Cumhurbaşkanı Gül'den 'İnsan Hakları' Açıklaması
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "Siyasete ilk girdiğim o dönemde kesin kanaat getirdim ki, insan hakları, bir ülkenin, milletin 'onur meselesi'dir. Vicdan sahibi hiçbir siyasetçi ve devlet adamı, ülkesinde yaygın insan hakları ihlalleri yaşanırken, gerek yurt içinde, gerek yurt dışında başı dik gezemez" dedi.
Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı'nda düzenlenen 38. Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu Kongresi'nde konuşan Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye'nin uzun yıllar insan hakları örgütlerinin eleştirilerine maruz kaldığını anımsatarak, en gelişmiş demokratik ülkelerde de eleştirilecek hususlar olduğunu söyledi.
Türkiye'nin bu konuda noksanlıkları olduğunu anlatan Gül, FIDH'in kongresini Türkiye'de düzenlemesini ve toplantıya Cumhurbaşkanı olarak hitap etmesini sağlayan unsurun, Türkiye'de son 10 yılda insan hakları alanında yaşanan büyük zihniyet değişikliğinden kaynaklandığını kaydetti.
Gül, salondaki katılımcıların çalışmalarını büyük fedakarlıklara devam ettirdiğini aktararak, "Bugün, sizin büyük fedakarlıklarla yürüttüğünüz çalışmaları ve yaptığınız eleştirileri, yapıcı bir şekilde algılayan bir toplum, hükümet ve devlet var karşınızda. Bu nedenle, bugünkü toplantıyı tarihi önemde buluyorum. Çeşitli oturumlarda şimdiye kadar yaptığınız çalışma ve tartışmaların, insan hakları konusuna önümüzdeki 3 yıl boyunca küresel düzeyde istikamet vereceğine inanıyorum. Ayrıca, bu kongrenin temasını büyük ölçüde Türkiye'nin etrafında cereyan eden 'Siyasal Dönüşümler ve İnsan Hakları' olarak seçmenizi çok isabetli buluyorum" diye konuştu.
Türkiye'nin kendi değerleriyle gurur duyan, aynı zamanda demokrasi, insan hakları ve çoğulculuk gibi evrensel değerleri benimseyen ve hayata geçiren Müslüman bir ülke olduğunu vurgulayan Gül, bu nedenle bu tür konuların tartışılması için önemli bir yer olduğunu anlattı.
Gül, temel insan hak ve özgürlüklerinin, sadece insan olmaktan ötürü doğuştan kazanılan, vazgeçilemez ve devredilemez haklar olduğunu belirterek, şöyle devam etti:
"Bu nedenle, söz konusu evrensel hakların tanınması ve güvence altına alınması, toplumların, devletlerin bahşettiği bir husus değil; tam aksine onların temel sorumluluğu ve yükümlülüğü olmalıdır. Bizim inancımıza göre, insan sadece bu dünyanın değil, tüm evrenin 'temel öznesi'dir. Bu nedenle, 'eşref-ül mahlukat'tır. Diğer bir deyişle, 'yaratılmışların en şereflisi'dir. Bu itibarla, hiçbir ırk, din, dil, renk ayrımı göstermeden insanların hak, hukuk ve haysiyetine saygı göstermek inancımızın bir icabıdır. İnanç ve kimliklere saygı ile hoşgörü, halkımızın en değerli hasletlerinden biridir. Yunus Emre ve Mevlana gibi büyük hümanistlerin, bu topraklardan tüm insanlığa mesaj vermesi tesadüfi değildir. Öte yandan, tarihteki güçlü İslam devlet ve toplumlarında adalet, hukukun üstünlüğü ve istişare gibi kavramlar güçlü bir şekilde kök salmıştır. Bu nedenle, 'adalet mülkün temelidir' gibi sözler bugün hala kullanılmaktadır ve bizler için çok önemlidir. İslam toplumları, başka terminolojilerle ifade edilse de insan hakları, adalet, şeffaflık ve hesap verilebilirlik gibi bugün evrensel olarak kabul ettiğimiz prensiplerin oluşmasına geçmişte büyük katkılarda bulunmuşlardır. Bununla birlikte, İslam toplumlarında yaşanan siyasi ve toplumsal çürüme ile ekonomik gerileme nedeniyle, maalesef bu köklü gelenekte zaman içinde büyük aşınmalar meydana gelmiştir."
-"Türkiye, son 10 yılda demokratik standartlarını yükseltti"-
Gül, İslam ülkelerinin pek çoğunun maruz kaldığı sömürgecilik ile soğuk savaşın ideolojik baskılarının ortaya çıkardığı toplumsal psikoloji ve reelpolitiğin, bu toplumların kendi değerlerine yabancılaşmasına sebep olduğu tespitinde bulunarak, bu tarihi çizgi etrafında değerlendirildiğinde, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da yaşanan halk hareketlerini, bölge halklarının adalet, hukukun üstünlüğü gibi tarihte oluşmasına katkıda bulundukları evrensel değerlerle yeniden buluşması olarak gördüğünü kaydetti.
Türkiye'nin güçlü bir devlet geleneğine ve nispeten uzun sayılabilecek demokratik deneyimlere sahip olduğunu aktaran Gül, insan hakları ve temel özgürlükler bakımından önceki yıllarda pek çok eksikliklerin varlığına dikkati çekti. Gül, 1991-2001 arasında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nin Türk üyelerinden biri olduğunu ve Türkiye'nin o dönemde nasıl tenkit edildiğini bildiğini ifade ederek, şunları aktardı:
"Siyasete ilk girdiğim o dönemde kesin kanaat getirdim ki, insan hakları, bir ülkenin, milletin 'onur meselesi'dir. Vicdan sahibi hiçbir siyasetçi ve devlet adamı, ülkesinde yaygın insan hakları ihlalleri yaşanırken, gerek yurt içinde, gerek yurt dışında başı dik gezemez. Bu tecrübeler ve kanaatim ışığında kuruluşuna öncülük ettiğim siyasi hareketi oluştururken, insan hakları, demokrasi ve diğer evrensel haklar bakımından en çağdaş ve en yüksek standartları kendimize düstur ve hedef edindik. 2002 yılında seçimleri kazanıp başbakan olduğumda hazırladığımız hükümet programı, Türkiye'yi köklü demokratik reformlarla, bahsettiğim standartlara ulaştırmak için kararlı ve etkili adımları içeriyordu. Memnuniyetle ifade edebilirim ki söz konusu temel vizyon çerçevesinde son 10 yılda Türkiye, demokratik standartların yükseltilmesi konusunda çok büyük mesafe katetmiştir. Bu süreçte pek çok tabuyu arkamızda bıraktık."
-"Evimizin içini düzene koyduk"-
Gül, Türkiye'de yaşanan gelişmeleri de değerlendirerek, "Gerek siyasi ve medeni haklar, gerekse ekonomik ve sosyal haklar konusunda halkımızın özgürlük alanını genişlettik. Kısaca, evimizin içini düzene koyduk ve koymaya da devam ediyoruz. Ekonomik reformların sağladığı refah primi de tüm bu demokratik açılımlarımızın pekişmesine yol açtı. Batı'da da, Doğu'da da dikkat çeken bu reformlar; bir yandan, Avrupa Birliği'yle katılım müzakerelerinin önünü açarken, diğer yandan, Türkiye'yi pek çok İslam ülkesi gözünde bir ilham kaynağı haline getirmiştir" ifadelerini kullandı.
Gül, 2003'te Tahran'da düzenlenen İslam Konferansı Örgütü Dışişleri Bakanları Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, bölgedeki değişim ihtiyacına dikkati çektiğini anımsatarak, İslam dünyası olarak ülkelerdeki mevcut siyasi yapıların, zamanın ihtiyaçlarına ve halkın meşru beklentilerine cevap vermediğini ifade ettiğini anlattı.
Retorik ve sloganları bir kenara bırakarak, evin içini düzene koyarak işe başlanması gerektiğini yüksek sesle seslendirdiğini dile getiren Gül, bilhassa, iyi yönetişim, şeffaflık ve hesap verebilirliğin hakim olması, temel hak ve özgürlükler ile cinsiyet eşitliğine saygı gösterilmesi gerektiğine işaret ettiğini söyledi.
Gül, cehaleti, yolsuzluğu, beşeri ve maddi kaynak israfını ortadan kaldıracak politikalar üretilmesinin gerekliliğine vurgu yaptığını da anımsatarak, halkların geleceklerine sahip çıkması için siyasi katılıma izin verilmesi ve katılımın genişletilmesinin altını çizdiğini anlattı.
Söz konusu reformların gerçekleştirilemediği takdirde, bir gün halkların tepkisiyle veya dış müdahalelerle karşılaşılmasının kaçınılmaz olacağını vurguladığını anlatan Gül, şöyle devam etti:
"Bu çağrı ve uyarılarımı o günden sonra, gerek Batı'daki gerek Doğu'daki pek çok platformda tekrarladım. Maalesef, bazı ülkelerde atılan sınırlı adımlara rağmen, bölgede demokrasinin önünü açacak gerçek bir reform süreci vuku bulmamıştır. Uluslararası toplumun nüfuzlu üyeleri de dar çıkar hesapları ve demokrasinin getireceği yeni iktidarların korkusuyla, statükoyu değişime tercih etmişlerdir. Neticede, bölgede biriken siyasi, ekonomik ve sosyal dinamikler ansızın halkın korku duvarlarını yıkmasına yol açmış, tarihi bir hak, özgürlük ve onur mücadelesi başlamıştır. Esasen tarihin doğal akışı düşünüldüğünde, bu gelişme bölgede geç kalmış, ancak çok kuvvetli ve geri döndürülemeyecek bir süreçtir. Bölgede şu anda meydana gelen bu değişim dinamikleri, Avrupa'daki 1848 devrimlerini çağrıştırmaktadır. Bu itibarla, dönüşümün iniş-çıkışlarla uzun bir sürede olgunlaşmasını tabii karşılamak ve sabırlı olmak lazımdır."
Kaynak: AA
Türkiye'nin bu konuda noksanlıkları olduğunu anlatan Gül, FIDH'in kongresini Türkiye'de düzenlemesini ve toplantıya Cumhurbaşkanı olarak hitap etmesini sağlayan unsurun, Türkiye'de son 10 yılda insan hakları alanında yaşanan büyük zihniyet değişikliğinden kaynaklandığını kaydetti.
Gül, salondaki katılımcıların çalışmalarını büyük fedakarlıklara devam ettirdiğini aktararak, "Bugün, sizin büyük fedakarlıklarla yürüttüğünüz çalışmaları ve yaptığınız eleştirileri, yapıcı bir şekilde algılayan bir toplum, hükümet ve devlet var karşınızda. Bu nedenle, bugünkü toplantıyı tarihi önemde buluyorum. Çeşitli oturumlarda şimdiye kadar yaptığınız çalışma ve tartışmaların, insan hakları konusuna önümüzdeki 3 yıl boyunca küresel düzeyde istikamet vereceğine inanıyorum. Ayrıca, bu kongrenin temasını büyük ölçüde Türkiye'nin etrafında cereyan eden 'Siyasal Dönüşümler ve İnsan Hakları' olarak seçmenizi çok isabetli buluyorum" diye konuştu.
Türkiye'nin kendi değerleriyle gurur duyan, aynı zamanda demokrasi, insan hakları ve çoğulculuk gibi evrensel değerleri benimseyen ve hayata geçiren Müslüman bir ülke olduğunu vurgulayan Gül, bu nedenle bu tür konuların tartışılması için önemli bir yer olduğunu anlattı.
Gül, temel insan hak ve özgürlüklerinin, sadece insan olmaktan ötürü doğuştan kazanılan, vazgeçilemez ve devredilemez haklar olduğunu belirterek, şöyle devam etti:
"Bu nedenle, söz konusu evrensel hakların tanınması ve güvence altına alınması, toplumların, devletlerin bahşettiği bir husus değil; tam aksine onların temel sorumluluğu ve yükümlülüğü olmalıdır. Bizim inancımıza göre, insan sadece bu dünyanın değil, tüm evrenin 'temel öznesi'dir. Bu nedenle, 'eşref-ül mahlukat'tır. Diğer bir deyişle, 'yaratılmışların en şereflisi'dir. Bu itibarla, hiçbir ırk, din, dil, renk ayrımı göstermeden insanların hak, hukuk ve haysiyetine saygı göstermek inancımızın bir icabıdır. İnanç ve kimliklere saygı ile hoşgörü, halkımızın en değerli hasletlerinden biridir. Yunus Emre ve Mevlana gibi büyük hümanistlerin, bu topraklardan tüm insanlığa mesaj vermesi tesadüfi değildir. Öte yandan, tarihteki güçlü İslam devlet ve toplumlarında adalet, hukukun üstünlüğü ve istişare gibi kavramlar güçlü bir şekilde kök salmıştır. Bu nedenle, 'adalet mülkün temelidir' gibi sözler bugün hala kullanılmaktadır ve bizler için çok önemlidir. İslam toplumları, başka terminolojilerle ifade edilse de insan hakları, adalet, şeffaflık ve hesap verilebilirlik gibi bugün evrensel olarak kabul ettiğimiz prensiplerin oluşmasına geçmişte büyük katkılarda bulunmuşlardır. Bununla birlikte, İslam toplumlarında yaşanan siyasi ve toplumsal çürüme ile ekonomik gerileme nedeniyle, maalesef bu köklü gelenekte zaman içinde büyük aşınmalar meydana gelmiştir."
-"Türkiye, son 10 yılda demokratik standartlarını yükseltti"-
Gül, İslam ülkelerinin pek çoğunun maruz kaldığı sömürgecilik ile soğuk savaşın ideolojik baskılarının ortaya çıkardığı toplumsal psikoloji ve reelpolitiğin, bu toplumların kendi değerlerine yabancılaşmasına sebep olduğu tespitinde bulunarak, bu tarihi çizgi etrafında değerlendirildiğinde, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da yaşanan halk hareketlerini, bölge halklarının adalet, hukukun üstünlüğü gibi tarihte oluşmasına katkıda bulundukları evrensel değerlerle yeniden buluşması olarak gördüğünü kaydetti.
Türkiye'nin güçlü bir devlet geleneğine ve nispeten uzun sayılabilecek demokratik deneyimlere sahip olduğunu aktaran Gül, insan hakları ve temel özgürlükler bakımından önceki yıllarda pek çok eksikliklerin varlığına dikkati çekti. Gül, 1991-2001 arasında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nin Türk üyelerinden biri olduğunu ve Türkiye'nin o dönemde nasıl tenkit edildiğini bildiğini ifade ederek, şunları aktardı:
"Siyasete ilk girdiğim o dönemde kesin kanaat getirdim ki, insan hakları, bir ülkenin, milletin 'onur meselesi'dir. Vicdan sahibi hiçbir siyasetçi ve devlet adamı, ülkesinde yaygın insan hakları ihlalleri yaşanırken, gerek yurt içinde, gerek yurt dışında başı dik gezemez. Bu tecrübeler ve kanaatim ışığında kuruluşuna öncülük ettiğim siyasi hareketi oluştururken, insan hakları, demokrasi ve diğer evrensel haklar bakımından en çağdaş ve en yüksek standartları kendimize düstur ve hedef edindik. 2002 yılında seçimleri kazanıp başbakan olduğumda hazırladığımız hükümet programı, Türkiye'yi köklü demokratik reformlarla, bahsettiğim standartlara ulaştırmak için kararlı ve etkili adımları içeriyordu. Memnuniyetle ifade edebilirim ki söz konusu temel vizyon çerçevesinde son 10 yılda Türkiye, demokratik standartların yükseltilmesi konusunda çok büyük mesafe katetmiştir. Bu süreçte pek çok tabuyu arkamızda bıraktık."
-"Evimizin içini düzene koyduk"-
Gül, Türkiye'de yaşanan gelişmeleri de değerlendirerek, "Gerek siyasi ve medeni haklar, gerekse ekonomik ve sosyal haklar konusunda halkımızın özgürlük alanını genişlettik. Kısaca, evimizin içini düzene koyduk ve koymaya da devam ediyoruz. Ekonomik reformların sağladığı refah primi de tüm bu demokratik açılımlarımızın pekişmesine yol açtı. Batı'da da, Doğu'da da dikkat çeken bu reformlar; bir yandan, Avrupa Birliği'yle katılım müzakerelerinin önünü açarken, diğer yandan, Türkiye'yi pek çok İslam ülkesi gözünde bir ilham kaynağı haline getirmiştir" ifadelerini kullandı.
Gül, 2003'te Tahran'da düzenlenen İslam Konferansı Örgütü Dışişleri Bakanları Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, bölgedeki değişim ihtiyacına dikkati çektiğini anımsatarak, İslam dünyası olarak ülkelerdeki mevcut siyasi yapıların, zamanın ihtiyaçlarına ve halkın meşru beklentilerine cevap vermediğini ifade ettiğini anlattı.
Retorik ve sloganları bir kenara bırakarak, evin içini düzene koyarak işe başlanması gerektiğini yüksek sesle seslendirdiğini dile getiren Gül, bilhassa, iyi yönetişim, şeffaflık ve hesap verebilirliğin hakim olması, temel hak ve özgürlükler ile cinsiyet eşitliğine saygı gösterilmesi gerektiğine işaret ettiğini söyledi.
Gül, cehaleti, yolsuzluğu, beşeri ve maddi kaynak israfını ortadan kaldıracak politikalar üretilmesinin gerekliliğine vurgu yaptığını da anımsatarak, halkların geleceklerine sahip çıkması için siyasi katılıma izin verilmesi ve katılımın genişletilmesinin altını çizdiğini anlattı.
Söz konusu reformların gerçekleştirilemediği takdirde, bir gün halkların tepkisiyle veya dış müdahalelerle karşılaşılmasının kaçınılmaz olacağını vurguladığını anlatan Gül, şöyle devam etti:
"Bu çağrı ve uyarılarımı o günden sonra, gerek Batı'daki gerek Doğu'daki pek çok platformda tekrarladım. Maalesef, bazı ülkelerde atılan sınırlı adımlara rağmen, bölgede demokrasinin önünü açacak gerçek bir reform süreci vuku bulmamıştır. Uluslararası toplumun nüfuzlu üyeleri de dar çıkar hesapları ve demokrasinin getireceği yeni iktidarların korkusuyla, statükoyu değişime tercih etmişlerdir. Neticede, bölgede biriken siyasi, ekonomik ve sosyal dinamikler ansızın halkın korku duvarlarını yıkmasına yol açmış, tarihi bir hak, özgürlük ve onur mücadelesi başlamıştır. Esasen tarihin doğal akışı düşünüldüğünde, bu gelişme bölgede geç kalmış, ancak çok kuvvetli ve geri döndürülemeyecek bir süreçtir. Bölgede şu anda meydana gelen bu değişim dinamikleri, Avrupa'daki 1848 devrimlerini çağrıştırmaktadır. Bu itibarla, dönüşümün iniş-çıkışlarla uzun bir sürede olgunlaşmasını tabii karşılamak ve sabırlı olmak lazımdır."