkü biz bir ekip işi yapıyoruz. Hayatın ta kendisi, hayatın içindedir bizim işimiz.'

- 'İran sineması kendi özünden yola çıktığı için başarılı'

Türk sinemasının içinde bulunduğu durumun kötü olduğu düşüncesini savunan Uzunyılmaz, yerli filmlerin yurtdışından ödül almasının Türk sinemasının iyi olduğu anlamına gelmediği yorumunu yaptı.

Uzunyılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü:

'Bunun en güzel örneğini İran sinemasında görebiliriz. İran sineması bir tane Oscar aldı ama sanıyorum 4 ya da 5 filmleri de Oscar'da yarıştı. Cannes'da yer alan bir sürü filmleri var ama haketmiş oldukları ödül. Bunu asla unutmamak lazım. Nedeni de şu, İran sineması kendi özündeki, kendi bağındaki kültürel değerlerle yola çıktı. Hiçbir zaman başkalarını taklit etmedi. Kendileri gibi oldular. O yüzden çok başarılılar. Neden biz filmlerimizi gönderiyoruz da Oscar'da yarışmıyor? Yarışmaz çünkü biz değiliz. Kendi zenginliğimizi, kültürümüzü, hayatımızı perdeye aktarmamız lazım.'

Türkiye'nin öz kültürünü yansıtan filmler çekilmediğine dikkati çeken Uzunyılmaz, 'Mesela eskiden Avrupa sinemasına yollanan filmlerden birinde, Türkiye, bir eşeğin üstünde giden bir adam, eşeğin arkasında sırtında yükle yürüyen bir kadın olarak gösterilmişti. Bugün biz bunlardan kurtulduk ama gerek yoktu. Ülkene küfret, hakaret et, bayağılaştır, ısmarlama iş yapınca sana ödül veriyorlar tabii. Maalesef ısmarlama işler çok yapıldı.' diye konuştu.

- 'Ülkemi uyuşturucu baronu gibi gösteren filmde oynamadım'

Uzunyılmaz, kendisine de farklı rol teklifleri geldiğine değinerek, şu anısını paylaştı:

'Bana İngiltere'den teklif geldi. Dosya Türkçeye çevrilmiş bir halde geldi. Senaryoda, benim ülkem uyuşturucu tacirliğinde baron ülke olarak lanse ediliyordu. Bu başka bir arkadaşımıza gelse oynardı. Ben 3 yıl bu dosyayı beklettim, hiç açık vermedim. En sonunda 'Benim ülkemde böyle bir şey yok ya da ben başka bir ülkede yaşıyorum herhalde' dedim. Onlara, 'İngiltere güneş batmayan ülke olarak adlandırılıyor değil mi? O kadar çok sömürgeniz var ki ve hala devam ediyor. Önce siz kendi özünüzdeki eleştirel filmlerinizi yapın, beni de davet edin. Ben de gelip oynayayım. Ülkemi ben eleştiririm ama asla siz eleştiremezsiniz' dedim.'

Türk sinemasında uzun yıllar filmlerin bir kişinin hem senarist, hem görüntü yönetmeni, hem yapımcı rolünü üstlenmesiyle çekildiğine işaret eden Uzunyılmaz, sinema sektöründe bu şekilde yol alınamadığı düşüncesini kaydetti.

- 'Komedi yerine şaklabanlık yapıyorlar'

Uzunyılmaz, sinema dünyasının bugünkü durumu hakkında şu görüşlerini aktardı:

'Bugün Kültür ve Turizm Bakanlığı, sinema festivallerine yüksek paralar dağıtıyor. Sektörde iş yapanların çoğu bu paranın peşindeler. Bir yandan da para kazanmadık diyorlar ama adam arabasını değiştiriyor. Tabii ben bunların kimine yardım etmişim zamanında, kimine cebimden para vermişim filmi yarım kalmasın diye. Sinema bir ekip, birliktelik işi. 1950'li, 1960'lı yıllarda yoksullukla yapılmış filmleri hala izliyoruz, niye? Bizden olduğu için. Bugün bir sokak dili diye tutturdular komedide. Komedi yerine şaklabanlık yapıyorlar diyelim ona da. Ben ciddi bir mizah alanından geliyorum. Türkiye'nin en önemli komedi tiyatrosunda oynadım 11 yıl ve onlarla yaşadım ve böyle bir şey görmedim.'

'Sinema çok güçlü bir silahtır ve Amerika bunu çok iyi kullanıyor. Batı da bunu bizim üzerimizde kullanıyor. Sinemayı bu açıdan değerlendirmemiz lazım.' şeklinde konuşan Uzunyılmaz, Türk sinemasının gelişmesi için sinema sektöründeki zihnin değişmesi gerektiğine vurgu yaptı.

Uzunyılmaz, sözlerine 'Kötü laflar etmek istemiyorum ama maalesef sinemamız bir durağanlık döneminde' diye devam ederek, 'Tabii bu demek değil ki dünya sineması yolculuğunda onları etkilemeyeceğiz. Zenginlik bizde.' ifadelerini kullandı.

Televizyon kanallarında da bir kültürel yozlaşma gözlemlediğini aktaran Uzunyılmaz, duygu yoksunluğuna dikkati çekti:

'Televizyonda ne olduğu belirsiz, şekilsiz varlıklar var. Dikkat edin hepsi birşeyler pazarlıyor. Gündüz kuşağında şiddet filmleri yayınlanıyor. Bilinç altımıza, biz farkında olmadan başka bir kültür servis ediliyor. Çok kaliteli şeyler nadiren öne çıkıyor. Aile yapısına uygun yapımlar çok az oluyor. Mesela bir filmi 100-150 bin kişi izlerse film kurtuluyor. 'Babam ve Oğlum' filmini 3 buçuk milyon insan seyretti. Neden seyretti? Çünkü aile dokusuna ait bir duygu vardı. İnsanların özlem duyduğu şey bu duygular.'

Kaynak: AA