"Türkiye ve Ortadoğu'daki Olayların Arkasında Kaos Lobisi Var"
BURSA - AK Parti Ekonomi İşleri Başkanlığınca hazırlanan raporda, son dönemde gerek Türkiye'de gerekse Ortadoğu'da yaşanan olayların arkasında bir "kaos lobisi" bulunduğu, bu lobinin hem Suriye hem de Mısır sorununda başı çektiği vurgulandı.
Partinin Ekonomi İşleri Başkanlığınca hazırlanan "Ağustos 2013 Ekonomi Raporu", dün Ankara'da yapılan Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısında, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş tarafından sunuldu.
AK Parti Bursa İl Başkanı Sedat Yalçın'ın, makamında düzenlediği basın toplantısında paylaştığı raporda, dünyada, en önemli güç ve kontrol alanlarından biri para ve faiz olan "kaos lobisi"nin varlığından söz edilerek, para için dünya savaşları ve bölgesel çatışmalar çıkarmakta tereddüt etmeyen bu odağın, dünya ölçeğindeki finansal etkinliğini uluslararası mekanizmalar üzerinden yürüttüğü belirtildi..
Raporda "kaos lobisi" kavramına ilişkin şu ifadelere yer verildi:
"Son dönemde gerek Türkiye'de gerekse Ortadoğu'da yaşanan olayların arkasında bir 'kaos lobisi' bulunmakta, bu lobi Suriye meselesinde de Mısır meselesinde de başı çekmektedir. Kaos lobisi, dünyanın birçok yerinde krizler çıkararak toplumların kendi ayakları üzerinde durmasını önlemeye çalışmaktadır. Kaos lobisi en başta İslam coğrafyasında krizlerin artarak devam etmesinin kendi menfaatlerine olduğunu düşünmekte, çatışmaların azaltıldığı, 'daha az savaş ve daha çok barış'ın hakim olduğu bir düzenin kurulmasına karşı çıkmaktadır. Gelişmekte olan ülkeleri, verdikleri kredilerle borç sarmalına sokan uluslararası kuruluşlar, şart koştukları programlarla gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini kontrol etmektedir. Bu kuruluşlar bir yandan bağımsız merkez bankaları ve üst kurullar üzerinden oluşturulacak bir serbest piyasa söylemi dayatmakta, diğer taraftan da ulusal ve uluslararası ekonomileri küresel lobinin istekleri doğrultusunda yapılandırma ve yönlendirmeyle uğraşmaktadır."
-"Baskılar 'tehdit' boyutuna ulaşmıştır"
Raporda, Gezi Parkı olaylarının yaşandığı günlerde ABD Merkez Bankası Başkanı Ben Shalom Bernanke'nin, 2014'te tahvil alımlarının durabileceği sinyalini vermesinin hem dünya hem de Türkiye ekonomisinde dalgalanmalara neden olduğu belirtildi.
FED'in kararının Türkiye ekonomisine etkisinin sınırlı olduğunun pek çok uzman tarafından paylaşıldığına işaret edilen raporda, "Nitekim Dünya Bankası Finans ve Özel Sektör Geliştirme Bölümü Doğu Asya ve Pasifik Bölgesi Direktörü Tunç Tahsin Uyanık, FED kararlarının Türkiye'ye etkisinin marjinal olacağını ifade etmiştir. Buna rağmen gerek dışarıdan gerekse içeriden Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ve piyasaları düzenleyici ve denetleyici kurumlar üzerindeki baskılar 'tehdit' boyutuna ulaşmıştır" denildi.
Türkiye'ye yönelik bu uluslararası baskının sadece ekonomik değil, aynı zamanda güçlü bir siyasi baskı olduğuna dikkat çekilen rapoda, meselenin sadece politika faizinin birkaç puan yükseltilmesi olmadığı aktarıldı.
-"Küresel operasyonları yapan çevreler rahatsız"
Türkiye'nin, "cari açık, yabancı sermayenin tedirginliği ve dışarıya para çıkışı" söylemleriyle tehdit edildiği görüşü savunulan raporda, şu ifadelere yer verildi:
"Deutsche Bank'ın da raporunda açıkça ifade ettiği gibi esas mesele Türkiye açısından 'pes edip etmemek' meselesidir. Bir nevi bugün Türkiye'nin siyasi ve ekonomik istikrarı, 'bağımsız' merkez bankası ve 'bağımsız' düzenleyici devlet kurumlarına baskı yapılmak suretiyle tehdit edilmesidir. Kaos lobisinin güdümündeki faiz lobisinin nihai amacı, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ekonomik krizler çıkartmak, yönetim değişiklikleri marifetiyle önce teknokratları, daha sonra kontrol edebilecekleri kadroları iş başına getirmektir. Bunun son örneği İtalya ve Yunanistan'da görülmüş, geçiş hükümeti olarak teknokrat yönetimler oluşturulmuş, mevcut siyasi yapılar ve kadrolar tasfiye edilmiştir. Türkiye'nin IMF ile yeni stand-by anlaşması imzalamamasının ve 15 Mayıs 2013 tarihinde IMF ile 53 yıllık bağımlılık ilişkisine son vermesinin, küresel operasyonları yapan çevreleri rahatsız ettiği de not edilmelidir. Sonuçta bu çevreler, Türkiye'yi yeni anlaşmalara zorlamak ve Türkiye'yi yeni operasyonlara daha müsait bir ülke haline getirmeyi hedeflemiştir."
-"28 Şubat sürecinde toplanan vergiler, az sayıda zadegana gitti"
Raporda, Türkiye'de öteden beri üretim üzerinden değil, devleti borçlandırarak, yüksek faizlerle devlete borç vererek gelir elde eden bir iktisadi elit bulunduğu ifade edildi.
Bu grubun, elini sıcak sudan soğuk suya sokmayan, "suyun taşıyla suyun kuşunu vurmayı alışkanlık haline getirmiş" bir çevre olduğu belirtilen raporda, şu değerlendirmelere yer verildi:
"Devletin topladığı vergiler büyük oranda uzun süre iç borç faizine gitmiş, 28 Şubat'ta toplanan vergilerin yüzde 93,7'si iç borç faizine verilmiştir. Bir başka deyişle 28 Şubat süreci Türkiye'sinde toplanan bütün vergiler, faiz borcu olarak az sayıda zadegana verilmiştir. AK Parti iktidarında bu oran 2011'de yüzde 16,6'ya, 2012'de yüzde 17,6'ya kadar düşmüştür. Bu durum da doğal olarak Türkiye'deki faiz lobisini son derece rahatsız etmiştir. Zira faizler aşağıya düşmeyip yüzde 60'larda devam etmiş olsaydı faiz lobisi 11 yıl boyunca 642 milyar lira ilave para kazanacaktı ancak AK Parti hükümeti, faizden kurtardığı 642 milyar lirayı kamu yatırımlarına harcamak suretiyle milletin hizmetine sunmuştur. 2003'te yüzde 60'larda olan iç borçlanma maliyeti ise mayıs 2013'te yüzde 4,61'e kadar düşmüştür."
-Yeni anayasa ve çözüm süreci
Türkiye'deki bankaların toplam ekonomi içinde orantısız konuma sahip olduğuna da değinilen raporda, 2012 yılı vergilendirme döneminde en fazla vergi tahakkuk eden ilk 20 şirket arasında 11 bankanın bulunması buna örnek gösterildi.
Ülkedeki 249 sanayi kuruluşunun 49 banka kadar bile kar etmediği dikkate alındığında ekonomide reel sektör gücünün kuvvetlendirilmesi ihtiyacının açıkça ortaya çıktığı savunulan raporun sonuç bölümünde ise şu ifadeler kullanıldı:
"Uzun vadeli büyüme ve kalkınma stratejilerinin dayanacağı üç ana eksen; makroekonomik istikrarın mikro başarılarla güçlendirilmesi, demokratik kurumların sağlamlığı, eğitimdir. Önümüzdeki dönemde Türkiye bir yandan makroekonomik istikrarını korurken diğer yandan anayasal ve yasal reformlarla yeni Türkiye'yi kurma yolunda güçlü adımlarla ilerleyecektir. Bu çerçevede yeni anayasa ve barış süreci gibi atılması zorunlu olan adımlardan taviz verilmeyecektir. Türkiye, büyük oyunun bir parçası olan ve 28 Şubat'taki finansal mühendislik operasyonlarını yürüten odakların, medya ve sermaye ayağını ortaya çıkaracaktır. Türkiye'nin küresel operasyonlara karşı başarılı olmasının yolu; üretime dayalı güçlü bir ekonomik yapıyı oluşturmasıdır."
Kaynak: AA
AK Parti Bursa İl Başkanı Sedat Yalçın'ın, makamında düzenlediği basın toplantısında paylaştığı raporda, dünyada, en önemli güç ve kontrol alanlarından biri para ve faiz olan "kaos lobisi"nin varlığından söz edilerek, para için dünya savaşları ve bölgesel çatışmalar çıkarmakta tereddüt etmeyen bu odağın, dünya ölçeğindeki finansal etkinliğini uluslararası mekanizmalar üzerinden yürüttüğü belirtildi..
Raporda "kaos lobisi" kavramına ilişkin şu ifadelere yer verildi:
"Son dönemde gerek Türkiye'de gerekse Ortadoğu'da yaşanan olayların arkasında bir 'kaos lobisi' bulunmakta, bu lobi Suriye meselesinde de Mısır meselesinde de başı çekmektedir. Kaos lobisi, dünyanın birçok yerinde krizler çıkararak toplumların kendi ayakları üzerinde durmasını önlemeye çalışmaktadır. Kaos lobisi en başta İslam coğrafyasında krizlerin artarak devam etmesinin kendi menfaatlerine olduğunu düşünmekte, çatışmaların azaltıldığı, 'daha az savaş ve daha çok barış'ın hakim olduğu bir düzenin kurulmasına karşı çıkmaktadır. Gelişmekte olan ülkeleri, verdikleri kredilerle borç sarmalına sokan uluslararası kuruluşlar, şart koştukları programlarla gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini kontrol etmektedir. Bu kuruluşlar bir yandan bağımsız merkez bankaları ve üst kurullar üzerinden oluşturulacak bir serbest piyasa söylemi dayatmakta, diğer taraftan da ulusal ve uluslararası ekonomileri küresel lobinin istekleri doğrultusunda yapılandırma ve yönlendirmeyle uğraşmaktadır."
-"Baskılar 'tehdit' boyutuna ulaşmıştır"
Raporda, Gezi Parkı olaylarının yaşandığı günlerde ABD Merkez Bankası Başkanı Ben Shalom Bernanke'nin, 2014'te tahvil alımlarının durabileceği sinyalini vermesinin hem dünya hem de Türkiye ekonomisinde dalgalanmalara neden olduğu belirtildi.
FED'in kararının Türkiye ekonomisine etkisinin sınırlı olduğunun pek çok uzman tarafından paylaşıldığına işaret edilen raporda, "Nitekim Dünya Bankası Finans ve Özel Sektör Geliştirme Bölümü Doğu Asya ve Pasifik Bölgesi Direktörü Tunç Tahsin Uyanık, FED kararlarının Türkiye'ye etkisinin marjinal olacağını ifade etmiştir. Buna rağmen gerek dışarıdan gerekse içeriden Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ve piyasaları düzenleyici ve denetleyici kurumlar üzerindeki baskılar 'tehdit' boyutuna ulaşmıştır" denildi.
Türkiye'ye yönelik bu uluslararası baskının sadece ekonomik değil, aynı zamanda güçlü bir siyasi baskı olduğuna dikkat çekilen rapoda, meselenin sadece politika faizinin birkaç puan yükseltilmesi olmadığı aktarıldı.
-"Küresel operasyonları yapan çevreler rahatsız"
Türkiye'nin, "cari açık, yabancı sermayenin tedirginliği ve dışarıya para çıkışı" söylemleriyle tehdit edildiği görüşü savunulan raporda, şu ifadelere yer verildi:
"Deutsche Bank'ın da raporunda açıkça ifade ettiği gibi esas mesele Türkiye açısından 'pes edip etmemek' meselesidir. Bir nevi bugün Türkiye'nin siyasi ve ekonomik istikrarı, 'bağımsız' merkez bankası ve 'bağımsız' düzenleyici devlet kurumlarına baskı yapılmak suretiyle tehdit edilmesidir. Kaos lobisinin güdümündeki faiz lobisinin nihai amacı, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ekonomik krizler çıkartmak, yönetim değişiklikleri marifetiyle önce teknokratları, daha sonra kontrol edebilecekleri kadroları iş başına getirmektir. Bunun son örneği İtalya ve Yunanistan'da görülmüş, geçiş hükümeti olarak teknokrat yönetimler oluşturulmuş, mevcut siyasi yapılar ve kadrolar tasfiye edilmiştir. Türkiye'nin IMF ile yeni stand-by anlaşması imzalamamasının ve 15 Mayıs 2013 tarihinde IMF ile 53 yıllık bağımlılık ilişkisine son vermesinin, küresel operasyonları yapan çevreleri rahatsız ettiği de not edilmelidir. Sonuçta bu çevreler, Türkiye'yi yeni anlaşmalara zorlamak ve Türkiye'yi yeni operasyonlara daha müsait bir ülke haline getirmeyi hedeflemiştir."
-"28 Şubat sürecinde toplanan vergiler, az sayıda zadegana gitti"
Raporda, Türkiye'de öteden beri üretim üzerinden değil, devleti borçlandırarak, yüksek faizlerle devlete borç vererek gelir elde eden bir iktisadi elit bulunduğu ifade edildi.
Bu grubun, elini sıcak sudan soğuk suya sokmayan, "suyun taşıyla suyun kuşunu vurmayı alışkanlık haline getirmiş" bir çevre olduğu belirtilen raporda, şu değerlendirmelere yer verildi:
"Devletin topladığı vergiler büyük oranda uzun süre iç borç faizine gitmiş, 28 Şubat'ta toplanan vergilerin yüzde 93,7'si iç borç faizine verilmiştir. Bir başka deyişle 28 Şubat süreci Türkiye'sinde toplanan bütün vergiler, faiz borcu olarak az sayıda zadegana verilmiştir. AK Parti iktidarında bu oran 2011'de yüzde 16,6'ya, 2012'de yüzde 17,6'ya kadar düşmüştür. Bu durum da doğal olarak Türkiye'deki faiz lobisini son derece rahatsız etmiştir. Zira faizler aşağıya düşmeyip yüzde 60'larda devam etmiş olsaydı faiz lobisi 11 yıl boyunca 642 milyar lira ilave para kazanacaktı ancak AK Parti hükümeti, faizden kurtardığı 642 milyar lirayı kamu yatırımlarına harcamak suretiyle milletin hizmetine sunmuştur. 2003'te yüzde 60'larda olan iç borçlanma maliyeti ise mayıs 2013'te yüzde 4,61'e kadar düşmüştür."
-Yeni anayasa ve çözüm süreci
Türkiye'deki bankaların toplam ekonomi içinde orantısız konuma sahip olduğuna da değinilen raporda, 2012 yılı vergilendirme döneminde en fazla vergi tahakkuk eden ilk 20 şirket arasında 11 bankanın bulunması buna örnek gösterildi.
Ülkedeki 249 sanayi kuruluşunun 49 banka kadar bile kar etmediği dikkate alındığında ekonomide reel sektör gücünün kuvvetlendirilmesi ihtiyacının açıkça ortaya çıktığı savunulan raporun sonuç bölümünde ise şu ifadeler kullanıldı:
"Uzun vadeli büyüme ve kalkınma stratejilerinin dayanacağı üç ana eksen; makroekonomik istikrarın mikro başarılarla güçlendirilmesi, demokratik kurumların sağlamlığı, eğitimdir. Önümüzdeki dönemde Türkiye bir yandan makroekonomik istikrarını korurken diğer yandan anayasal ve yasal reformlarla yeni Türkiye'yi kurma yolunda güçlü adımlarla ilerleyecektir. Bu çerçevede yeni anayasa ve barış süreci gibi atılması zorunlu olan adımlardan taviz verilmeyecektir. Türkiye, büyük oyunun bir parçası olan ve 28 Şubat'taki finansal mühendislik operasyonlarını yürüten odakların, medya ve sermaye ayağını ortaya çıkaracaktır. Türkiye'nin küresel operasyonlara karşı başarılı olmasının yolu; üretime dayalı güçlü bir ekonomik yapıyı oluşturmasıdır."